İnternet algısındaki en yaygın hata onu teknolojik tanımına kıstırmak. Otomobilleri ulaşım aracı olarak kabul etmek, futbolu sadece futboldan ibaret sanmak gibi. Oysa her şeyin kendi ana işlevi ve tanımının ötesinde bir değer yargısı, algısı ve etki alanı var.
Benzer şekilde teknolojinin de insani yüzünü; onun bizi, bizim onu dönüştürme gücü ve şeklini görmezden geliyoruz.

Başka bir fırsatla değindiğim The School of Life, tam da bu tip ‘arada kaynayan’ temel konuları hatırlatıp rutin gündemle büzüşen zihinlerimizi esnetmeyi hedefliyor. 2008 yılında Londra’da başlayan bu heves kısa sürede Hollanda, Avustralya, Fransa, Brezilya ve Sırbistan’a yayıldı.
Sonunda İstanbul’da da hayata geçti, ben de eğitmenlerinden biri oldum.
18 Ocak 2015’te; yani önümüzdeki Pazar günü 16:00 – 19:00 saatleri arasında santralistanbul‘da ‘Dijital Çağda Hayatta Kalma Rehberi‘ başlıklı bir ders vereceğim.
Bu buluşmanın benim için önemi herhangi bir şirketin, sektörün davetlisi olmadan konuşabilecek oluşum. Karşımda ticari bir beklenti veya kaygıya sahip olmayan kişilere hitap edebilme ihtimali de heyecan verici. Umudum birbirinden alabildiğine farklı kişilerle karşılaşmak. Bahsedeceklerimi 4 ana başlık altında topladım:
Modern Yaşamın Açmazları
- Seçenek bolluğu.
- FOMO ve kronik telaş.
- Başarı ve kusursuzluk baskısı.
- Taktir edilme tutkusu ve ifade sıkıntısı.
- Bütün çabaya rağmen doldurulamayan boşluk.
Ders içeriği
Bugün önceki kuşaklardan çok daha güvenli bir çevrede yaşıyor; çok daha fazla kaynak, ürün ve hizmete erişebiliyoruz. En ölümcül hastalıklara dahi çareler buluyoruz. Ömrümüz uzuyor. Her alanda neredeyse sonsuz seçeneğe sahibiz.
Ne var ki bütün bunlara rağmen tarihin en mutsuz, huzursuz, geleceğinden endişeli kuşağıyız. Üstelik öngörüler çok daha çetrefilli bir gelecekten bahsediyor.
Oysa dünya hiçbir zaman yaşamak için ideal bir yer olmadı. Ve biz her zaman bir şekilde güçlüklerle başa çıkmayı, ilerlemeyi, gelişmeyi, ümit sahibi olmayı başardık.
Esas sorunları gözden kaçırıp, yanlış sorulara cevap arıyoruz. İşimizi, aşkımızı, tatilimizi, kariyerimizi; kısacası her şeyimizi planlama hastalığı bizi sürprizlerden kopardı. Hayatımızın büyük bölümünü algoritmalar yönetiyor.
Tatminsizlikten beslenen satış ve pazarlama kampanyaları bizi her şeye sahip olup hiçbir şeyden mutlu olmayan varlıklara dönüştürdü. Tüketerek mutlu olamadığımızı fark ettik fakat neye tutunacağımızı kestiremiyoruz.
Bütün bu süreçte birbirimizden fazlaca koptuğumuz için olsa gerek danışacak, dinleyecek, akıl alacak kimsemiz de kalmadı. Oysa birbirimizden haberdar olmak, beraber bir şeyler yapmak ve bir şeylerin parçası olmak için bizden önce kimsenin sahip olmadığı araçlara sahibiz. İrili ufaklı cihazlarımıza tutkumuz bu yüzden boşuna, anlamsız değil.
Birbirimizi yeniden keşfediyor, yeni bir dünya ve kültür inşa ediyoruz.
Bu atölyede bize başarı olarak gösterilen hedeflere ulaşma stresi altında tükettiğimiz hayatlarımızın hikayesine bakacağız. Dijital araç ve hizmetlerin şekillendirdiği dünyada çizgileri nasıl aşacağımızı, kontrolü nasıl ele alabileceğimizi inceleyeceğiz.
Görüşlerinizi paylaşın: