En keyifle yaptığım ve içeriğini en sık güncellediğim konuşmalarımdan biri ‘Karar Verme Denen Mesele‘ adını taşıyor. Konusu (tahmin edileceği gibi) tercihlerimiz.
Tercih dediğimiz şey bakış açımıza göre bazen karmaşık bazen de son derece basittir. Değişkenleri iyi okursanız kestirilebilir; hatta yönlendirilebilir. Tercihlerimiz farklı alanlarda dahi paralellik gösterir. Ev tercih ederken kullandığınız kriterlerle kıyafet alırkenkiler arasında temelde çok fark yoktur.
Tercihlerimize yönelik açıklamaları bazen zihnimize ‘alışkanlık’ olarak kodlarız. Çoğunun otomatikleşmiş, şartlanılmış davranışlar olduğunu fark etmeyiz bile (bu konulara yeni meraklıysanız yeni bitirdiğim ve not almak için tekrar okumaya başladığım The Power of Habbit kitabını şiddetle tavsiye ederim).
Dün öğlen bir arkadaşımla lezzetli bir sohbet yemeğindeydim. Hastalığın arefesinde olmama rağmen dayanamayıp Boğaz’a indim, bir banka oturdum, denizi seyretmeye ve düşünmeye başladım. Önümdeki muhteşem silüete periyodik olarak iki grup bulaşıyordu: seyyar satıcılar ve koşucular.
Sonra düşünmeye başladım. Bu insanlar niye koşuyordu? Koşmanın motivasyonlarını elbette biliyorum. Merak ettiğim işin daha başka bir boyutuydu aslen.
Sağlıklı yaşama dair bu tutkunun ve uğruna vazgeçilenlerin, katlandığımız eziyetlerin açıklaması neydi? Daha da ileri götürerek zihnimden bir türlü çıkaramadığım onlarca Dan Ariely anektoduyla iyice karmaşık düşüncelerin içine daldım (bütün bunları düşünürken güzelce de bir soğuk yiyerek iyice şifayı kapmışım).
Her şey basit, her şey karışık
Sağlıklı bir hayat sürmek için yapılanlar akşam belirli bir saatte yemeyi bırakmaktan kıçına hortum sokup lavman yapmaya kadar gidiyor (Ki bu detoks akımına uyanan bir arkadaşım kurduğu şirketle yetmiş beş köşe oldu. Milletin bokunda boncuk ara dur). Yatma-kalkma saati, yenecek-yenmeyecek şeyler gibi uzayıp giden bir listeye endeksli yaşamlar var etrafımda.
Olaya mümkün olduğunca düz mantıkla bakarak birkaz konuya bakalım:
- Latin Amerika’da yapılan bir araştırmaya göre sağlık harcamalarının çoğu yaşlıların ölüm öncesi 24 aylık sürecinde gerçekleşiyor.
- Ve ne yazık ki bütün bu çabaların çoğu son 24 ayı (göreceli olarak) acı ve ağrıdan uzak geçirerek ölmesine yardımcı olmak dışında bir işe yaramıyor.
- İnsanoğlunun hayatındaki mutlak olan tek şey ölüm. Ve ölüm Steve Jobs’un bir konuşmasında da değindiği gibi ‘yaşamın en büyük icadı’.
- İnsan hayatını uzaması dünya kaynakları ve buna bağlı pek çok mesele için ciddi bir tehdit oluşturuyor. İnsanlar ölmesi gerektiği zaman ölmeli.
- Ölümsüzlük (ya da çok uzun yaşama) arayışı korkutucu ve pratikte sürdürülemez bir talep.
- Ne kadar hedonist, bencil, dünyevi görünse de sonuçta bu dünya ve nimetleri bizim tecrübe edip, yaşayıp, keyif almamız için var.
Rahmetli kayınpederim etrafımda sağlığına, yediğine, içtiğine en çok dikkat eden insandı. Her gün kilometrelerce yürür, arada jimnastik yapardı. Sigara, alkol, kızartma, vs ağzına sürmezdi. En beklenmedik anında, erken sayılabilecek bir yaşta pankreas kanseri teşhisi konuldu ve 20 gün içinde aramızdan ayrıldı. Sağlıklı yaşam ve beslenme konusunda dünyada akla gelen ilk isimlerden Mehmet Öz‘ün kolon kanseri olmasına denkti bu olay benim için. Etrafımızda olup duymadığımız, böyle popüler olmayan nice örneklerle liste uzayabilir.
Özetle; sağlıklı yaşam adına yapılanların (içimizi rahatlatma dışında) bir garantisi yok.
Dahası sağlıksız beslenme ve yaşam adına her şeyi harfiyen yaparak uzun, sağlıklı bir hayat sürüp aramızdan ayrılan yüz milyonlarca insan da var (tam tersi de doğru).
Cevaplaması zor bir soru
Daha da detaya girip canınızı sıkmadan bu bilgi kırıntılarını sağlıklı ve uzun yaşama beklentisine yönelik olgularla harmanladıktan sonra şunu sormak istiyorum:
Ölümün kaçınılmazlığını göz önünde tutarak, sağlıklı bir yaşam adına hiçbir garantisi olmamasına rağmen hayat boyu birçok nimetten, güzel şeyden mahrum kalıp, nice eziyetler çekmek nedendir?
Doyasıya yemek, içmek, hayattan keyif almak varken hayatı bir garnizon disiplininde, yoğun bir kurallar silsilesinde yaşamak sonuca yönelik ne sunmaktadır?
Sağlıklı, düzenli yaşam uğruna bazı yiyecek-içecekleri ağzına sürmemiş, gününü uyandığın andan yatana kadar programlamış, ipin ucunu kaçırma neymiş bilmemiş, bir gün bile sabahlamamış nice tanıdıklarım var. Çoğuna içimden, samimi olduğum bir kısmına da sesli olarak soruyorum: değiyor mu?
Hayatın her zerresinden keyif almaya çalışan biri olarak şunu biliyorum: bugün ölürsem, mutlu öleceğim. İçimde bir ukte kalmadan. Elbette zamansız, beklenmedik olacak, elbette “keşke biraz daha geç olsaydı” diyeceğim, yarım kalan nice işlerim olacak ama kısa bir zamana sığdırdığım; birçoklarının hayatı boyunca yaşayamayacaklarını yaşadığım güzel bir ömrü geride bırakacağım.
Özetle diyeceğim şu: çoğu zaman ezberletilen dert ve çarelerle klişelerden ibaret hale gelen tekdüze hallerimiz hayatın, her biri ayrı değer taşıyan günlerin, fırsatların israfı olabilir mi? Hikayenin sonu herkes için belliyken hele?
Şu iki önemli argümanı da baştan eleyelim:
- “Biz bu dünya için yaşamıyoruz, öteki dünyayı düşünüyoruz”. Peki. Ama bu yazının konusu bu değil. Bambaşka bir meseleden söz ediyorum.
- “İki hayatı birden yaşamak da mümkün?”. Değil efendim. Kendimizi kandırmayalım. İbre hep bir tarafa yatıyor ister istemez.
Ne diyorsunuz şimdi hanımlar, beyler?
Görüşlerinizi paylaşın: