(NOT: Bu yazıyı Apple’ın kurucusu Steve Jobs’un ölümünden birkaç gün sonra, olayın yankılarının en güçlü hissedildiği ABD’den yazıyorum.)
Apple ile tanışmam oldukça eskiye dayanıyor. Apple Classic ile karşı karşıya geldiğim anki heyecanımı, korkarak tuşlarına dokunmamı, heyecanla bir şeyler yapmaya çalıştığım anları dün gibi hatırlıyorum.
Ölümünün ardından herkesin övgü üstüne övgü düzdüğü Jobs’un pek bahsedilmeyen taraflarını da biliyorum. Okuduklarımdan, duyduklarımdan. Ama insanları ölümünün ardından hep geride bıraktığı güzel şeylerle anıyoruz. Doğrusu da bu. Ama ne gariptir ki siyasetten ticarete başarıya dair ne varsa hepsini liderlerin tek başına yaptığını sanma kolaycılığına düşüyoruz. Binlerce çalışana sahip olsalar dahi.
Çünkü ikonlara (putlara) ihtiyacımız var.
Bir teknoloji editörü olarak Jobs’u senelerce yakından takip ettim. Hakkında yazılan hemen her kitabı okudum. Hatta bir basın etkinliğinde aynı masada oturma, yakından dinleme fırsatı da yakaladım. Karizmatik, devrimci, inovatif ve büyük bir lider olduğundan zerre şüphem yok.
Anavatanındaki törensel anmalara bakıp gazeteleri karıştırırken The New York Times’ta son günlerini anlatan bir makale dikkatimi çekti. Jobs’un yıllar boyu süren kanserle mücadelesinin son safhasını aktaran bu derlemeyi ayrı bir ilgiyli okudum. Zira daha birkaç hafta önce kayınpederimi aynı hastalığa kurban vermiştim.
Yazıda en çok ilgimi çeken bölüm Jobs’un kendi ağzından hayatını kaleme alan yazar ile son görüşmesindeki sözleri oldu:
I wanted my kids to know me. I wasn’t always there for them, and I wanted them to know why and to understand what I did. (Çocuklarım beni tanısın istedim. Her an onların yanında olamadım ve bunun sebebini ve ne ile uğraştığımı bilmelerini istedim)
“Hayatta yaptığım en iyi şeyden 10 bin kat daha iyi bir şey” dediği çocuklarına karşı beslediği hissi aşağı yukarı aynı şekilde ben de yaşadım. Benzer hislere kapıldığımda ben işimi bırakmayı tercih etmiştim. Ben onun kadar cesur ve inatçı değildim.
Kabul edin ya da etmeyin, Jobs dünyayı ve insanların yaşam tarzını değiştirenler liginin en üst sıralarında tarihe geçti. Ama günün sonunda herkesin hikayesi böyle insani, kişisel ayrıntılarda düğümlenip kalıyor.
Yaşam, mutluluğu çok basit şeylerin içine saklıyor. Bazen geç keşfediyoruz. Bazen de hep orada olduklarını bilmenin rahatlığına kapılıp ikinci plana atabiliyoruz.
Hayatın bize sunduğu yollar içinde ilerlerken farkında olarak ya da olmayarak ilgi ve enerjimizi yönlendirmemiz gereken asıl şeyleri ihmal ediyoruz. Ve ne yazık ki bu yanlış tercihlerin evrensel bahaneleri vicdanlarımızı avutmaya yetebiliyor.
Aklımızda tutmamız gereken ayrıntılardan biri de Jobs’un tamamını aşağıdan izleyebileceğiniz o meşhur konuşmasındaki sözlerinde gizli: “Zamanınız kısıtlı, bu yüzden başkasının hayatını yaşayarak onu ziyan etmeyin”.
Hayat kendi içinde ne çok çelişki barındırıyor, değil mi?
http://www.youtube.com/watch?v=fHTNH0aF1C4
Görüşlerinizi paylaşın: