Bu başlığı sırf kendimi tatmin etmek için attım.
Her fırsatta söylüyorum; burada da tekrarlayayım: annelikle karşılaştırılınca babalık dünyanın en palavra şeyi. Sanal bir krallık, içi boş bir sıfat. Babanız idolünüz olabilir, muhteşem bir insan olabilir; ya da siz bizzat harika bir baba, mükemmel bir adam olduğunuzu düşünebilirsiniz ama bunlar ortalama bir annenin bile yanında bir hiç kalıyor.
En azından ben öyleyim.
Altını değiştiririm, banyosuna yardım ederim, giydiririm, soyarım, beslerim, yemeğini, sütünü hazırlarım, çok çok çok mecbursam yediririm (zulüm!) ama bunların hiçbiri bana bir paye vermez 😉
Umursamaz anneler de gördüm ama ‘anne yüreği’ lafı neymiş, annem neden benim çıldırdığım huylarına karşı “bir gün çocuk sahibi olursan anlarsın” dermiş şimdi anladım. Karnında taşıyan, yiyeceğini bir kordonla paylaşan, sütünü veren, kokuyla anlaşan bir varlığın yanında babaya anca romantik hayaller ve kendi kendine biçtiği palavradan imajlar kalıyor ne yazık ki.
Hayattaysa ve henüz anne-baba olmadıysanız şunu bilin ki anneniz yüzde 99.9 oranında dünyada karşınıza çıkacak en kutsal ve hayran olunası varlık.
Ben bu yazıyı yazdığım tarihlerde 20 ayını henüz dolduran bir kız bir erkek ikiz bebeklerin babasıyım. Baba olma duygusuna hala alışamadım. Evde bana hayran, bana benzeyen iki varlık var. Avcumun içini zor doldurdukları prematüre günlere inat büyüyorlar. Hatta akranlarının da ötesinde.
Biz ise hayatında çocuk nedir bilmemiş ve ömrünü ortalamış bir çift olarak el yordamıyla kah okuyarak, kah dinleyerek bir şeyler öğrenmeye, mümkün olduğu kadar az hata yapmaya ve mutlu, sağlıklı ve huzurlu çocuklar yetiştirmeye çalışıyoruz.
Kolay değil…
Bu yukardaki cümlenin öyküsünü kelimelere sığdıramam. Bana göre hava hoş. Doğadaki her erkek gibi kendime binbir meşgale ve bahane bularak zavallı dişiye derdi yıkabiliyorum. Bunu bu niyetle yapmıyorum ama dönüp bakınca böyle olduğunu görüyorum. Yani sonuçta insanın çocuklarından daha önemli, öncelikli ve kıymetli şeyi olmamalı.
Benim var.
Konu bu da değil (başta söylediğim gibi günah çıkarıyorum şu ana dek).
Dün her şeyi emsalleri gibi el yordamıyla, deneye yanıla, okuya dinleye öğrenmeye çalışan ve insan psikolojisi gereği sürekli bir ‘acaba?’ sorusuyla yatıp kalkan bir çift olarak 3 ay önce randevu aldığımız Pediatrist Sabiha Paktuna Keskin‘e gittik. (Ne mutlu ki 3 ay sonraya gün alabilmişiz çünkü biz gittiğimizde 2011’e randevu veriyorlardı! 2011’e kadar o çocuk ne olur yahu?)
İkiz olayı enteresan bir hal; iki çocuktan daha da fazlası… İnsanın enerjisini emdiği gibi asla yetmeyen bir açlıkla seviyor ve sevilmek ve anne babayı paylaşmak istemiyorlar. Zıt cinsiyetli olsalar da ister istemez kıskançlıklar baş gösteriyor.
Bu ve bunun gibi binbir soruyla ofisine gittiğimizde disiplinli, sinirli, aksi ve bende bir ‘kız yurdu müdürü’ izlenimi bırakan bir kadınla tanıştık. Bir anda kabus dolu okul yıllarım gözümün önüne geldi.
Keskin özgeçmişinde de göreceğiniz gibi mesleğinin en iyilerinden biri. Belki de en iyisi. Kısa ziyaretimizde bazı çok önemli bilgileri paylaştı. Sadece bizle değil herkesle ilgili olabileceğini düşündüklerimi de bubradan paylaşmak istedim:
(Bunlar doğrudur, yanlıştır bilemem. Yarın bir gün başka bir şekle dönüşebilir. Bilim sürekli gelişir, değişir, doğası budur. Siz de böyle okuyun bunları)
- Çocuk için en önemli şey anne. Karnındayken onun kokusunu beynine kodluyor ve onun kokusuyla huzur buluyor. Uyuduğu yerde annesinin kokusunun sinmiş olması önemli. Bu yüzden mümkünse çocuk kendi yatağında ama anne (ve babasıyla) aynı odada yatmalı. Annesinin varlığını ve kokusunu yanında hissetmeli.
- Erkek çocuk anneye daha düşkün ve onu kaybetmeye, ondan uzak kalmaya karşı daha hassas. Annenin ilgisinin erkek çocukta biraz daha fazla olması bu açıdan sağlıklı. Dozunu ayarlamak kaydıyla elbette.
- İkiz çocukların kıskançlık ya da benzeri bir sebeple çıkacak kavgalarına anne-babaların kesinlikle karışmaması gerekiyor. Çünkü bu ilerde o çocukların yapısında kalıcı bozukluklar yaratabiliyor. (sürekli aileden destek / koruma bekleme, vs gibi)
- Bebekerde sanıldığının aksine ‘oyuncak’ kavramı yok. Renkli, ses çıkaran her şey onlar için oyuncak. Bu alana boşuna fazla yatırım yapmayın.
- 3 yaşına kadar çocuklarınızı kitap ve televizyondan uzak tutun. (kitap kısmı beni çok şaşırttı doğrusu). Bebekler beyinlerinin yapısı gereği zihinsel gelişimleri için mutlaka 3 boyutlu objelerle uğraşmalı. Koklamalı, ağzına götürmeli, tadına bakmalı, ellemeli, seyretmeli, dinlemeli. Kitap ve televizyonun iki boyutlu dünyası bu ortamı sağlamıyor(muş).
- Çocukla anne arasındaki sembolik bir bağ bile çok faydalı olabiliyor. Örneğin huzursuz bir çocuğun annenin vücuduna bağlı bir ip parçasını elinde tutması bile onu rahatlatabiliyormuş. Bunu deneyeceğiz kesinlikle
- Çocuğunuzun karşısından bir ‘HAYIR’ makinası olmamak gerekiyor. Her durumda karşı çıkacağınız 3 şey olmalı. Bundan fazlasını siz de takip edemezsiniz, çocuk da. Bu üç şeyin asla yapılmayacağını bilecek ve sadece bunlar için HAYIR lafını duyacak. Gerisinde başka yöntemler bulunmalı.
- Elinizi kaldırıp parmağınızı sallayarak tehditkar bir jest yapmanız onu dövmekle neredeyse eşdeğer. Çocuklarınızı tehdit etmeyin, dövmeyin.
- Bebeğiniz kendi başına yemek yiyebildiği zamana dek onu kimin beslediği çok önemli. Tercihen hep anne beslemeli. Çocuk önce annesi tarafından beslenmek ister. Eğer annesi varken beslemiyorsa algı zinciri bozulur. Bu konuya çok dikkat çekti. 0-3 yaş arası çocukla çok sayıda farklı yüzün ilgilenmemesi gerekiyor. Anne-baba imgesi kırılmamalı.
Görüşmeden aklımda kalanlar bu kadar. Zaten bu yazıyı da biraz unutmamak için yazdım. Bir kısmı bilip yaptığımız, bir kısmı ilk defa duyduğumuz şeylerdi.
Bir insanı ‘yetiştirmek’ geri dönüşü olmayan, hataları affetmeyen ve ihmale gelemeyen bir süreç. Bu yolda hayli tecrübe edindik, ediniyoruz. Umarım burada sizlerle paylaşma fırsatım da olur sık sık.
ÖNEMLİ NOT: Bu yazının mikro halini çalakalem başka bir sitede paylaştığımda bayağı dikkat çektiğini gördüğümden burada da değinmekte fayda gördüm. Biz bu ziyaret için 350TL x 2 yavrucak yani 700 TL verdik. Az mıdır? Hayır. Ama ‘çocuklarınız için çok mudur?’ derseniz tereddütteyim.
Görüşlerinizi paylaşın: