Bir kelimenin, ismin varlığıyla yokluğu arasındaki fark nedir? Peki arkadan güzel, önden çirkin görünen kızlara ne ad verilir?
İnternet Ekipler Amiri
Bir kelimenin, ismin varlığıyla yokluğu arasındaki fark nedir? Peki arkadan güzel, önden çirkin görünen kızlara ne ad verilir?
İnsana sunulan en büyük ayrıcalıklardan biri ‘lisan‘. Lisanın doğal uzantısı ise ‘yazmak‘. Dolayısıyla ‘okumak‘. Bilgiye çevrilen tecrübeleri yaymak için eşsiz, benzersiz ve gayet pratik bir yöntem.
Matbaanın icadına dek bilgiye sahip olmak, okuyabilmek, bilgi edinmek sadece küçük bir azınlığa tanınmış bir haktı. Kitaplar hattat denen uzman yazıcılar tarafından elle ve epey uzun süren, zahmetli bir çabayla yazıldığı için hem sayıca az hem de bedeli açısından sıradanlar için hayli ulaşılmazdı (Matbaanın mucidi Johannes Gutenberg’in bastığı ilk eserlerden birinin İncil olması boşuna değildi. Zira o dönemde Hristiyanların çoğu okuyamadığı bir kitabın buyruklarına iman ediyor; bu da ‘kitabı elinde tutan’ ruhban sınıfına ‘doğal’ bir üstünlük sunuyordu).
Zamanda hızla bir yolculuk yapıp günümüze geldiğimizde mevcut şartları o günle mukayese etmek neredeyse imkansız. Bilgi bugün kitaptan dergiye, internet sitesinden elektronik yayınlara kadar birçok formda mevcut, ulaşılabilir, bol ve tarihte hiç olmadığı kadar ucuz; hatta kimi zaman ücretsiz.
Fakat bu bolluğun karşısında bugün çok daha güçlü iki engel var: ilgi (dikkat) ve zaman.
İrili – ufaklı ekranlarda sosyal medyadan akanları hipnotize olmuşçasına takip etmeye çalışan insanlardan her şeyi bir kenara bırakıp, bir koltuğa çakılıp, saatler boyu bir şeyler okumasını beklemek kolay değil. Ama bilginin güç olduğunun her fırsatta yüzümüze çarpıldığı bu devirde, güce sahip olmak isteyenler için ne yazık ki başka da bir seçenek yok.
Mitoloji ve ezoterizme meraklı mısınız bilmiyorum. Bence olmalısınız. Dünü, bugünü ve yarını okuyabilmek adına çok önemli ipuçları, referans noktaları içeriyorlar. Öyküler, içindeki karakterler, isimler ve semboller pek çok mesaj taşır. Bir kısmının üstü sadece hak edenin, hakkı olanın bilmesi için örtülmüş, bir kısmıysa zamandan bağımsız anlaşılır kalabilsin diye metaforların içine gömülmüştür.
Kutsal kitaplarda dahi bahsi geçen Babil’i (ve meşhur hikayesini) eminim duymuşsunuzdur. Kutsal metinler arasındaki ilk izini Tevrat ve Zebur’u içeren Tanah’ta; ya da -bizde- daha çok bilinen ismiyle Eski Ahit’te buluruz (Kuran’da Babil Kasas:38 ve Bakara:102‘de geçse de hem lokasyon hem de anlam bakımından İncil ve Tevrat’tan farklı bir yoruma sahiptir).
Babil, Tekvin:11‘de şöyle anlatılır:
Başlangıçta dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri kullanırlardı. Doğuya göçerlerken Şinar bölgesinde bir ova bulup oraya yerleştiler. Birbirlerine, “Gelin, tuğla yapıp iyice pişirelim” dediler. Taş yerine tuğla, harç yerine zift kullandılar. Sonra, “Kendimize bir kent kuralım” dediler, “Göklere erişecek bir kule dikip ün salalım. Böylece yeryüzüne dağılmayız.”. RAB insanların yaptığı kentle kuleyi görmek için aşağıya indi. “Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar” dedi, “Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar”. Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu. Bu nedenle kente Babil adı verildi. Çünkü RAB bütün insanların dilini orada karıştırmış ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıtmıştı.
Efsanelerde de olay aşağı yukarı böyledir. Kuleyi inşa edenler Tanrıların laneti sonucunda bir anda birbirlerini anlamaz hale gelir. İnşaat durur, kule yarım kalır. İnsanlar kendilerini anlayacak birilerini bulmak uğruna (etrafında anlaşabildiği küçük gruplar eşliğinde) dağılır. Buradaki ‘kule’ metaforu / sembolü çok tartışmalıdır ama konumuz bu değil.
Kendimi bildim bileli ‘Türkçe elden gidiyor’ temalı tartışmalar dinledim. Okul yıllarındaki münazara derslerinin bile başucu konularındandı (adı münazara olan bir ders için ironik olsa da).
Özellikle teknolojinin etkisiyle İngilizce kelime ve terimlerin gündelik hayata aynen yerleşmesini sadece bize has bir problem olduğunu sananlar var. Şahsen her kelimenin her dilde farklı bir karşılığı olmalı mı emin değilim. Babil halkının lanetini daha kaç kuşak boyu çekeceğiz acaba?
İnternetin birbirine bağladığı makina, insan ve fikirlerin karşılaştığı tek engelin dil olması hüzünlendirmiyor desem yalan olur.
Değinmeye gerek var mı bilemiyorum ama ben hayatımı Türkçe sayesinde kazanıyorum. İşimin neredeyse tamamı (konuşma / yazma) kılcal damarlarına kadar anadilime bağlı. Fakat gayet farkındayım ki İngilizce bilmiyor olsaydım (yani İngilizce kaynak taramalarından, kitaplardan, dergilerden mahrum kalsaydım) mesleğimde bu kadar ilerleyemezdim. Üretilen içeriklerin yoğunlaştığı dil ile ilgili bir durum bu elbet. İtalyanca bilsem muhtemelen bu denli hayrını göremezdim.
Ne olursa olsun, treni kaçırmış bir milletin çocuğu olarak farklı dillerin sırtımdaki yükünü her an hissettim.
Geçen hafta Sosyal Medya’da epey leziz konulara değindik. Büyük bir kısmını burada özetledim. Lisan ve zihin ilişkisinden dem vururken Bülent Somay ilginç bir ayrıntı hatırlattı; oradan yürüyerek bir şeylerden bahsedeceğim.
Twitter’ın 140 karakter sınırının bizi giderek daha kısa cümlelere alıştırdığı bu dönemin en popüler konusu. Dilin imkanları, zenginliği; insan zihninin kapasitesi ve olanaklarını düşününce bu kısıtlama benim için bir alışkanlık değil; düpedüz hak mahrumiyeti. Zaten zamana karşı duruşunda her geçen gün eriyen Türkçe bu yeni dalgayla giderek daha da sığlaşıyor.
[box type=”info”]Kafanızda bir resim oluşturması açısından; bugün İngilizce’de 1 milyondan fazla kelime var. Güncel dile ait olan kısım 250 binin üstünde. Bu hacmin gerekçelerinin başında teknolojik, politik ve ekonomik güç geliyor. İcatlar, yeni kavramlar, bilimsel terimler İngilizce konuşan kültürde yeşeriyor (1 milyonuncu kelime Web2.0 olmuş örneğin). 2005’te yayımlanan Güncel Türkçe Sözlük ise 104 bin kelime içeriyor.[/box]
Bu rakamlar sizi yanıltmasın. Sözlükteki kelime sayısıyla güncel yaşam dili arasında herhangi bir paralellik yok. Örneğin İngiliz dili cambazı ünlü edebiyatçı William Shakespeare 60 bin kelimeye hakimdi (ki aslında Shakespeare diye birinin var olmadığına; dönemin ünlü yazarlarının kollektif bir hayal kahramanı olduğuna dair yıllardır süregelen ciddi bir tartışma da var).