Bu yazının yer aldığı kategorinin adı ‘Kişisel’. Ailemi ilgilendiren kısmı haricinde (sosyal mecraları kullanmayı bilene) hayli şeffaf bir hayatım olmakla birlikte yine de bazı şeylerin burada altını biraz daha çizmek, eşelemek istiyorum.
Hayatım fazlasıyla yoğun, malum. İş denen illet, bir habis gibi hayatımın her tarafına saçılmış durumda. Sebepsiz yere de değil aslında. Çalışarak bir şeyi başarmanın, ortaya çıkarmanın hazzı başka çok az şeyde var. Sıfırdan bir şeyleri var edebilmek, onu kabul ettirmek, geliştirmek insanın yaşadığı zaman dilimindeki tek avuntu kaynağı. Üstelik sonu da yok; iş asla bitmez.
Benim hep yoğun bir hayatım oldu. Boşlukta kalmaktan korktum. Miskinliklerim okulda teneffüs aralığında içilen kaçamak sigaraların tedirginliğinde geçti. Ki sanılanın aksine aslında çalışmayı sevmeyen; hatta özünde tembel bir insanım. Tek farkım geleneksel tembeller gibi yan gelip yatmak, ertelemek yerine inadına çalışıyor olmam.
Üstelik yakın dönemde hayatımdaki bütün parametreleri altüst eden bir gelişme oldu: baba oldum.
Ali ve Zeynep doğduğu sırada Doğan TV Holding’te taze bir heves ve geniş yetkilerle; belki de hayatımda plaza kariyeri adına edinebileceğim en üst düzey pozisyonda çalışıyor; bir yandan da Radikal gazetesindeki sayfamı hazırlamaya devam ediyordum.
Hayal (ve vaad) ettiğim şeyleri orada gerçekleştiremeyeceğimi kısa sürede anlamıştım. O ölçekteki kurumların sisteminin çarklarını değiştirme hayali bile ütopikmiş.
Çocukların doğduğu hafta, insanların ego ve koltuk sevdalarıyla boğuşmaktan bıkmanın zirve yaptığı bir günün ertesi, sabah uyanıp içimden kendime “ben yapamayacağım” dedim. Ardından holdinge giderek İcra Kurulu toplantısında kararımı bildirdim. 2-3 hafta içinde işlerimi toparladım, yeni kişilere devrettim ve ayrıldım.
İnternete dair hayallerimi gerçekleştirmek için yeni mekanım MYK Medya oldu. Baştan sona öyküsünü uzun uzun anlatmıştım. Bir şirket kurma kararına rağmen aslında hayatı boyunca kurulu düzenlerin içinde yer almak dışında hiçbir tecrübem yoktu. Bir internet şirketi kurmanın; hatta onu geçtim şirket kurmanın tam olarak ne demek olduğunu bilmiyordum.
Cahil cüreti işte.
Burada önce Teknsohbet.TV‘yi, ardından Yahoyt, Televidyon ve Kaybolduk.biz‘i hayata geçirdik. Alkışlarla Yaşıyorum‘u aramıza kattık. Birçok çizgi altı ajans hizmeti verdik. Onlarca firmayla çalıştık. Sokak röportajları, kitapçıklar, reklam tasarımları, web siteleri, e-eğitim programları, animasyonlar, stop-motionlar, PDF dergiler ve daha nice şeyler yaptık.
Fakat hepsinin bir bedeli vardı. Başta zihin ve beden yorgunluğu, uykusuzluk, vicdan azabı… Ama buna karşılık toplanan ve değeri her gün artan birikim. Küçücük bir ofiste, 3 kişi çıktığımız yolda büyüdük, büyüdük; Türkiye ölçeğinde tanınan, sektöründe bilinen bir noktaya geldik.
Bana en çok sorulan soruyu da bu vesileyle üstü kapalı da olsa cevaplamış olayım. 3 yıla yakın bu serüvende güzel paralar kazandık. Kazancı da hep işe, personele yatırdık. Eminim bizim yaşımızda, bizim kadar vergi vermiş, yatırım yapmış internet şirketi azdır.
Çok güzel insanları bir araya getirdik. Hepsi konularına hakim, dijital kafalı, özel zevkleri olan kişilerden oluştu. Çok güldük, çok eğlendik. Eğlenebileceğimiz bir çalışma ortamı ve gurur duyacağımız işler çıkarttık. Hiçbir işimiz sıradan olmadı.
Bütün bunlar olurken elbette benim sorumluluklarım hep arttı, yüküm çoğaldı, belim büküldü, saçım-sakalım ağardı. En kötüsü çocuklarımın bana en çok ihtiyaç duyduğu dönemde haftada toplam 10 saat zor görür hale geldim. Yönetim, mali işler, tahsilatlar, personel, içerik, istikrar, tanıtım, pazarlama gibi tesbih tanesi gibi çoğalan başlıkların hepsi bir karabasan gibi üstümü kapladı. Üstelik çoğalan sorumlulukların takip zorluğundan dolayı gelirde de tehlike çanları sesini duyurmaya başladı. Ve bu 3 yıl içinde iş yaşamımda hiç olmadığı kadar yıprandığımı hissettim.
Bütün bunları düşünüp dururken bir kere daha (hayatımda pek çok sefer yaptığım gibi) “artık yeter” dedim.
Geçen Cuma ortaklarla bu fikrimi paylaştım. Sağolsun, anlayış gösterdiler. Ben de Cumartesi-Pazar’ımı yeni hayatımı düşünerek geçirdim.
Aldığım kararlar ve koyduğum hedefler önem sırası gözetmeksizin ana hatlarıyla şöyle:
- MYK Medya’daki yöneticilik görevimi bırakıyorum. Bu görevi üstlenecek başka birini bulacağız. Bundan böyle şirkette hissedarlık dışında bir bağım olmayacak. Ofise bile muhtemelen (umarım) çok nadir uğrayacağım.
- (Timur’un yoğunluğunu hariç tutarak) Teknosohbet‘e muhtemelen daha fazla zaman ayırabileceğim.
- Radikal’in ilk gününden bu yana sürdürdüğüm Sanal Alem sayfasını yeni bir fikir bulur bulmaz bırakacağım.
- Artık teknoloji dışındaki konularda yazacağım. Hatta mümkünse artık ‘gazetede’ teknoloji yazmayacağım.
- Yapabilirsem Radikal dışında bir gazeteye geçeceğim.
- Bir televizyon programı yapacağım (teknoloji konulu değil).
- Çocuklarıma daha fazla zaman ayıracağım. Mümkünse her günümün yarısını onlarla geçireceğim.
- Uzun, kaygısız, düşüncesiz uykulara yatacağım.
- 15 kilo vereceğim. Bunun için yapabilirsem her gün hep ihmal ettiğim spor / spa salonumu ziyaret edeceğim.
- Uzun zamandır planladığım kitabımı yazmaya başlayacağım.
- Okunmak için bekleyen 40’a yakın kitabı bir çırpıda bitireceğim.
- Krem rengi bir Vespa GT250 alacağım (ilk bu hedef gerçekleşecek gibi sanki).
- Türkiye Korsan Partisi Hareketi ile ilgili bütün sorumluluklarımı devredeceğim.
- İnternetle ilgili (aktif yönetici olarak görev almayacağım) bir girişim daha yapacağım.
Son birkaç yılda benle bir şeyler yapmak isteyen çok sayıda kişiyle tanıştım. Ama şu an sütten yanık ağzımla yoğurda bile ürkerek bakıyorum. Yine de bunlardan bir ya da birkaçını değerlendirmeyi düşünebilirim. Hatta bunların içinde birisi fena halde kafama yatmış durumda; bakalım.
En büyük korkumsa şu: ben rahat duramayan biriyim. Neredeyse 20 yıldan fazla bir süredir aralıksız, nefessiz, sürekli yükselen bir tempoda çalışıyorum. Hayatımda ancak şu yaşımda nasip olmuş böyle bir boşluğu daha beter bir şekilde doldurmaktan gerçek anlamda korkuyorum.
Ve gecemi gündüzümü verdiğim, her şeyine emek çektiğim; yeri geldiğinde kodunu yazdığım, veritabanını şekillendirdiğim, çivisini çaktığım, duvarını boyadığım, kamera önünde nefes tükettiğim, sistemini kurduğum bir yapıyı böyle bir çırpıda bırakmak da biraz içimi burkuyor.
Ama böylesinin çok daha iyi olacağına eminim.
Kendimi uyandığında kelebeğe dönüşecek bir tırtıl, derisini değiştirecek bir yılan gibi hissediyorum. Bunu tarif etmesi çok güç. Bu hayatımı böylesine kökten ilk değiştirmem değil, son da olmayacak. Başta acıtsa da sonrasında her zaman hayata karşı beni çok daha güçlü kılacağını aşağı yukarı biliyorum.
En önemlisi sahip olduğum şeylere bana sahip olma zevkini tattırmak istemiyorum.
Yine de kesinlikle emin olduğum bir şey var: odamı çok özleyeceğim! Bunu size kelimelerle anlatmama imkan yok.
Hakkınızı helal edin.
See you in another life brothers…
Görüşlerinizi paylaşın: