Fen derslerimizde ‘laboratuvar koşulları altında‘ denen bir kavram vardı. Farklı yer ve zamanlarda eşdeğer bir ortam yaratabilmek, eşit şartlar altında araştırma / karşılaştırma yapabilmek için uydurulmuş beşeri bir değer.
Hayatımızın her yanını saran buna benzer standartları ilahi bir düzen gibi belliyoruz. Oysa çoğunun geçmişi epey taze. Hikayeleri ise istisnasız ilginç (Mesela Fransız Devrimi’nin ilk icraatlarından biri, sayısı binlerle ifade edilen farklı ağırlık ve uzunluk birimlerini bugünkü ‘metrik sistem‘ dediğimiz tek bir yapı altında birleştirmek olmuş. Karmaşa ‘zaman’ konusunda hala sürüyor. En basitinden; siz bu yazıyı 2016’da yazdım sanıyorsunuz ama durum pek öyle değil).
İnsan icadı bu standartlar her tür şeyi tanımlamayı, yönetmeyi, şekillendirmeyi kolaylaştırıyor. Fakat ne gariptir ki insanın kendisinde işe yaramıyor. Aynı şehirde, aynı mahallede, aynı dönemlerde yaşamış, aynı imkanlara sahip olmuş; hatta aynı ailede yetişmiş insanlar dahi (o meşhur filmdeki eşsiz kar tanesi gibi) asla birbirine benzemiyor.
Herkesin başarısızlıklar için bahanesi bol fakat başarılarına ortak çıkaranı görmek zor.
Kendimi başarılı falan bulmuyorum. Ama hayırlı hiçbir şeye vesile olmamış insan ve ortamların tam göbeğinden sıyrılıp bugünlere kadar nasıl geldiğimi sıkça düşünüyorum.
Bunca düşünmenin sonunda rahmetli anneannemin bolca hayır duasını almış olmak gibi uhrevi noktalara ulaştığım oluyor. Etrafımdaki arkadaşlarım gibi yitip gideceğimi düşünen şüphecilere karşı inadımı hesaba katmamak da olmaz.
Bugünlere gelmemde okuduğum kitaplar, şiirler, izlediğim filmler, gördüğüm yerler; özetle gözümden, kulağımdan geçen her şey mutlaka rol sahibidir. Ama yine de en belirleyici olan etrafımdaki insanlardı sanırım.
En başta ailem elbet. Ama herkesin beni kovmak için çabaladığı ilkokulumda bana inanıp kanat geren ve sabırla emek veren öğretmenim Kader Kaplan’ı nasıl unutabilirim? Ortaokulda bana inanıp şefkat gösteren tek hocam Ziya Araslı’yı (yaşıyor mudur?). Ya da üniversite yıllarıma yönelik tek güzel anım Aydın Uğur‘u? Tam uçurumun kenarındayken beni tutup çıkaran Amcamı? Gazetede herkes altımı oyarken; tam kovulacağım sırada bana sahip çıkan -dolayısıyla kariyerimi çizen- Cengiz Saraç‘ı?
Hepsinin kalbimde, zihnimde yeri ayrı. En özel yere sahip kişiyse ‘dayım’. Bir hayat içinde binbir hayat sığdırmış bir Anadolu erkeği.
Böyle okuyunca aklınıza parkasıyla eylemden eyleme koşan ya da belinde heybesiyle komün komün, diyar diyar dolanan biri gelmesin. Aksine dayım Anadolu’nun çetin ve kıt şartlarında varlığı da yokluğu da tatmış; erken yaşta yetim kalıp hayat telaşına düşmüş, naif denecek kadar dürüst, temkinli; fakat yine de hayatı tanımaktan çekinmemiş biridir (dönemin sıkı, eylemci solcularındandır, o ayrı).
Adımı koyan odur. Okuma-yazmayı epey erken söktüğümü öğrenince Milliyet Çocuk dergisine abone yapan da. Her Cuma akşamı ziyaretimize gelirken yanında yeni bir kitap getiren de. Kanın pas kokan tadını ondan yediğim ilk (ve tek ve son) yumrukla öğrendim (hak etmiştim ama sonradan çok üzülmüştü). İngilizceyle (yani bizden gayrı dillerin ve insanların varlığıyla) onun dolaplarında bulduğum dil kursu ‘plakları’ sayesinde tanıştım.
Dayım kendi idealleri uğruna kimsenin cüret edemeyeceği şeylerden vazgeçenlerdendi. Bana bu açıdan hep ilham vermiştir. Ama ne yazık kendi öyküsü pişmanlıklara bulandı. Bahsini çok açmasa da lafı geçtikçe ‘keşke’leri ‘iyi ki’lerinden ağır basar.
Bana farkında olmadığı eşsiz bir hediyesi var. Beni bu günlere taşıyan en önemli tılsımlardan biri.
Bir mektup.
Birkaç ay önce çalışma odamdaki dosyaları düzenlerken (belki 20 yıl sonra ilk kez) karşıma çıkınca dakikalarca kıpırdayamadan kalakaldım. Gözümden, aklımdan sayısız an, hatıra, cümle geçti.
Tabiatı gereği özel (biraz mahrem biraz da ailevi) şeyler içerdiği için birebir aktaramayacak olsam da bazı alıntıları kayda geçirmeden edemedim (bu yüzden bazı anlam kopuklukları olabilir).
Mektubun yazıldığı tarih (1 Kasım 1989) sanıyorum benim -yine- bir okuldan kovulmak üzere olduğum; hatta anne ve babamdan ayrı düştüğüm berbat bir döneme denk geliyor. Hayatımın devamında daha da beter çıkmazlara düşeceğim fakat aşağıda parçalar halinde bir kısmını okuyacağınız satırlar beni karşıma çıkan nice uçurumun kenarından mıknatıs gibi çekip alacak. Kendimi en yalnız, anlaşılmamış ve çaresiz hissettiğim anlarda yapmak ve olmak istediklerime yönelik güç verecek.
Serdarcığım, XXX babasının gittiği yolu takip etti ve bugün toplumda çok saygın, başarılı ve paralı bir meslek sahibi oldu. Ben ise bu yaşta yok İzmir yok İstanbul ekmek parası peşinde sürünüp duruyorum. Arkadaşlarımın Genel Müdür, Bakan, Müsteşar veya milyarlık işadamları olduğunu görüyorum. Ben ise dolmuş kuyruklarında itişe kakışa her gün biraz daha kişiliğimden ve insanlığımdan bir şeyler kaybedip, tabir caizse sürünüyorum.
* * *
Serdar sana bunları niye anlatıyorum biliyor musun? Senin çok başarılı biri olmanı ve benim çektiğim şu yokluk ve acıların hiçbirini çekmemeni istiyorum. Şu yıllarda çekeceğin biraz sıkıntı geleceğini garanti altına alacak ve seni Türkiye’de hatta dış ülkelerde başarıdan başarıya koşan biri haline getirecektir. İnan o günler çok uzak değil. Biraz gayret edip o fedakar baban ve anneni üzmeden, toplumun kuralları dışına çıkmadan, sana ters gelse de bizim istediğimiz gibi olsan her şeyimizle yanında oluruz.
* * *
Aman ha kavga, kumar, hırsızlık, içki, uyuşturucu gibi şeylerden uzak yaşa. Öğrenciliğimde 24 saatlik ilk gözaltımda polisin ne büyük ve ne acımasız bir güç olduğunu; nezaretteki 40-50 kişinin nasıl yırtıcı hayvanlar gibi birbirlerini ezdiğini görüp yüce Allah’a beni bir daha oralara düşürmemesi için dua ettim.
* * *
Büyüklerimi dinlememenin cezasını bugün bin liraya bile muhtaç olarak yaşamakla ödüyorum. Annemi cahil görmüş; yalvararak karşı çıkmasına rağmen TOFAŞ’tan istifa etmiştim. Aradan 20 yıl geçti, hala içim yanıyor. Annemi dinleseydim bugün iyi bir maaşım, şoförlü bir aracım olacaktı. Kalan arkadaşlarımın hepsinin evleri, arabaları, yazlıkları var; gelecekleri güven içinde. Ben ise gecekondu bölgelerinin ucuz minibüsleri içinde itile-kakıla, aylık ölmeyecek kadar bir gelire yaşamaya çalışıyorum.
* * *
Serdarcığım; hayat çok uzun değil. Bir de bakıyorsun yıllar geçip gitmiş. Bugün arkadaş deyip peşine düştüğün kimseler yüksek mevkilere tırmanmış, iş-güç sahibi olmuş, iyi evlilikler yapmışlar. Üç-beş yıllık sıkıntıları göze alamayanlar ise onların emrinde çalışanlar olacaklardır. Bu kural hiç değişmez. Aman Serdar sen o birincilerin arasında ol. Ol ki hayatın ne kadar güzel olduğunu göresin. Ol ki kendine ve etrafına faydalı olasın. Ol ki tıpkı iyi, bakımlı bir fidan gibi gelişerek giyiminle, oturmanla, kalkmanla, davranışlarınla etrafına örnek olasın. Akrabalarımız ve dostlarımız birinden bahsederken “Serdar gibi” desin.
* * *
Arkadaşların günde on bin lira harcıyor olabilir. “Bizim imkanımız bu kadar” deyip kendine ayrı bir yol çiz. Onlardan uzaklaş, mütevazı ol. İyi bir meslek edinmeye çalış. Sıkıntılar içinde büyümüş; yokluğun, ilgisizliğin içinde yaşamış anne ve babanı ne olur üzme.
* * *
Serdarcığım, tekrar ediyorum insan ömrü çok kısa. Fırsat dediğimiz talihin kuşunu bir kez kaçırırsan ikinci sınıf bir vatandaş olarak onun bunun kapısında, başkalarının hayatlarına imrenerek yaşarsın. Ne olur bizleri üzme ve imkanlarımız ölçüsünde her sıkıntında yanında olacağımıza inan. Şunu da unutma; eğer Allah korusun başarısız olursan, düşersen, hiçbir Allah’ın kulu sana “neyin var” demez.
Ben seninle övünmek, iftihar etmek, “yeğenim Serdar şöyle başarılı, böyle mevkilerde” demek ihtiyacını hissediyorum.
Gözlerinden öpüyorum.
Aradan geçen yıllar içinde dayım belini doğrulttu. İlkelerinden ayrılmadan mücadelesini sürdürdü, iki tane pırlanta gibi evlat yetiştirip onları iş, ev, hayat sahibi yaptı. Daha geçen hafta (bize komşu) yazlığında görüştük. Eski günleri yad edip güldük, hüzünlendik. Kendisine mektubunu hatırlatıp “yazacağım” dedim.
Unutmuş gitmiş tabi. Helalleşip ayrıldık.
Yazının (ve anafikrin) başına dönersek; başarısızlıklarımıza sebep, ortak bulmakta üstümüze yok ama başarılarımızdan pay dağıtmaya ödümüz kopuyor. Oysa bazen işte böyle iki sayfalık bir mektup bile bir hayatı değiştirebiliyor. Hepimizin etrafında sayısız rehber ve yoldaşlar var. Bize el uzatıyor, faydalı olmaya çalışıyorlar. Birine ayırdığınız 15 dakika zaman, yazdığınız birkaç satır dahi kadere yön vermek için yeterli olabiliyor.
Etrafımıza karşı ne kadar çok sorumluluğumuz ve bir şeyleri değiştirme adına ne kadar çok gücümüz olduğunu hatırlatmak adına paylaşmak istedim.
Bu da benim size mektubum olsun.
Allah da sana uzun ömürler versin benim güzel, güleryüzlü, canım dayıcığım!
Görüşlerinizi paylaşın: