Ben hep çocuk sahibi olmayı hayal ettim. Bunu gerçekten istedim. Eğer eşime saygımın bir ispatı gerekiyorsa bu arzumu 9 sene bastırmış olmam yeterlidir sanıyorum.
İkizlerimiz Ali ve Zeynep önümüzdeki ay 2 yaşına girecekler.
Babalığa dair 2 yıllık süreçte anlatacak çok şey birikti. Fakat aynı sürede anneliğe dair biriken gözlemleri hatırlayınca susmayı tercih ediyorum.
Babalık dünyanın en yalandan unvanı. Erkeklerin kendi kendine biçtiği içi boş bir kaftan.
Tamam; mamalarını da yaptım, sütlerini de verdim, yemeklerini de yedirdim, altlarını da değiştirdim, kakalı kıçlarını da yıkadım, onu da, bunu da yaptım ama bunların hiçbiri beni bir anne yarısı bile yapmıyor (gerçi baba olan arkadaşlarımın çoğu yukarda saydıklarımın yarısını bile yapmış değil).
Bunun tam tersinin yaşandığı durumlar da vardır mutlaka.
Çocuklarım henüz konuşamıyor. 20 kelimeyle yaşayabildikleri küçücük bir dünyaları var. Yani iletişimimiz henüz temel ve anlık ihtiyaçlar ekseninde dönüyor.
Ama ne yalan söyleyeyim; çok güzel ‘baba’ diyorlar.
Sabah yatağıma girip uykumun en güzel yerinde beni uyandırıyorlar. Belgesellerde baba aslanın tepesinde yuvarlanan yaramaz yavruları gibiler. Çok güzel kokuyorlar. İnsana her şeyi unutturuyorlar. Daha doğrusu onlara bakınca başka her şeyi unutmak istiyorsunuz.
İşin garibi, başarıyorsunuz da.
Son günlerde kafamı onları eğitme, yetiştirme, şekillendirmeyle ilgili konular meşgul etmeye başladı. Düşünceler kimi zaman endişeye, buhrana sürükleyebiliyor. Etraflarındaki her şeyi ne kadar kolay kapıp hayatlarına soktuğunu görünce her şeye daha fazla dikkat eder hale geliyorsunuz.
Size benzemek, sizin gibi hareket etmek, sizin gibi tepkiler vermek istiyorlar. İnsan beyninin taklite ne kadar yatkın olduğunun iki canlı belgesi.
Bir yandan da asileşiyorlar.
Kendi karakterleri oluşuyor ve itiraz ediyorlar. Aynen bizim gibi öğrendikleri şeyleri yaşayarak, tecrübe ederek öğrenmek istiyorlar. Bir adım daha atarlarsa düşeceklerini bilen anne babalarının tecrübelerini yine anne babalarının bir zamanlar yaptığı gibi ‘düşerek’ edinmek istiyorlar (bu ilginç bir şekilde hoşuma gidiyor).
Ve böyle durumlarda aklıma Halil Cibran‘ın ‘Çocuklar’ şiiri geliyor.
Çocuklar
Halil Cibran
Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat’ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhlar yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur.
Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin
Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.
Geçenlerde okuduğum bir blog yazısının da kafamda yer ettiğini söylemem gerek.
Karışık işler vesselam.
Görüşlerinizi paylaşın: