En başta bir itiraf: okul hayatım boyunca hiç kopya çekmedim. Bunu bir küçülme olarak gördüm. Bildiğim ile sınanmayı tercih ettim. İşin özünde sınavlara inanmadım. Önem vermediğim bir şey uğruna alavere dalavere yapmayı kendime yediremedim. Kim bilir; belki de kopya çektiğimin anlaşılması durumunda düşeceğim durumdan endişe ettim.
Çok başarılı bir öğrenci değildim belki ama başarısız da değildim asla. Hani şu ‘vasat’ dediklerinden… Doğru dürüst ders çalıştığımı hatırlamıyorum ama notlarım beni hep idare etti.
Öğrenciliğim süresince her gün eğitim sistemini sorguladım. Okullarımı hiç sevmedim (esas sebebini başka bir vesileyle yazarım).
Ama ilginç bir şekilde okulu da hiç aksatmadım. Devamsızlığım yoktu. Sadece bir gün okulu kırdım. Onda da çok canım sıkıldı. Dışarıda üniformamla ne yapacağımı bilemedim. Gün geçmek bilmedi.
İsyanla bezeli ÇOK dertli bir eğitim sürecim oldu. İyi okullarda, kötü günlerim geçti. Kötü okullarda daha da kötü günler yaşadım. Kazanmamın mümkün olmadığı savaşlarda debelenip durdum. Lisede (sınıfta kaldığım yıl) okulu bırakmaya karar verdim. Ailemin zoruyla dişimi sıktım. Dereceyle kazandığım ve burslu okuduğum üniversitede ise dayanamadım, ceketi alıp çıktım (zerre pişman değilim).
Çünkü insanlar yıllar boyunca hiç soru sormadan durur
Hayata atıldığımda da eğitim sistemini sorgulamaya devam ettim (ki bu sorgulamalardan biri yüzünden lise son sınıfta bir okuldan ‘daha’ atılmıştım). Hiçbir okulda fazla tutunamadığım için hiçbir yıllıkta da izim, ismim yok. Kimse benim hakkımda bir şey yazacak kadar uzun süre arkadaşım olamadı. Hiçbir mezuniyet töreni görmedim, mezunlar günlerine davet edilmedim. Sistemin içinde bir ‘yokluktan’ ibarettim.
Ben mezun olduktan sonra eğitim (ve sınav) sistemi galiba yüz elli defa daha değişti ama özünde hala aynı çarpık sistemin kurbanı nice insan, ne için olduğunu tam anlayamadığı süreçlerde, yeteneklerini körelterek, hayatını erteleyerek, hayallerinden vazgeçerek hayat söndürmeye devam ediyor. Sonuçta bir şey olabilen de toplamın içinde bir zerreden ibaret. Geri dönüp hesap soracağımız kimse de yok üstelik.
Eğitim konusunda fikirlerimi özetlediğim Radikal gazetesindeki iki yazımı okumanızı tavsiye ederim. Zira tekrar etmemek adına burada değinmeyeceğim ancak tamamlayıcı bütün bilgiler o satırlarda:
Okullara veda ettikten seneler sonra bir TED konferansında hayatını eğitim sistemini sorgulamaya adamış bir akademisyenle tanıştım: Sir Ken Robinson. İzlemenizi şiddetle tavsiye ederim (Türkçe altyazılı).
Sir Robinson’a biraz daha vakit ayırmak isterseniz şunu da kaçırmayın derim:
Bütün bu bilgi yumağı ardından bu yazıyı yazma sebebime gelelim. Eğitimi sorgulayıp üstünde kafa yorarken akla gelen milyonlarca ayrıntıdan sadece birine odaklanalım: okulda neden kopya çekemiyoruz?
İlk duyduğunuzda garip gelebilir ama bunun hakkında ciddi olarak kafa yormamız gerektiğini düşünüyorum.
Eğitim sistemi bizi hayata hazırlama iddiasında. Hazırlandığımız o hayatta üstlendiğimiz her görevi kaynaklardan inceleyip, araştırıp, uzmanlarına danışıp sonuca varıyoruz. Peki okulda neden her şeyi ezberlememiz isteniyor?
Öğrenmemiz gereken şey formüller, tarihler, isimler midir yoksa hangi durumda hangisini kullanacağımız mıdır? Bir şeyi uygulama kabiliyetimiz yerine ezberleme, akılda tutma yeteneğimizin ölçülüyor olması düşününce sahiden size de garip gelmiyor mu?
Bilginin her türünün birkaç tık uzağımızda olduğu, bilgisayar yazılımları ve akıllı cihazlarımızla pek çok şeyi yapabildiğimiz dönemde (mümkün olmadığı halde) her şeyi ezberde tutmayı ve hatırlamayı dayatan eğitim sistemini sorgulayamıyor olmamızı nasıl açıklarız?
Tencere dibin kara…
Çünkü aslında bizim de boynumuz bükük. Günün sonunda bu sistemin dağıttığı payelerle, unvanlarla şekillenen hayatlarımızı yaşıyoruz.
Eğitim gibi eğitmenleri de sorgulayamıyoruz. Herkesi değerlendiren bu iş kolunun yetkinlikleri hakkında bir derecelendirme yok. İyisini, kötüsünü anlıyoruz ama seçemiyoruz.
Şu bloga yazdığım bazı yazılar dahi günler sonra anlamını yitirirken, yıllar önce duvara asılmış diplomalarımızın ekmeğini yiyoruz. Eminim çoğu mezunu okuduğu bölümün sınavına soksak o mezuniyet belgelerini ellerinden almak zorunda kalırdık. Bu da ayrı bir mesele.
Bütün bu sorgulamaların da boşa olduğunu biliyoruz bir yandan. Adı konmamış bir ruhban sınıfının kurbanlarıyız. Yukarıda linkini verdiğim yazımdan bir bölümü eklemek isterim:
Eğitim hakkında fikir yürütmek cesaret işi. Modern yaşamın her köşesinde belirleyici olan bu yapı hakkında ilginç bir şekilde bu süreçten geçenlere hiçbir söz hakkı yok. ‘Eğitim sistemi’ dediğimiz şey aslen kim olduğunu bile bilmediğimiz birileri tarafından ÇOK önceden tasarlanmış ve içinden geçen öğrenci ve velilerine hiç danışılmamış bir dogmadan ibaret.
Eğitim hakkında hiçbir şey yapamasak da en azından kafa yormalı, sorgulamalı, düşünmeli, seslendirmeliyiz. Çocuklarını bu yıl ilk defa okula yazdıran bir baba olarak ben öyle yapıyorum.
Size de tavsiye ederim.
Görüşlerinizi paylaşın: