Bu yazıyı geçen hafta yazmaya başlamış ancak yarım kaldığı için yayımlayamamıştım. Giriş kısmını bunu göz önünde bulundurarak okumanızı rica ederim.
‘İstanbul’a kar yağdı, memlekete kış geldi’ şeklinde bir gazeteci klişesi vardır. Bütün ana akım medya İstanbul’da olduğundan ülkenin büyük bölümünü felç eden (ve ancak ekranına düşen ajans bülteni sayesinde haberdar olduğu) kara kışı ancak kendi üstüne kar çökünce fark eder. Ki düşününce doğrusu da budur; yerel medya bunun için -bizden gayrı- her yerde güçlüdür.
Başka mesele.
Dün İstanbul’da beklenen kar yağışı başladı, gece hızını arttırdı, bugün de devam ediyor. Okullar tatil. Akşam bir sunum yapacaktım; ertelendi. Bir ödül törenine katılacaktım, o da öyle. Mecburen yollara düşmek zorunda kalanların –yok yere çektiği– çileyi iştahla köpürten haber bültenlerini dinlerken keyifle yaptığım tostumu, demlediğim çaya katık ettim. Ardından koltuğuma ve kitaplarıma gömüldüm.
Kısmetime Halil Cibran çıktı ve her zamanki gibi keyif verdi.
Bir şeyler okumak benim gibi işi okumak, yazmak, konuşmak olanlar için dahi bunca talihsiz bir zincirlemeye muhtaç hale geldiyse düşündürücü. Yine de okumak isteyene bahane bol. Çoğu zaman çantanıza bir kitap / dergi koymak bile yeterince işe yarıyor (gün içinde farkında olmadığınız ne kadar boşluğunuz olduğunu anlamak için en iyi yöntem).
Okumak istemeyen için bahane daha da bol elbet.
Çizginin dışına taşabilmek
Belki Halil Cibran değil ama okumak bir mecburiyet. Memlekette işsizlik oranı yüzde 10’u geçmiş. Yarısı gençlerden oluşan 80 milyona dayanmış nüfuslu ve (kalitesi tartışılır) iki yüze yakın üniversiteden oluk oluk mezun veren bir ülkede sıradanların hiçbir şansı yok.
Bu kalabalık içinde avantaj sağlamak için farklılaşabilmek; onun için de ekstra bir şeyler okumak gerek. Ne mutlu ki isteyene daha önce kimsenin sahip olmadığı kadar bol seçenek var (kitaplar, bloglar, forumlar, vs).
Kaynakların herkese açık olduğu bir devirde dahi farklılaşmak hala mümkünse (ki öyle) okuyan kesim -hala- az demektir. Şahsen bundan şikayetçi değilim. Zira hayatımı bir anlamda bu sayede kazanıyorum. Bu yüzden çoğu konuşmama “size sizin kendi başınıza öğrenme ihtimaliniz olmayan hiçbir şey anlatmayacağım” diyerek başlıyorum. Yine de anlattığım şeylerin çoğunu, dinleyenlerin büyük kısmı ilk defa duymuş oluyor.
Bu blogda ya da farklı mecralarda yazdığım; televizyon yayınlarında konuştuğum hiçbir bilgi bana vahiy yoluyla inmiyor (çok isterdim). Hepsi açık kaynaklardan derleniyor (okumak tek başına yeterli değil; anahtar kelime ‘derleme’). Bilgiye ulaşma konusunda sahip olduğum ayrıcalıklar yok denecek kadar az.
Örneğin bu blogda ya da paylaştığım sosyal medya hesaplarımda hafta özetlerine gelen yorumlara bakarsanız “bu kadar şeyi nasıl takip ediyorsunuz?” sorusunun sıkça tekrarlandığını görürsünüz. Cevabım hep aynı: saatlerce, sabırla okuyarak. Keşke başka bir yolu olsaydı.
Okumakla ‘taramak’ arasındaki fark
İnternet çağında (okuma yoluna baş koyanlarda dahi görünen) yeni bir tarz oluştu: göz gezdirme.
Bunu ilk fark edişim doksanların sonuna doğru Radikal gazetesini internete geçirdiğimde olmuştu. Haberlerimiz diğer gazetelere kıyasla daha uzun metinlerden oluşmasına rağmen istatistiklerin gösterdiği sayfada kalış süresi son derece düşüktü. Akla iki seçenek geliyordu: ya ülkenin en hızlı okuyucuları bizi tercih ediyor ya da tıklanan sayfalar okunmadan şöyle bir kaydırılıp geçiliyordu.
İlk seçeneğe pek ihtimal vermedim.
FOMO çağında bunun yansımalarını sadece yazıda değil videolarda da görmek mümkün. Sonuna kadar izlenen videoların oranı sürekli düşüyor.
Yine de EN ilginç haller e-kitaplarda.
Elektronik kitapların (daha doğrusu e-kitap okuyucuların) tek tıkla satın alıp okumaya başlama, (İngilizce başlıklarda) zengin seçenek, taşınabilirlik, tabletler gibi göz yormama, arama yapabilme, not tutabilme gibi birçok avantajı var (e-kitap formatında okumanın zihne kağıttan okumak kadar işlemediğini savunanlar da yok değil).
Özellikle yabancı kitaplarda kullandığım Kindle Paperwhite‘ın çok ilginç bir sosyalleşme özelliği var. İsterseniz okuduğunuz kitabı okuyan diğer kullanıcıların hangi cümlelerin altını çizdiğini ve ne gibi notlar tuttuğunu görebiliyorsunuz. Bu kitaptan aldığınız keyfi katlıyor (yorumcuların genelde çok azının yorum yazdığı şeyi okuduğunu unutmalayım biz yine de).
(Kobo’da kullanıcıya da açık olan) bu okuma performansının kayıtları başka hiçbir şekilde bilemeyeceğimiz bazı ayrıntıları da içeriyor. Kindle özelinde bunu şöyle özetleyebiliriz: (Kindle’ın üreticsi) Amazon, kimin hangi kitabı okuduğunun ötesinde kitabın ne kadarını ne kadar süre okuduğumuzu da biliyor.
Eş dost alışverişte görsün
Wisconsin Üniversitesi Matematik Profesörü Jordan Ellenberg geçen yıl bu verilerinden yola çıkarak bir araştırma yaptı. Yöntem olarak Kindle ile altı çizilen satırların hangi sayfalarında yoğunlaştığına baktı. Böylece kitapların ne kadarının okunduğunu hesapladı (öngördü de diyebiliriz).
2014’ün en çok satanlar listesinde yer alan e-kitaplar üstünde yürüttüğü çalışmanın sonucu kelimenin tam anlamıyla ibretlikti (listedeki satırların sonunda yer alan yüzdelik değer kitabın ne kadarının okunduğunu temsil ediyor):
- The Goldfinch / Donna Tartt / %98.5
- Catching Fire / Suzanne Collins / %43.4
- The Great Gatsby / F. Scott Fitzgerald / %28.3
- Fifty Shades of Grey / E.L. James / %25.9
- Flash Boys / Michael Lewis / %21.7
- Lean In / Sheryl Sandberg : %12.3
- Thinking Fast and Slow / Daniel Kahneman / %6.8
- A Brief History of Time / Stephen Hawking / %6.6
- Capital in the Twenty-First Century / Thomas Piketty / %2.4
Son yılların küresel çapta en popüler kitabının en okunmayan kitap olması gerçekten düşündürücü. 768 sayfalık hacminin bunda mutlaka etkisi vardır ama yine de bu sadece %2,4’ünün zihinlere yerleşmiş olmasını açılamak için yeterli değil. Rakama vurduğumuzda ortalam sadece 26 sayfası okunmuş bir kitaptan söz ediyoruz!
Frenkler bu duruma edebi kuraklık diyor.
Daha ilginç bulgular da var. Örneğin:
- En çok altı çizilen kitapların başında ‘The Hunger Games’ (Açlık Oyunları) geliyor.
- İncil, Kindle’da (da) en popüler kitap.
- Telif hakkı bittiğinden dolayı ücretsiz indirilebilen eski dönem klasiklerini hemen herkes çekiyor. Ama neredeyse hiç kimse okumuyor.
- İnsanlar hayatını düzenleme / düzeltme konusundaki kitaplara fena halde meyilli (kişisel gelişim denen martaval her yerde popüler).
- Romanlara ilgi azalıyor.
- Yüklenen ders kitapları arasında en popüler olanlar tıp alanında.
- ABD Başkanları arasında altı en çok çizilen kitabın sahibi George W. Bush (güler misin, ağlar mısın?).
Spor salonuna yazılınca zayıflayacağımızı sanmamız gibi kitap alınca (ya da bir yerlerden indirince) okuyacağımızı, film / dizi / şarkı çekince izleyip dinleyeceğimizi sanıyoruz.
Siz neyse ki en azından bu yazıyı okumuş oldunuz.
YOKSA SADECE GÖZ MÜ GEZDİRDİNİZ?
Görüşlerinizi paylaşın: