İnsana sunulan en büyük ayrıcalıklardan biri ‘lisan‘. Lisanın doğal uzantısı ise ‘yazmak‘. Dolayısıyla ‘okumak‘. Bilgiye çevrilen tecrübeleri yaymak için eşsiz, benzersiz ve gayet pratik bir yöntem.
Matbaanın icadına dek bilgiye sahip olmak, okuyabilmek, bilgi edinmek sadece küçük bir azınlığa tanınmış bir haktı. Kitaplar hattat denen uzman yazıcılar tarafından elle ve epey uzun süren, zahmetli bir çabayla yazıldığı için hem sayıca az hem de bedeli açısından sıradanlar için hayli ulaşılmazdı (Matbaanın mucidi Johannes Gutenberg’in bastığı ilk eserlerden birinin İncil olması boşuna değildi. Zira o dönemde Hristiyanların çoğu okuyamadığı bir kitabın buyruklarına iman ediyor; bu da ‘kitabı elinde tutan’ ruhban sınıfına ‘doğal’ bir üstünlük sunuyordu).
Zamanda hızla bir yolculuk yapıp günümüze geldiğimizde mevcut şartları o günle mukayese etmek neredeyse imkansız. Bilgi bugün kitaptan dergiye, internet sitesinden elektronik yayınlara kadar birçok formda mevcut, ulaşılabilir, bol ve tarihte hiç olmadığı kadar ucuz; hatta kimi zaman ücretsiz.
Fakat bu bolluğun karşısında bugün çok daha güçlü iki engel var: ilgi (dikkat) ve zaman.
İrili – ufaklı ekranlarda sosyal medyadan akanları hipnotize olmuşçasına takip etmeye çalışan insanlardan her şeyi bir kenara bırakıp, bir koltuğa çakılıp, saatler boyu bir şeyler okumasını beklemek kolay değil. Ama bilginin güç olduğunun her fırsatta yüzümüze çarpıldığı bu devirde, güce sahip olmak isteyenler için ne yazık ki başka da bir seçenek yok.
Kimi zaman kulağımıza çalınan ‘kapanan kitapçılar’ haberleri bu güce inanmadığımızı mı gösteriyor peki? Bence, hayır. O çok daha karmaşık bir kapitalist denklemin doğal sonucu bence. Dahası, Türkiye’nin yarısı kitap okumadığını söylerken, ihtiyaç listesinde kitap 235. sırada yer alırken kitapçıların ‘Yeni Çıkanlar’ raflarında ömür boyu okuyamayacağımız kadar çok kitabın yer almasını nasıl açıklayabiliriz? Demek ki (küçük de olsa) bir grup bu okuma işini başarıyor.
İşte bu yazıda bu küçük azınlığa dahil olmak isteyen çekimserler için fikir ve tecrübelerimi paylaşacağım.
Alışkanlıklara hükmetmek
Öncelikle kitap, dergi, makale, web sitesi farkı gözetmeksizin okuma denen eylemin bir sonuç (ya da en hafifinden bir araç) olduğunu anlamak gerekiyor. Yani okumak denen şey bir arayışın sonucu. Kökeni ise merak. Bilmeye yönelik istek.
Bu bağlamda en çok belirli bir ilgi alanı olanlara imreniyorum. Epey gayret ettiysem de ben öyle olamadım. (Sebebini bilemediğim, infomanya derecesinde arsız, hudutsuz bir merakım var. Gergedanların boynuzu da cep telefonumun işlemcisinin ayrıntıları da neredeyse eşit oranda ilgimi çekiyor. Bir konuda uzmanlaşmanın kıymetini anlıyor fakat kendime uyarlayamıyorum. Belki de ilgimi en çok neyin çektiğini arıyorumdur; kimbilir?)
Çeşitli sebeplerle okuma ile ilgili sorunlar, zorluklar yaşayanlardansanız işe öncelikle meraklarınız konusunda kendinize sorular sorarak başlamalısınız.
Neye merak duyuyorsunuz? Neyi bilmek hayatınızı değiştirirdi? Zamanında neyden haberdar olsaydınız hayatınız farklı olurdu? Geçmişte yaptığınız hataları önleyecek bilgi neydi? Hayalini kurduğunuz hayat için neyi öğrenmeniz gerekecek?
Bu soruların cevapları öğrenme açlığınızı tetikleyip, iştahınızı körüklemeye başlayacaktır. Daha fazla detaya girip uzatmak istemiyorum ama bu safhanın neden önemli olduğunu sanıyorum anlamışsınızdır.
Cevaplara ulaştıktan sonra işiniz kolay. Çünkü insanlık tarihinin hiçbir döneminde elinizde belirecek reçetedeki ilaçları satan eczane sayısı bu kadar bol değildi.
Mesele kitap okumak değil, ‘okumak’ (öğrenmek)
En sık karşılaştığım hata kitap okumayı (yeni akımdaki karşılığıyla) pilates yapmayla karıştırmak. Derdimiz bir kitabı elimize alıp okumak değil, bir bilgiye erişmek. Dolayısıyla en başta bunun geleneksel, basılı bir formda olması şart değil. Şahsen cep telefonu, tablet ve bilgisayarımın ekranlarından okuduğum metinler, kitap ve dergilerden okuduğumdan misliyle fazla. Demek ki sorun teknolojik cihaz ve internet ile olan ilişkimizde değil, onlarla ne yaptığımızda gizli.
Bilgi fazlalığıyla başa çıkmanın yöntemlerini paylaşmaya çalıştığım bir başka yazımda değindiğim gibi ‘İşinize yaramayan, vakit öldüren sosyal ağları hayatınızdan çıkarın. Vaktinizi çalmaktan gayrı bir işe yaramaz.‘
Twitter’daki goygoy, Instagram’daki sahte mutluluklar, Facebook’taki Yılmaz Özdil yazıları, komik kedi videoları ve halanızın korkunç kadrajlı altın günü fotoğrafları varsın eksik kalsın. Bir süre sonra sosyal medyada karşınıza çıkan çoğu şeyin (bu yazıda anlatmaya çalıştığım anlamda) bilmenizde fayda olmayan, kamu malı olmuş (ve çoğunlukla havanda su döven) gündelik telaşlar olduğunu fark edeceksiniz. Oysa biz kendi ‘biricik’ hayatımızın anahtarını arıyoruz.
“Dil bir hapishanedir”
Dil, zihninizin sınırlarını belirler. Neyi düşünebileceğinize dağarcığınızdaki kelimeler karar verir. Ünlü Filozof Ludwig Wittgenstein‘ın sevdiğim sözüyle özetlersek: “dünyamızın sınırlarını dilimizin sınırları belirler”.
Dolayısıyla okumadan lezzet alabilmenin dil hakimiyetiyle doğrudan bir ilişkisi var. Bu yetenek aynen bir spor branşında sivrilme adına yapılan antrenman gibi okuyarak (biraz da yazarak) gelişen bir meziyet. Gündelik hayatı birkaç yüz kelime ile yaşadığımızı pek çok vesileyle duymuşsunuzdur. Bu yüzden ilk işimiz anadilimizi öğrenmek olmalı. Okuyunca garip gelmiş olabilir ancak (sadece) yüzde 14’ü yabancı kökenli olmak üzere 570 bin Türkçe kelime olduğunu hatırlatırsam söylediklerim biraz daha anlam kazanacaktır (TDK ve Nişanyan Sözlük benim en çok kullandıklarım arasında).
Dilin derinliklerine daldıkça inceliklere kapılıp gideceksiniz. Örneğin namus ve (çok az dilde karşılığı olan) iffet kelimelerinin dahi aynı olmadığını görüp yaşamın dili, dilin de zihni nasıl programladığını kavrayacaksınız. ‘Öğleden sonra metresle yapılan hızlı sevişme’ eylemi için ‘Cinq a sept‘ diye bir kelime belirlemek Fransızlardan başka kime layıktır mesela?
Buyrun bir merak konusu daha!
Dil, avlusunu ve duvarlarının yüksekliğini kendimizin belirlediği bir mapushane. Fakat bu kendi dilimizle de sınırlı değil.
Lanet mi yoksa nimet mi bilmiyorum ama pek çok bahaneyle karşınıza İngilizce diye bir lisan da çıkmıştır eminim. Üstelik bugün bu dil sadece İngiliz ya da Amerikalılara ait değil. Aksine neredeyse evrensel bir Esperanto. Dünyanın yeni ortak lisanı. Pakistan’da garsona sipariş verirken, Hollanda’da mantar peşinde koşarken, Japonya’da taksiciye dert anlatırken aklınıza gelen ilk ortak payda.
Dahası bu kolektif kullanım sonucunda İngilizce kendi içinde de görülmedik bir dönüşüm içinde. Dilbilimcilere göre 25 yıl içinde Amerikan İngilizcesiyle Britanya İngilizcesi arasındaki fark dahi İtalyanca ve Fransızca kadar açılmış olacak (Çingilizce ve İngrizce lehçelerine hiç girmeyeyim).
Meraka yönelik açlığınızı tabldot tepsiler yerine uçsuz – bucaksız bir açık büfeden gidermek istiyorsanız İngilizce -mutlaka değil ama- neredeyse şart (Ben yine insaflıyım; Bedri Rahmi Eyüboğlu en azından üç dilde ana avrat dümdüz gitmeyi şart koşuyor).
Peki nasıl öğreneceksiniz? Onun da ilacı internette var; üstelik bedava! Siz yeter ki niyet edin. Türkçe arayüzlü Duolingo hiç fena bir başlangıç sayılmaz mesela. Film izleterek İngilizce öğreten çok daha eğlenceli ve ilginç bir (Türk girişimi) seçenek de var: Voscreen.
(Yazarken anladım ki bu yabancı dil meselesi de ayrı bir yazı hak ediyor. Bir ara bakarız)
Peki ne okuyacağız?
Buraya kadar geldiğimize göre neden okumamız gerektiğini az-çok anladık. Kişisel meraklarımızı da keşfettik. Şimdi harekete geçme zamanı. Bu safha aynı zamanda benim en zorlandığım alan. Pek çok şeyde olduğu gibi kitaplar konusunda da tavsiyelerin yöntem olarak hatalı olduğuna inanıyorum. Bu, birisine “mutlaka pamuklu yeşil tişört giymelisin, çok yakışır” demekten farksız.
Ama mutlaka bir öneri isterseniz ‘Çok Satanlar’ yazılı raflardan uzak durmanızı söylerdim. Çünkü o gruptaki kitaplar çoğunlukla yayınevi ve kitap zincirlerinin ‘akçeli ilişkileriyle‘ şekillenir. Çok satmazlar ama çok satmaları istenir. Bu yüzden gözümüze sokulur. İnsanların çoğu da bu yönlendirmeye her zaman uyar. Tercih sizin elbette.
Bu yüzden bu kısımda topu taca atıp, neyi nerden alabileceğiniz ve nasıl okuyabileceğiniz konusuna geçmeyi tercih ediyorum.
Kitap alışverişi için birkaç tüyo ve alternatif kaynak
“Kitaplar çok pahalı” cümlesini sık duyuyorum. Bazıları cidden öyle. Fakat ben kitaba başka bir açıdan bakıyorum. Örneğin Bill Gates adlı bir Amerikalı küçük yaşından itibaren eline (altın tepside) geçen birçok fırsatı akıllıca kullanarak hem dünyayı dönüştürmeyi hem de gezegenin en başarılı ve zengin insanı olmayı başarmış. Sonra ömrü boyunca biriktirdiği her önemli bilgiyi kitaplaştırmış. 30 Liraya satıyor. 30 LİRA! Sizce bu, sunulan değer için yüksek bir bedel mi?
Kitaplar size bir ömürde birden fazla hayat yaşama fırsatı sunar. Yüzlerce yıl geçmişe ya da geleceğe taşır. Hayatınız boyu tecrübe edemeyeceğiniz şeyler yaşatır. Zamanı hızlandırır. Sizi Dünya vatandaşı yapar. Liste böyle uzar, gider.
Bundan sonraki önerileri maddeler halinde sıralayacağım:
- Büyük şehirlerde yaşayan ‘çoğunluklardan’ iseniz büyük zincir kitapçıların çoğunda kitapları almadan önce rahat koltuklara kurulup dilediğiniz süre boyu inceleme, kurcalama, okuma (hatta vaktiniz varsa baştan sona okuma) imkanınız var. Bu ayrıcalığı kullanın.
- Kitaplar hakkında bilgi sahibi olmak için (bulunduğunuz şehirde varsa) kitapçılar harika bir seçenek. Ama kitap satın almak için akıllıca bir tercih oldukları söylenemez. Baktığınız kitapları kitap zincirlerinin kendi web sitelerinde dahi ortalama yüzde 20 – 30 ucuza almak mümkün. Bu az – buz bir indirim değil. Tek sorun hemen sahip olamama, hemen ele alıp okuyamama sıkıntısı. Kargo ulaşıncaya kadar başka şeyler okursunuz artık 😉
- Yukarıdaki tavsiye için tek istisnam mahalle kitapçıları. Yaşadığınız yerde büyük zincirlere bağlı olmayan küçük bir kitapçınız varsa 3-5 Lirayı helal edin. O da hayatta kalsın.
- Kitap, internetten daha ucuz. Fakat elektronik seçenekler arasında da farklar olabiliyor. Ben her alışveriş öncesi Kitapmetre sitesine bakıyorum. Fiyat farkları düşündürücü aralıklarda seyredebiliyor.
- Kitapları e-kitap okuyucularda da okuyabilirsiniz (e-kitap okuyucu ile tabletler arasında tül perde ile panjur kadar fark olduğunu hatırlatmak isterim). Ben yaklaşık 5 senedir gayet memnun bir şekilde Kindle Paperwhite kullanıyorum (şimdi baktım da 139 Dolar’a aldığım cihaz yenileri çıkınca 45 Dolar’a inmiş).
- Kindle normalde (haliyle) sadece Amazon’un e-kitaplarıyla uyumlu ancak elinizdeki mevcut arşivi Calibre ve benzeri hizmetlerle dönüştürüp aktarmanız mümkün.
- Türkiye’de yasal olarak yayımlanan (son derece kısıtlı) e-kitapları çevirmeyle uğraşmadan okumak isterseniz Calibro (resmi sitesi), ve Kobo gibi seçenekler olduğunu da hatırlatırım.
- Denk gelirsem; en hoşuma giden (‘okuma’ desem olmayacak) tüketim şekillerinden biri de sesli kitap formatı. Genellikle bir seslendirme sanatçısının ağzından (hatta becerebiliyorsa bazen bizzat yazarının ağzından) kitabı dinlemek müthiş bir konfor. Kulaklığını tak ve yepyeni bir dünyanın içine dal. Yaklaşık 5-6 saatte bir kitabı bitirmenin keyfi bir başka oluyor. (İngilizce) sesli kitaplar için Audible kullanıyorum; Türkçe kitaplar için de Seslenen Kitap seçeneğini hatırlatmış olayım.
- “Kitabın tamamını sesli bile dinlemeye vaktim, dikkatim yok. Ben çok meşgul bir insanım. Tahmin edemeyeceğiniz kadar önemli işlerim, uğraşlarım var” diyorsanız (giderek artan sıklıkla kullandığım) tembel işi, (yani ‘çağdaş’) bir çözüm var: Blinkist. Almanya merkezli bu hizmet ücretli ve ücretsiz üyelik modellerine sahip. Ücretsiz üyelikte her gün sizin için seçilen 1 kitabın, yıllık 50 Dolar verirseniz ise (sürekli büyüyen) arşivindeki tüm kitapların ÖZETİNİ okuyorsunuz (yıllık 80 Dolar verince sesli olarak dinlemek de mümkün). Aslını okumuş kadar oluyor mu? ELBETTE HAYIR! Ama fikir veriyor. Hiç yoktan iyidir.
- Bazen anlaşılmaz fiyat etiketlerine sahne olsa da Türkiye’deki neredeyse bütün sahafları birleştiren Nadir Kitap sitesi de ikinci el ya da baskısı bitmiş kitap ve dergiler için harika bir kaynak.
- En hoşuma giden, mucize kabilinden hizmeti ise en sona sakladım: Better World Books. 2002 yılında aynı üniversitede okuyan 3 arkadaş tarafından kurulan ABD merkezli bu site ülkedeki neredeyse bütün sahafları ve 2 bin 300’ü aşkın üniversitenin 3 binden fazla kütüphanesini bünyesinde barındırıyor. Kütüphanelerden (çeşitli sebeplerle) imha edilmesine karar verilen kitapları toplayıp neredeyse kağıt maliyetine satıyor. Şu ana kadar sattığı kitap sayısı 250 milyon adedi geçmiş durumda!
Kazancının büyük bölümünü eğitim kurumlarına aktarıyor. Yoksul ülkelerdeki kütüphanelere bağışladığı kitap sayısı 21 milyonu geçmiş. Ama hala en güzel ayrıntısını söylemedim: KARGO BEDAVA! Kütüphanemdeki İngilizce kitapların hatırı sayılır bir bölümünü bu siteden aldım. Amazon’dan alacağım bir (basılı) kitabın nakliye bedeline buradan 10 kitap almak mümkün. Mucize desem bile tarif etmeye yetmiyor.
Kitap okutayım derken kitap kadar yazı yazmışım. Burada noktalayalım. Aklıma gelenler olursa döner, güncellerim.
Kapatırken (daha önce başka bir vesileyle paylaştığım) hatırlatmayı tekrarlayayım: Kitap okumak istiyorsanız yanınızda kitap taşıyın.
Okumak için asla uygun bir zaman, yer, vesile, fırsat olmayacak. Ama cebinizde, çantanızda, tuvaletinizde, başucunuzda, çekmecenizde, arabanızda; kısacası elinizin altında kitap olursa okumaya ne kadar çok vaktiniz olduğunu göreceksiniz.
Merakınızın asla sönmemesi dileğimle.
Görüşlerinizi paylaşın: