TRT Haber’de (dile kolay) 138 hafta boyunca ekranlarınıza taşıdığımız Sosyal Medya benim için her anlamda ilginç bir süreç oldu. Yayın hayatına Nagehan Alçı ile başlayan bu programın ilk konuğu Mirgün Cabas ve bendim. 13. bölümün ardından sunuculuğunu üstlenme teklifi geldiğinde şaşırmadım desem yalan olur. Benim için her açıdan zor, çetrefilli, yeni ama heyecan verici bir süreç olacağını tahmin ediyordum. Duyurusunu bu blogda yazarkenki ruh halimi bile dün gibi hatırlıyorum.
Şöyle demişim o yazıda:
Çok samimi olmam gerekirse, korkuyorum. Benim için hayati önem taşıyan bu fırsatı değerlendirebilmek için elimden geleni yapacağım. Umarım etrafımda bunu başarmamı isteyenler düşmemi isteyenlerden fazla olur; yol gösterir, el verir, yardım eder de alnımın akıyla bir işi daha kotarmış olmanın mutluluğunu yaşayabilirim. Kendimi anne-babasının yanında harikalar yaratırken misafirlikte utanıp arka odaya kaçma planı yapan çocuklar gibi hissediyorum.
Sosyal Medya’nın yaz tatiline gireceği (Erdal Kaplanseren, Özgür Alaz ve Banu Saatçi’nin konuk olacağı) 139. bölümü Gezi Parkı eylemleri sürecinde maruz kaldığım biber gazından dolayı yapamamıştık. Haftalık dahi olsa TV programının stresini, derdini ancak yapan bilir. Ülkenin karışık gündemine rağmen tatil hepimize (ama sanıyorum en çok da bana) iyi gelmişti.
Yeni bölümlere ne zaman başlayacağımızı, içerikte neler değiştirebileceğimizi konuştuğumuz sıralarda TRT Haber yönetimi yeni yayın döneminde programın devam etmeyeceğini bildirdi. Böylelikle televizyon dünyasının o sıradan süreci Sosyal Medya için de işlemiş oldu. Bir program yayın hayatına geçtiği anda bitmeye doğru geri sayım da başlar. Hepsi bir gün, bir sebeple biter. Başka bir şeye vesile olur; en olmadı kattığı sayısız tecrübe ve anıyla hafızadaki yerini alır.
Programla ilgili ilk blog yazımda şunu söylemişim:
İnsanların beklentilerinde bir sınır yok ancak 1 saatlik bir televizyon programına her şeyi sığdırmak mümkün değil. Benden beklentiler de hiç azımsanacak boyutta değil.
Geçen zamanın ardından en isabetli öngörümün bu olduğunu anladım. Ulusal bir haber kanalında RTÜK başta olmak üzere birçok dengeyi gözeterek (ama genellikle sınırları epey zorlayarak) yaptığımız yayınlarda 600’den fazla konuk ağırladık. Televizyonlarda; hatta kimi örneklerinde bence dünyada ilk defa gündeme getirilen (örneğin dijitalleşmenin teolojik etkileri, peygamberlerin bugün yaşasaydı tebliğ için sosyal medyayı kullanıp kullanmayacağı gibi) konulara yer verdik.
Bu yazıda nihayete eren programımız ardından neler yaptığımızı, hangi konulara değindiğimizi özetle aktarmak istiyorum. Bütün bölümleri tek tek sayıp-dökmek gibi bir niyetim (imkanım) elbette yok.
İşlediğimiz konulardan başlıklar
- İlk bölümlerde genellikle sosyal medyanın temellerine baktık. İzleyicilerimizin çoğunluğu için sosyal medya Twitter ve Faecbook’tu. Biz de onları temel alarak ilerledik. Bugün canlı yayınlarda standartlaşan Twitter üstünden seyirciyi yayına entegre etmek sanıyorum en iyi kararımız ve en başarılı olduğumuz konuydu (sunucusundan daha fazla takipçiye sahip kaç TV programı biliyorsunuz?).
- Birçok bölümde bir yeni medya mecrası olarak sosyal ağların algı, güç ve etkisine değindik. Bu konuda konuşabilecek neredeyse her medya mensubunu, halkla ilişkiler uzmanını ve reklam dünyasından temsilcileri ağırladık. Her birinde de -bence- çok önemli bilgi kırıntıları saçıldı zihinlere.
- Bu bağlamda vatandaş gazeteciliği kavramı da örnekleri, araçları ve uzmanlarıyla konularımız arasında yer aldı.
- Sosyal medyanın en belirgin yan etkisi olan popülerleşme tutkusu da birçok bölümümüzün konusunu oluşturdu. Bu mecralarda isim yapmış neredeyse herkesi konuk ettik. Hatta bazıları bizim programdan sonra yepyeni bir hayata adım attı.
- Sosyal medyanın sosyolojik, psikolojik ve antropolojik etkilerine yönelik konuşmadığımız bir şey kaldı mı bilemiyorum. Türkiye’de bu konularda konuşabilecek kişilerin son derece kısıtlı olması işimizi biraz zorlaştırdıysa da konusundaki en saygın uzman ve akademisyenleri ağırlama ve dinleme fırsatına eriştik.
- Kültürel etkiler konusunda müzikten edebiyata, sinemadan tiyatroya kadar onlarca konukla eni-konu tartışmalar yaptık. Kimi zaman birbiriyle en zıt görüşler bu konularda ortaya çıktı.
- Hukuki boyut da birçok bölümde ele aldığımız konulardan biriydi. Sosyal medyadaki haklar, yasaklar, gri alanlar, kanunlar, düzenlemeler ve vaka örnekleriyle bezeli birçok bölümümüz oldu. En çok ilgi gören başlıklardan biri de hukuktu.
- Gündelik kültüre etkiler konusunda yeni mizah dili, viral videolar, memeler de değindiğimiz konulardandı.
- Sosyal medya kuşağının geleneksel olarak adlandırılan medya mecralarına etkilerini televizyon dünyasından oyuncular, senaristler, kanal yöneticileri ve yapımcılarla tartıştık.
- Haberciliğin dönüşümü, medya mensuplarının kurumsal / kişisel kullanım ayrımları, medyanın geleceği de epey üstünde durduğumuz konular oldu.
- Bir dönem nostaljinin yeni tanımlarına kafayı taktık. İnternetin zamansız, mekansız ve coğrafyasız yapısının nostalji kavramını nasıl dönüştürdüğüne baktık. Eski ne zaman eski oluyordu? Yeni ne kadar yeni kalabiliyordu? Yerel neydi, ulusal, bölgesel neydi?
- Çok tepki almış olsak da internet trollerini Türkiye’de ekrana taşıyan ilk (ve sanıyorum tek) program olduk. Birkaç bölümde trollerin profili, motivasyonları, amaçları, değerleri ve dünyaya bakışları konusunda çok ilginç bilgiler kayda geçmiş oldu.
- Twitter’ın gölgesinde kalsa da Facebook’ta hayret edici sayıda yüksek takipçiye sahip kişileri ekrana taşıdık. Konuşmaya, anlatmaya en mesafeli konuklar da genellikle onlar oldu. Kimileri onlarla dalga geçtiğimizi sandı ama biz hiçbir konuğu dalga geçmek için çıkartmadık. Hiç.
- Moda bloggerlarından teknoloji editörlerine kadar bloglarında ve videolarında içerik üreten ulaşabildiğimiz, ikna edebildiğimiz herkesi ekrana taşıdık. Eminim birçok kişi için de motivasyon oldular varlıklarıyla.
- Cihazlardan hizmetlere kadar etrafımızı saran internet hizmetleri olmadan bir hayatın hala mümkün olup olmadığını konuştuğumuz bölümler bence en keyifli olanlar arasındaydı.
- Aşkın yeni tanımlarına baktık. Sosyal medya çağında aşk nasıl bir şeydi? İlişkiyi başlatan, bitiren neydi? Aşkı ifade etmenin yeni yolları, araçları, ritüelleri…
- Kimi bölümlelrde takip etme psikolojisinin kökenlerine ve takip edilmeye yüklediği anlamlara bakmaya çalıştık.
- Bir bölümde zaman ve mekandan kopuk ağların yaş kavramını nasıl dönüştürdüğüne baktık. Yaşlı ve genç olma hali internette bir anlam ifade ediyor muydu? X, Y, Z kuşağı kavramının internetle beraber nasıl anlamsızlaştığına göz attık. Zihin halinin kimilerini genç yaşta çok ihtiyar; hatta gündem dışı bıraktığının örneklerine baktık.
- Veri enflasyonu, filtreleme araçları, avantaj ve dezavantajlarına baktık. Sadece ilgi duyduğumuz şeyleri takip edebilmek iyi miydi yoksa bizi kendi küçük dünyamıza mı hapsediyordu?
- Sosyal ağlar üstündeki politik tavırlar, çekişmeler de gündemimizdeydi. Yeni nesil siyaset, siyasetçi gibi kavramlara baktık.
- Teknolojinin her dönem töhmet altında bırakıldığı yalnızlaşma, izolasyon gibi konuları ele aldık.
- Aile kavramının dönüşümü meselesi ilginç fikirlere sahne oldu. Benmerkezci yapıda anne-baba-çocuk figürlerinin rol değişimi, kabına sığmayışı bir programa sığacak gibi değildi elbette.
- Parodi hesaplar ve arkasındaki kişilerle ilgili bölüm sanıyorum en fazla konuğu ağırladığımız ve en eğlendiğimiz bölümdü. O programdan sonra benim bile 10’a yakın parodi hesabım yaratıldı 🙂
- Birkaç bölüm boyunca gıybet, ihanet, çalma, yalan, hile, israf, bağımlılık, kin tutma, linç etme, zorbalık ve tacizin yeni tanımlarına ve etkilerine göz attık.
- Tarihin dönüşümüne son derece saygın yeni nesil tarihçilerle baktık. Her şeyin kayıtlara geçtiği bir süreçte tarih nasıl şekillenecek, kim tarafından aktarılacaktı? Her şeyin anında tüketildiği ve mevcudu bile takip etmenin zorlaştığı bir zamanda tarihe kim ve neyi bulmak için bakacaktı?
- Son 3 bölümde de Gezi Parkı olaylarına sosyal medya örgütlenmeleri, yeni halk hareketleri ve yeni siyaset ekseninde baktık. Bu konudaki ilk programı yaparken birçok TV kanalı olaylara yer vermiyordu bile. İzleyicilerin çoğu “son bölümünüz oluyor ama iyi oluyor” yorumları yapıyordu 😉
- Dini ele aldığımız bölüm benim için en keyiflilerden biriydi. Dinin bugünkü karşılıklarına baktık. Mesela zinanın yeni tanımlarına baktık. DM’den yürümek zina mıydı? Aldatma neydi? Twitter’da gıybet mi yapıyorduk? Facebook’ta dua beğenmek ibadete giriyor muydu…
Başta da dediğim gibi 138 bölümü ve Cumhurbaşkanı’ndan Şanzelize Kafe tayfasına kadar ağırladığımız 600’den fazla konuğu özetlemek mümkün değil. Ama şunu söyleyebilirim: elimizdeki kısıtlı imkanlar ve televizyon yayıncılığının katı kuralları çerçevesinde sosyal medya dünyasının hemen her kıvrımına el atmaya çalıştık. Elbette değinemediğimiz şeyler kalmıştır ama hiçbir bölüm goygoyla geçmedi.
Tuz serptiğimiz şeyler
- ‘Twitter fenomeni’ terimi bana oldum olası itici geldi. İlk bölümlerde sürekli internet fenomeni diye abuk-subuk kişileri ekrana çıkardığımızdan dolayı eleştiriliyorduk. Haftalar sonra reji ekibinin sosyal medyada popülerleşmiş kişilerin altına (KJ dediğimiz olay) ‘Twitter Fenomeni’ yazdığını anladım. Benim yayında baktığım ekranda bu detay görünmüyordu. O andan itibaren kullanmadık. Zaten hiçbiri de kendini böyle tanımlamıyordu. Ama bu terimi yaygınlaştıran da bizim program olmuştur.
- Bu konuk grubunda anonim kimliklerle sosyal medyada yer alan birçok kişiyi ilk defa ekrana taşıdık.
- Sosyal medya araçlarını TV yayınına entegre etme konusunda Türkiye’de en başarılı işleri çıkardık. Instagram’dan Skype’a kadar pek çok aracı ilk kullanan yayın olduk.
- Nice müzik ve performans grubunu ağırladık. Bazılarının ekrana çıkma hayalleri bile yoktu. Ama hepsi işlerinde çok çok iyiydi. İşlerini aşkla yapıyordu. Eminim izleyenler için de hepsi ayrı tat bırakmıştır.
- Programın kamera arkasını paylaşma meselesi sanıyorum ilk defa bizim programda gerçekleşti. Canlı yayın boyunca birçok izleyici başka bir ekranda Ustream üstünden yayınladığımız kumanda odasına şahit oldu. Ekran önündeki süt-liman tablonun arkasında yaşanan mücadeleyi birçok kişi ilk defa bu sayede gördü.
- TRT personeline Harlem Shake yaptırdık. Yetmez gibi yayınladık. Bence tarihe geçecek bir olaydı 🙂
- RedHack ekibini yayına alma cüreti gösteren ilk yayındık ama iki hafta uğraşmamıza rağmen bir türlü Skype bağlantısını beceremedik. Olsa hoş olacaktı.
Zorlandığım şeyler
- Programın sunucusu olduğum için çoğu zaman sohbet sırasında suskun kalmam gerekiyordu. Bazı durumlarda kendini tutma konusunda çok zorlandığımı hatırlıyorum.
- Bir sohbet programının temeli sunucu, konsept ya da kanal falan değil; sadece konuk. Türkiye’de de en zor işlerden biri. Her hafta belirlediğimiz konularda konuşacak kişileri bulmakta, bulduğumuzu yayına ikna etmekte epey enerji ve sabır tükettik. Sürekli seyredilen popüler kişilerin kısır döngüsüne girmemek için çok uğraştık. Ama ilginç bir şekilde TV izleyicisinin -nedense- ekranda hep popüler kişileri görmek istediğini gördük. Bu konuda başlarsam duramam diye burada kesiyorum.
- Konuk kaprisi denen bir şey varmış. Hiç ummadığınız kişilerin kamera arkasında, yayın öncesinde, reklam aralarında ve hatta bazen sonrasında yaptıklarını yazsam cidden inanamazsınız. Elbette hiçbiri açıklayabileceğim şeyler değil. Ama bilesiniz ki kimi yüzlerin size yansıyan halleriyle gerçek halleri arasında epey fark var.
- Televizyon yayıncılığından beklentilerle televizyon ekranında yapılabilecekler arasında başta RTÜK olmak üzere birçok engel var. Bunları bizlerin aşması mümkün değildi. Yine de elimizden geleni yaptığımızı düşünüyorum.
- Motosiklet kazam yüzünden verdiğimiz mecburi 1 aylık aranın ardından gelen bölümler acıyla bezeliydi. Yayın süresince kol askımı çıkarıp hiçbir şey yokmuş gibi davranmak hiç de kolay olmamıştı.
- Kayınpederimi toprağa verdiğim günün gecesi ekran karşısına geçip keyif içinde program yapmak açık ara en zorlandığım şeydi.
- San Fransisco’dan yaptığımız yayında Cumhurbaşkanını konuk ettiğimiz bölüm kesinlikle ilginç bir anı olarak hafızamda kalacak.
- Programa konuk olmak için diretenleri, akla hayale gelmedik yöntemlere başvuranları yönetmek; çıkamadığı için can düşmanı kesilen kişileri anlayabilmek de kesinlikle zordu. Oysa hiçbirinde herhangi bir art niyet yoktu. Bazıları konuk olarak ilgimizi çekmedi, bazılarına ise fırsat olmadı. Bu program yüzünden bu kadar çok düşman kazanacağımı aklıma bile getiremezdim.
- 1 Nisan programımızda ekibin spontan olarak aklına gelen “Artık Serdar programı sunmayacak” şeklinde başlayan şakasını programın açılışına başka bir sunucu çıkartacak kadar ilerlettik. Bu şakanın bu kadar ciddiye alınacağını elbette ummuyorduk. Ama o kadar istikrarlı bir şekilde sürdürdük ki bizzat program ekibi bile yeni sunucumuza yayın öncesi kazan kaldırdı! O hafta en şaşırdığım şey kimisini bizzat tanıdığım isimlerin kanal yönetimine ulaşarak programı sunmak istemesiydi! Televizyon dünyası cidden garip.
Öğrendiğim şeyler
- İzleyici memnuniyeti diye bir şey yok. Ne yaparsanız yapın sabit oranda bir memnuniyetsiz kitle oluyor. İlk zamanlar kafanıza takıyorsunuz. Sonrasında bunun tam olarak sizinle ilgili olmadığını anlıyorsunuz. Herkesin apayrı beklentileri var ve diğer herkesin kendisi gibi olduğunu, kendisinin beklentilerini paylaştığını sanıyor.
- Yayın boyu gelen tepkilerden televizyon izleyicisinin ne kadar acımasız olduğunu öğrendim. Konuklara ve bana yapılan bazı eleştiriler cidden akla-mantığa sığacak türden değildi. Ekrandaki herkesten, her şeyden bir ‘kusursuzluk’ beklentisi var. Oysa hepimiz birçok konuda kusurluyuz ve başka şeylerle bunları dengelemeye çalışıyoruz. Her şeyin ötesinde kusursuz olmak kimsenin mecburiyeti haline gelmemeli.
- Canlı yayın ÇOK zor bir şey. Aynı anda elli konuyu düşünmek, bir akışı yönetmek ve kusurları örtmek zorundasınız. Bir yandan kulaklıkla rejiyi dinlemek, bir gözle konuklara bakmak, diğeriyle bilgisayar ekranına yansıyan yorumlarını, anket sonuçlarını takip etmek, yetmez gibi bir de sohbete katılmak stres kavramının sözlük karşılığı gibiydi (aynı oranda keyifli ve tecrübe kazandırıcıydı).
- Aynen özel medya gruplarında olduğu gibi TRT’nin de her bir kanalı (şu an 12 tane) apayrı bir dünya ve aralarında ciddi bir rekabet var. Bu –şaşırtıcı ama- yayıncılık adına sağlıklı bir şey.
Bu yazıyı daha da uzatmak mümkün ama yapmayacağım. Acısı-tatlısı, eğrisi-doğrusuyla bir programın sonuna geldik (unutmadan; birkaç da ödül almışlığımız var). Çok küçük bir ekiple, çok kısıtlı bir bütçeyle ve gerçekten her anlamda zor şartlarda elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalıştık. Elbette daha iyisi olabilirdi. Başka bir fırsatta olur umarım.
Sona gelirken en başta arkamı toparlayan küçük, mahir ekibime, bize bunca hafta yayın yapma fırsatı sunan TRT Haber kanalı yöneticilerine, varlıkları ve fikirleriyle bize zaman ayıran yüzlerce konuğumuza ve elbette ekran başında bizi izleyerek, sosyal medya hesaplarımızı takip ederek, yorumlarını ulaştırarak umut ve heyecanımızı paylaşan herkese çok, çok, çok teşekkürler. (Yeri gelmişken; program içindeki şarkılardan dolayı Youtube’dan hep telif cezası yediğimiz için bölümleri kısa parçalara ayırarak paylaşmak zorunda kaldık. Bir gün yeniden izlemek isterseniz arşivimiz kanalımızda duruyor).
Bir yayıncılık klasiğiyle bitirelim: şen ve esen kalın. Başka bir fırsatta görüşebilmek ümidiyle.
[box type=”note”]GÜNCELLEME: Bu yazıyı yazdıktan 2 gün sonra ilginç bir gelişme oldu ve programımızın TRT1’de yayınlanacağı açıklandı. Gelişmeleri ileride paylaşacağım. Şimdi yeni program için hayli yoğun bir çalışma dönemi bizi bekliyor.[/box]
Görüşlerinizi paylaşın: