2020 yılına yayılan zincirleme felaketlerin zirvesine CoronaVirus oturdu. Bu küresel salgınının olası ‘yan etkilerine’ bakalım.
İnternet Ekipler Amiri
2020 yılına yayılan zincirleme felaketlerin zirvesine CoronaVirus oturdu. Bu küresel salgınının olası ‘yan etkilerine’ bakalım.
Bu yazıda birkaç ay içinde dünyanın her yerinde gündemin ilk sırasına oturan; dolayısıyla çok konuşulan ancak gözlemlediğim kadarıyla birçok bilgi eksikliği veya tutarsızlığına da sahne olan salgın hastalık COVID-19 hakkında öğrendiklerimi derleyeceğim. Bunu yaparken mümkün olduğunca (güvenilir olduğunu düşündüğüm) kaynaklarımı da bağlantılarda paylaşacağım. Kolayca tahmin edeceğiniz sebeplerden ötürü bu kaynakların büyük bölümü Türkçe olMAyacak. Şahsen yapabileceğim o yazılardan kesitler, anafikirler sunmakla kısıtlı. Aynen de öyle yapacağım.
Ben de pek çoğunuz gibi bu konularda herhangi bir uzmanlığa sahip değilim. Ancak hayatımı(zı) bu kadar etkileyen bir konuda kendimi bilgiye her zamankinden daha aç hissediyor ve doyamıyorum.
Uzun lafın kısası: Bu yazının bir iddiası yok. Bir bilgi paylaşımı olarak okuyun lütfen.
Öncelikle terimleri kafamızda yerli yerine oturtalım:
‘Corona’, Latincede ‘taç’ anlamına geliyor. Hani şu kralların, kraliçelerin taktıklarından. Ancak daha çok Güneş ve benzeri yıldızların etrafındaki ışık huzmelerini (hareleri) tanımlamak için kullanılıyor. Hristiyan sanatında İsa Peygamber ve havarilerinin başlarının üstünde resmedilen çemberler de ‘corona’ olarak anılıyor.
‘Şükretmek’ enteresan bir kavram. Aynen ‘hoşgörü’ gibi içinde gizli bir kibir var. Sanki daha iyilerine layıkmış, olmamış; ama bu kadarına da ‘eyvallah’ dermiş gibi. Üstelik ‘erdemler galerisinde’ hep yüceltilmesine rağmen her şeyimiz şükretMEme üstüne kurulu. ‘O selülitlerle yaşamaya utanmıyor musun? Kimse görmeden al hemen şu kremi, sür sabah-akşam!’. ‘İnsandan çok mandaya benziyorsun. Zıplayanlar Pilates Merkezi’nde haftada 3 seansla sen de Instagram’da gördüğün o kusursuz kalçalara kavuşabilirsin’, ‘2 senedir aynı işte misin? Kariyer lağımına yuvarlamadan hemen CV’ni güncelle ve -daha mutsuz olacağın- yeni bir iş bul’.
Arabanı değiştir, işini değiştir, dişlerini beyazlat, evini yenile. Aslında tercih etmediğin ama etrafındaki herkesin ölüp-bittiği o beldede tatile çık.
Şükretmek şart değil elbet. Fakat sağlık konusunda kesinlikle gerekli. Çünkü garip bir şekilde sağlıklı olmayı normal sanıyoruz. Oysa sağlıklı olmak dünyada çok az kişiye bahşedilmiş, istisnai bir hal (inanmıyorsanız gidin, birkaç test yaptırın da görün. ‘Hemen geçer’).
Garip bir şekilde sağlık sektörü de şükür sevmiyor. Önleyici sağlık bir yana kimi zaman akortları bozup kendi de hastalık, musibet icat edebiliyor.
Aralık ayının ilk özetiyle karşınızdayım. 1-6 Aralık 2014 arasında denk geldiğim şeyler arasında ‘dur şunu dostlara aktarayım’ dediğim ayrıntılar şöyle sıralanıyor:
Dünya tarihinin garip, eğlenceli, benzersiz dönemlerinden birine şahitlik ediyoruz. Şahsen 80’leri yaşadığım için de çok memnunum ama bu dönem cidden verdiği sancı kadar köklü değişimlerin yaşandığı zamanlara denk geldi.
1903 yılından bu yana düzenlenen Tour de France‘ı düşünelim mesela. Bu yılki yarışta Lüksemburglu Andy Schleck düşerek dizkapağını sakatladı. Yarış kariyeri bitme tehlikesiyle karşı karşıya. ABD’li Tejay Van Garderen da aynı şekilde düştü ancak dizinin durumu çok daha iyi. Bu iki bisikletçinin neden düştüğünü biliyor musunuz peki? Selfie çekmek isteyen izleyicilere çarptıkları için!
Standing I the middle of the road with you back turned while 200 cyclists come at you, just to take a selfie. #think #TDF2014
— Tejay van Garderen (@tejay_van) July 6, 2014
Selfie deyip de geçmeyin; daha iyisini çekebilmek için özel aksesuarlar bile var.
Yeni akımlardan biri ‘quantifiable self‘. Yani taşıdığımız, taktığımız cihazlarla bedenimize dair bilgileri kaydetmek, internete aktarmak ve -tercihen- paylaşmak. Saatiniz nabzınızı, telefonunuz adımlarınızı, gözlükleriniz mimiklerinizi, lensleriniz kan şekerinizi ölçebiliyor. Ölçümde yeni hedef vajinalar! (isterseniz burada kapatalım bu meseleyi)
Davet edildiğim konuşmalar hayatımın en keyif verici parçası. Birbirinden ilginç insanlarla tanışmak, sahneden onların tepkilerini seyretmek inanılmaz bir keyif. Bu keyfi hissetmek yerine heyecandan titreyen dizleri dizginlemeye çalışmakla epey zaman kaybettim ama artık (o meşhur klişeyle) ‘tatlı heyecan’ safhasındayım.
Yine de tedirgin edici zamanlar olmuyor değil. Bambaşka diyarların uzmanlarının arasına düşmek gibi. Çok farklı ilgi alanlarına sahip ve kendi uzmanlıklarını konuşmaya, üstatlarını dinlemeye gelmiş insanların arasında çeşni olarak kendini kabul ettirmek sandığınızdan çok daha zor. Bunlara en güncel örneklerden biri geçen ay konuşmacı olarak katıldığım 8. Romatoloji Günleri oldu (Romatolojiyi kabaca kas ve iskelet sisteminde beliren romatizma ve türevi hastalıkları inceleyen bilim dalı olarak özetleyebiliriz).
Takip ettiklerim arasında (anlayabildiğim nadir sunumlardan olduğundan da olabilir ama) en ilgimi çeken örnek Abbvie Türkiye Genel Müdürü Dr. Mete Hüsemoğlu’nun ‘İlaç Sektörü ve Hekim İlişkileri’ başlıklı konuşması oldu. Kendisinden aldığım izinle ilginç bazı başlıkları paylaşmak istedim (rakamlar hariç her şey benim yorumlarımla bezelidir. Okumayı buna göre yapalım).
Hepsi bir yana ilaç sektörü yaşam kalitemizi -muhtaç kalıncaya kadar- fark edemediğimiz kadar geliştirmiş durumda. Örneklere bakalım:
Uykuya yönelik merakım hayatım boyunca sürecek gibi. Kolay değil; hayatımın büyük bir bölümünü ne işe yaradığını bilmediğim ve israf olarak gördüğüm bir eyleme ayırıyorum. Hepiniz gibi. Vicdan azabına dönüştüğü için bir yandan da katlanılabilir bir hale getirmek için çabalıyorum.
Bu konuda bilgi derlerken güzel bir yazıya denk gelince burada da bulunmasını istedim. Sizin de aklınızda bulunsun.
Özetle uykusuz kaldıkça şişmanlıyor, hastalanıyor ve aptallaşıyoruz!