Gençleri ve geleceği temel alan bir önceki yazımda da değindiğim gibi 1 hafta kalan Cumhurbaşkanlığı seçimini sonrasını dert eden bir fikir dizisinin ikinci ayağı bu. Müstakbel Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın masasındaki yapılacaklar listesinin ilk sıralarında neler olmasını isterdim, kendimce onları sıralamaya ve altını doldurmaya çalışıyorum (bir iddia ya da beklenti içinde olmadan).
Bu ülkenin eğitim sisteminden bizzat çok çektiğim için hep temkinli yaklaşmaya; hatta uzak durmaya çalışıyorum. Ben eğitim sisteminin ciğerinden söküp atmak için epey uğraştığı, sonunda duvara yapıştırdığı bir balgamım. Ama bu yazının konusu bu değil. Yine de (söylemeden edemeyeceğim) bireysel ve toplumsal gelişimin önündeki en büyük engelin -mevcut yapısıyla- eğitim bizzat kendisi olduğunu, bugünkü eğitim ve ölçme sisteminin hayatın beklentileriyle tezat oluşturduğunu ve bizzat eğitmenlerin -yeni nesil- eğitime muhtaç olduğunu düşünüyorum.
Şu yaşıma dek edindiğim en büyük ve faydalı tecrübe: insan denen varlık çok ama ÇOK nadir olarak gerçekten düşündüğünü söyler ve söylediğini yapar.
Bu mantıkta örneğin İnsan Kaynakları temsilcisinin iş görüşmesinde sorduğu “Kendini 5 yıl sonra nerede görüyorsun?” sorusu ne seninle ne de 5 sene sonrasıyla ilgilidir. 5 yıl sonra annen hayatta olacak mı bakalım, var mıdır böyle dertleri? 3 sene sonra bir öykü kitabın yayınlanacak; umrunda mı onun?
Bu soru şirkette ne kadar uslu, uyumlu olacağınla ve onlara ne kazandıracağınla ilgili ipucu toplamak içindir. Elbette ki böyle şeyler dan diye sorulmaz. Beşeri ilişkilerde her şeyin bir usulü vardır. İlk flörtte sorulan sorular gibi.
Eğitim de devletin vatandaşı yontma usulüdür. Bizi çocuk yaşta ailemizden koparır, kollarına alır ve oturmayı, kalkmayı, itaat etmeyi, bizim için belirlenen zaman ve şartlara uymayı, kurallara saygılı, düzgün bir birey, faydalı, hayırlı bir vatandaş olmayı öğretir. Kutsallarımızı belirler. Kimi sevip kimden nefret edeceğimizi o küçük aklımıza sokar.
Nasıl ki ordular coğrafyaları, rakipleri ve imkanları doğrultusunda asker yetiştirirse, devletler de eğitim ile hemen hemen aynı kriterler doğrultusunda ‘işgücü’ yetiştirir.
İktidarlar ise kimi zaman bunun yanında (potansiyel) ‘seçmen’ yetiştirmek ister. ‘Parti Devleti’ tabiri bu yüzden tehlikelidir. Devlet ile iktidarın ilişkisi çizgiyi geçerse, herkesin devleti sadece bir partinin seçmenlerinin devletine dönüşür. Adaletten sağlığa, eğitimden yatırıma her şey, sonsuza dek var olması hedeflenen devletin değil, varlığı seçimlerden galip çıkmasına bağlı ‘dönemsel’ bir partinin zihniyetiyle işlemeye başlar. Bir süre sonra parti ve devlet arasındaki öyle karışır ki o partisiz devlet düşünülemez hale gelir. Bunun tarihteki en popüler örneği Adolf Hitler dönemindeki Almanya’dır. Detaylarına hepimiz az-çok vakıfız sanıyorum.
Eğitim işte bu yüzden her şeyden ayrı ve önemlidir. Çünkü devletlere (ve iktidarlara) körpecik zihinleri dilediği gibi formatlama imkanı sunar. Eğitimle mümkün olanları başka araçlarla gerçekleştirmek çok güçtür.
Üstelik eğitim ‘kumarı’ oynanırken masaya atılan her fiş, bir ülkenin uzun dönemli kaderidir. Zira eğitim en az 15-20 sene sonrasına yapılan türden bir yatırımdır. Yani bugün aldığımız kararlar ışığında çocuklarımızı en erken 20 sene sonrasının Türkiye ve dünya koşullarını, dinamiklerini, ihtiyaçlarını öngörerek; kendi avantaj ve dezavantajlarımızı tartarak bulduğumuz bir yol ile eğitiyoruz.
Belki de öyle olduğunu varsayıyoruz. Nurettin Topçu aramızdan ayrılalı 43 sene oldu. Ama bir sözüyle zihnimde hala yaşıyor:
Ne olursa olsun eğitimin alan için de veren için de amacı belli: kaba tabirle ‘bir baltaya sap olmak’. Öyleyse gelecekte ne tür baltalara ihtiyaç olacak ve bizden nasıl bir sap çıkar, iyice düşünmek gerek.
Bu serinin (yazının başında da değindiğim) Gençlik temalı olanında bir ülkenin en büyük gücü olan tarım ve sanayinin bugünü ve muhtemel yakın geleceğine bakmıştım. Özetleyecek olursak:
- İmalat sektörü insandan arınma adına görülmedik bir yarış içinde. Sanayi Devrimi çağında insanların emrinde bolluk çağını, işçi ve işveren sınıfını yaratan makinalar bugün hiçbir insana ihtiyaç duymadan fabrikaları ele geçiriyor.
- Kamboçya, Endonezya, Filipinler, Tayland ve Vietnam’da yaşayan yaklaşık 137 milyon maaşlı işçi (toplam iş gücünün yüzde 56’sı) yüksek risk altında.
- Bu sayede teknolojinin öncü ülkeleri doğal olarak imalatın da öncüleri olma yolunda ilerliyor.
- Dış ülkelere imalat tesislerinde ucuz işgücü (düşük maliyet) pazarlayarak istihdam yaratan Çin, Hindistan, Türkiye ve benzeri ülkelerin ekonomik anlamda rekabetçi kalabilmesi için hızla robotik imalat süreçlerine uyum sağlaması gerekiyor. Bu konuda en şanslı ülke bu süreçte en ağır yarayı alacak olmasına rağmen eğitimli mühendis ve bilgi birikimi sayesinde oldukça yetkin olan Çin.
- Nüfusa oranla robot işçi kullanımında liderlik Güney Kore, Singapur, Almanya, Japonya, İsveç ve Danimarka şeklinde sıralanıyor.
- Hizmet sektöründe dahi varlığını artıran robotlar yüzünden Las Vegas’ta robot karşıtı ilk grev başladı.
- Hızlı gıda zinciri McDonald’s ABD’de günde 10 restoranını otomatik sipariş verebileceğiniz akıllı kiosklarla döşeyerek kasiyer ve hizmet personelini işten çıkarıyor. İstatistiklere göre kiosktan yapılan işlemlerde daha yüksek tutarlı siparişler veriliyormuş (yani bu ‘kiosklaşma’ daha da hızlanacak). Hatta kimi yerlerde sadece hamburger sunan otomatlar bile deneniyor. Dahası, ‘mutfakta da birisi var!’ (çok moral bozucu olmasın diye ‘insanla birlikte’ çalışan bir örnek seçtim, yoksa normalde bunların çoğu tamamen kendi başına çalışıyor).
- Hızlı gıda sektörünü baştan aşağı dönüştürmesi beklenen bu yapılar hemen her hizmet sektöründe kendine karşılık bulacak. Örneğin yetkililerle son görüştüğümde Türkiye’de Migros ile başlayan (insansız) JetKasa uygulaması bulunduğu yerdeki kuyruğu yüzde 20 azaltmış ve müşterilerin yüzde 40’ı tarafından tercih edilir durumdaydı. Bugün nasıldır, kimbilir?
- Otel çalışanları dahi yeni dönemde yeni işler aramak zorunda kalacak gibi görünüyor. Ön bürodan oda hizmetlerine kadar her bir görevin yerine göz diken bir teknolojik çözüm var. Üstelik hiç kaytarmıyor, sıkılmıyor, unutmuyor, baştan savmıyor ve yorulmuyorlar.
- Fabrikaların insansızlaşması hızla sürerken depolama süreçleri de insandan bağımsızlaşıyor. Aşağıda bir örneğini göreceğiniz sistem Çin’in endüstri başkenti Şanghay’da faaliyet gösteriyor. Dünyanın en büyük depolarından biri. Ve içinde sadece 4 (DÖRT) insan çalışıyor. Gece-gündüz, hiçbir aydınlatmaya, ısıtma ya da soğutmaya ihtiyaç duymadan, kusursuz işliyor. Depolama tarafında dikkat edeceğiniz gibi (forklift kullanılmadığı ve koridorlar olmadığından dolayı) alanın en, boy ve yüksekliğini son milimetresine kadar kullanabildiği için alandan (hacimden) dahi tasarruf ettiriyor.
- Yakında Türkiye’de hizmete girecek e-ticaret devi Amazon’un depolarında çalışan robot sayısı 100 bini geçti. Yeni dönemde beyaz yakalı çalışanların yerini alacak yapay zeka yazılımlarına ağırlık verdi (satın alma süreçleri şimdiden insansızlaştı bile).
- Amazon başta olmak üzere hemen her otomotiv şirketi otonom dağıtım, sevkiyat, lojistik araçları üstünde çalışıyor. Amazon bu konuda patentler dahi aldı. Sadece ABD’de 300 binden fazla TIR kamyon sürücüsünün yakın dönemde işsiz kalması söz konusu. Sadece kamyonlar değil gemiler dahi artık kaptansız, mürettebatsız ilerliyor.
- Sağlıkta hastalık teşhisinden cerrahi müdahaleye kadar yapay zeka ve robotlar hemen her alanda el birliğiyle ilerliyor ve doktorların üstünden büyük bir yükü, başarıyla kaldırıyor. Yakın gelecekte sağlık muayenesi için yapay zeka da bir seçenek olarak her hastaya sorulacak gibi görünüyor.
- Bütün bu gelişmeler sonucu artık Avrupa Birliği robotlara elektronik vatandaşlık verilmesi gerekip gerekmediğini tartışıyor.
Örnekler böyle uzayıp gider. Lassie’nin bize anlatmaya çalıştığı şey ise şu: Hizmetten üretime, bilimden sanata hemen her alanda insan eliyle, insan zekasının üstünde yükselen bir kolektif bilinç / zeka formu bugünkü bütün algılarımızı, değer yargılarımızı, değişkenlerimizi, uzmanlıklarımızı (ayrıcalıklarımızı) ve süreçlerimizi yeniden tanımlıyor. Çok yakın bir gelecekte temel seviyedeki uzmanlık ve mesleklerin çoğu anlamını yitirecek. Yeni sınıflar doğuracak yeni bir çağ geliyor.
Tam bu noktada TDK sözlüğünden sanayi tanımına bakalım:
Bugünün hammaddesi de araçları değişiyor. Enerji dahil. Fosil yakıt olarak adlandırılan petrol ve türevleri -bazı parametreler değişmese dahi– yenilenebilir (temiz) enerji kaynakları karşısında giderek anlamsızlaşıyor. Hatta yasaklanıyor. Güncel birkaç gelişme paylaşayım:
- Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı’nın raporuna göre 2020 yılında güneş ve rüzgar gibi kaynaklardan elde edilen elektrik fosil yakıt ile elde edilenden daha ucuz olacak.
- Güneş enerjisi verimliliğinde liderlik (yüzde 26,6 ile) Japonya’nın. Miktarda lider Çin. En büyük güneş enerji paneliyse Hindistan’da.
- Yenilenebilir enerji alanında en büyük yatırımı sırasıyla İsveç, Norveç, İsviçre, Finlandiya, Danimarka, Hollanda (gibi fakir ve yardıma muhtaç) ülkeler yapmış durumda.
- Britanya’nın rüzgar tarlalarında üretilen elektrik, ülkenin 8 nükleer santralinin ürettiği elektrik miktarını aştı.
- Hollanda’nın bütün trenleri enerjisini rüzgardan alıyor.
- Çin yenilenebilir enerji için 2017’de 126,6 milyar Dolar yatırım yaptı. İkinci sıradaki ABD ise tutar 40,5 milyar Dolar’da kaldı.
- Petrol zengini Suudi Arabistan, Japon yatırım fonu SoftBank ile dünyanın en büyük güneş enerji santralini kurmaya hazırlanıyor.
- Rüzgar enerjisi alanında ABD ve Çin’den sonra Dünya üçüncüsü Almanya dünyanın en yüksek türbinini üretti. Bu yapı rüzgar yokken dahi enerji üretebiliyor.
- İskoçya dünyanın ilk yüzen rüzgar enerjisi çiftliğini kurdu.
- Dubai 2020’ye kadar çöpünden üreteceği enerjiyle 120 bin haneye elektrik sağlayacak.
- Bill Gates’in yeni girişimi havadan çektiği karbondioksitten yakıt üretiyor.
- Güneş enerjisiyle denizden hidrojen üretmek dahi mümkün hale gelmiş durumda.
- Sonsuz temiz enerji anlamına gelecek nükleer füzyon konusunda da ilerleme hızla devam ediyor. Bu alandaki liderliğe en hevesli ülke Kanada.
- Elektrikli araçların yaygınlaşması ve verimlerinin artmasıyla Çin’den Hindistan’a, Almanya’dan İspanya’ya birçok ülke ve şehir petrol yakıtlı araçları yasaklamış durumda. Hatta Çin, Hindistan gibi ülkeler petrol yakıt kullanan araçların imalat ve ithalatını engelleme kararı aldı.
- Fransa Meclisi, 2040’tan itibaren petrol ve doğalgaz çıkartmayı, üretmeyi yasakladı.
- İrlanda Meclisi kömür, petrol ve doğalgaz yatırımlarını engelleme kararı aldı.
- Norveç ev ve işyerlerinde fosil yakıt kullanarak ısınmayı dahi yasakladı.
Bu liste de ilgilisi, meraklısı için böyle uzayıp gidiyor. Tam bu noktada eğer izlemediyseniz bir videoya mutlaka vakit ayırmanız gerekiyor. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamayacak ancak sıktığınız dişler yüzünden çene ağrısıyla devam edeceksiniz.
Unutmadan; Küfeoğlu’nun çabası hala sürüyor.
Buraya kadar olan-biteni şöyle özetleyebiliriz: Dünyanın bir kısmı teknoloji sayesinde çok daha düşük maliyetli, temiz (dolayısıyla ‘insani’) enerji, hizmet, mal ve besin üretebilir hale geliyor. Petrol ve türevleri stratejik kaynak olmaktan hızla çıkıyor. İnsan (kas) gücü anlamını tamamen yitiriyor.
Dünyanın mevcut müreffeh kesimi bilim ve teknoloji marifetiyle daha da refaha boğulup makası iyice açarken; bilim, teknoloji, liyakat, ulusal strateji, demokrasi, hukuk gibi kavramlardan uzaklaşan ülkeler eski dünyanın terk ettiği artıklarla hayatta kalmaya çalışacak. Devletler üstü, gücünü teknolojiden alan bir elitler sınıfı doğacak. Dünya tam anlamıyla Eloi ve Morlockların medeniyetine sahne olacak.
Bu yeni düzende bizim safımızı belirleyecek tek şey elbette eğitim. Mevcut eğitim sisteminin ne olduğunu takip etmeyi dahi bıraktım. Ama son dönemde eğitim alanında gerçekten eğitim adına ve onun için yapılan bir şey aklıma gelmiyor. Varsa lütfen siz hatırlatın.
Elinizi vicdanınıza koyup, mevcut gidişatla kendinizi ve ülkemizi hangi cenaha yakın (ya da yaklaşmakta) görüyorsunuz, söyleyin.
“Her şeyi robotlar ve yapay zeka yapıyor, bize ne kaldı?” da demeyin. İnsanoğlu hala yaratıcılık ve çözüm geliştirmede eşsiz. Yeter ki gerekli eğitimi alsın ve şartlar sağlansın.
Bu alanda herkesin kafası karışık. Örneğin (Microsoft’un Kurucusu) Bill Gates bir yandan yeni nesil biyolojik terörün 1 yılda 30 milyon kişinin hayatına son verebileceğinden endişe ederek içimizi ürpertiyor, diğer yandan 2035’te fakir ülke kalmayacağını iddia ederek yüreklere su serpiyor.
Bugünün dünyasında herhangi bir eğitim kurumunun diplomasının yeterliliği kalmadı. Bugünün sıradışı mesleklerinin eğitimini veren kurumlar dahi yok (insanların on binlerce TL vererek izlediği TED konuşmacılarının unvanlarını tarayın bakalım, hiç duydunuz mu öyle şeyler?).
Hiçbirimizin bilgisinin raf ömrü birkaç seneden fazla değil (örneğin benim durumumda haftalar ile sınırlı). Dahası, bugün ortaokulda okuyan öğrenciler mezun olduğunda şu an var olan mesleklerin yarısından çoğu yok olacak (elbette yerine yenileri gelecek).
İnsanı dahi yeniden programlamaya heveslendiğimiz bu çağda şüphesiz yepyeni yeteneklere ve işbirliklerine ihtiyacımız olacak (Türkçe altyazıları videoda açabilirsiniz).
Neyse ki böyle bir düzende her zamankinden kritik hale gelen bilgi artık her yerde ve herkese açık. Dünyanın en büyük (ve pahalı) üniversiteleri derslerini internetten ücretsiz herkese açmış durumda. Şu yazıyı yatarken Class Central’da 824 üniversite, yüzlerce dersini herkesle paylaşır haldeydi. Biz neden okullarımıza, müfredatımıza bunları eklemiyoruz, uyarlamıyoruz mesela? Daha iyi bir sistemimiz, eğitmenlerimiz ya da müfredatımız olduğu için mi?
Coursera, Udemy, Khan Academy (Türkçesi dahi var), hackr.io ve daha niceleri binlerce ücretsiz kursu, dersiyle kapısı açık, bekliyor. Bu ülkenin gençlerinin yarısı işsiz. İstatistikler böyle söylüyor. Gözümün gördüğü daha yüksek bir orana karşılık geliyor. Bu gençlerin hepsi elinde bir telefon burnuna slime doldurma videosu izleyip müzik klipleriyle vakit geçiriyor. Büyük ve bereketli bir nesli sahipsizlik, vizyonsuzluk yüzünden heba ettik. Bari onlardan sonraki kuşaklar için bir umut besleyebilelim.
Yoğunlaşmamız gereken alanlar belli
Geleceğin parlayacak (ve insana ihtiyaç duyacak) alanları belli: Yazılım, donanım, video oyunlar, veri madenciliği, yapay zeka, genetik, temiz enerji. Ve en güzeli, bu alanlara yoğunlaşmak, yatırım yapmak için fabrikaya, araziye, güneşe, doğal kaynaklara ihtiyaç yok.
Bu alanlarda Türkiye’de yetişmiş kişilerin yanısıra farklı gerekçelerle yurtdışına gitmiş birçok değerli beyin var. Bedenleri yurdun dışına çıkmış ama kafaları, hayalleri burada kalmış. Türk dizileri izleyip, Türk gazeteleri okuyorlar. Hepimizden daha büyük coşkuyla seçimlerde kendi ülkelerinde açılan sandıklara koşuyorlar. Bu insanları yeniden kazanabiliriz. Üstelik bu topraklara dönmelerine bile ihtiyaç duymadan. Oradan da bu ülkeye yardımcı olabilirler. Belki çok daha verimli bir şekilde hatta. Yeter ki onlara samimi bir el uzansın.
Donald Trump’ın dahi yetersiz kaldığı için eleştirildiği ve kendini güncellemek için lider şirketlerin yöneticileriyle görüşmeler yaptığı bu alanlarda bizim kayıtsız kalmamız, rehavete kapılmamız düşünülemez.
Yepyeni sorularla, yepyeni bir çağa giriyoruz. Bütün geç kalmışlığa, yalpalamışlığa ve boşvermişliğe rağmen doğru rol modellerle aydınlatılan düzgün bir rotayla hedeflerimize ulaşmamak gibi bir ihtimalimiz yok gibi.
Sayın Cumhurbaşkanım 😁, o meşhur deyişi hatırlarsak; filozoflar olayları çözümler ama çözemez. Bu yüzden dünyanın en büyük sanatçılarının harcını karan öğretmenlerinin adı dahi bilinmez. Picasso’ya fırça tutmayı öğreten hocasının bir tane eseri bile olmayabilir.
Yani özetle, benim gibiler konuşur, sizin gibiler yapar.
Hepimize kolay gelsin. En başta da size.
NOT: Kafamda tek bir yazı olarak planladığım bu konu detaylarından (ve uzunluğundan) dolayı bir yazı dizisine dönüşmek zorunda kaldı. Diğer başlıklara aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.
Görüşlerinizi paylaşın: