Hayatıma dair pek çok şey elektronik cihaz ve hizmetlerde kayıtlı. Bazen onları kurup yönettiğim hissine kapılıyorum ama aslında onların beni yönettiğinin gayet farkındayım.
İşimin ve günlük akışımın kontrolü neredeyse tamamen Google hizmetlerinin elinde. Google olmasaydı yaptığım işin yarısını bile yapamazdım. Kendisiyle belgelerim, sunumlarım, ajandam, rehberim, epostalarım şeklinde uzayıp giden bir ilişki ağımız var. Bazen sunduklarıyla şaşırtmıyor, ürkütmüyor desem yalan olur ama yine de beraberliğimizden memnunum.
Gün boyu en çok baktığım şey Google Chrome ekranı. Sunumlarımı hazırladığım Keynote‘u hariç tutarsak başka hiçbir uygulama kullanmıyorum diyebilirim. Dolayısıyla işletim sistemi giderek şeffaf bir katmana dönüşüyor benim için. Ne olduğu çok önemli değil; tarayıcımı açsın yeter. Fakat geçenlerde denediğim Windows tabanlı bir Dell tablette çok zorlandığımı itiraf etmeliyim. Bir ürün ya masaüstü ya da mobil sisteme sahip olmalı. Yoksa ne deve ne de kuş olabilen bir devekuşu çıkıyor ortaya.
Kullandığım cihazlarda önem verdiğim şeylerin başında pil ömrü, tasarımı ve kullanışlılık geliyor. Bu kategorilerin hepsinde de Apple imzalı ürünler rakiplerinden birkaç adım önde. Birebir taklit etmeye çalışanlar bile aynı tadı vermekten çok uzak (henüz). Başardıkları zaman daha uygun bir fiyatla karşıma çıkarlarsa hemen geçerim. Marka aşıklarından değilim. Para verip satın aldığım bir şeye aşık olmam zaten mümkün değil. Hatırlarsak; özünde aşk da öyle bir şey değil (eyvah, konu dağılıyor!).
Kişisel envantere bakalım
Telefonum Android tabanlı LG G2 (bu gidişle bir ömür kullanabilirim). Gün boyu neredeyse her işimi onunla yapıyorum. Sağ kolum telefonum dersek, sol kolum iPad2 tabletim. Etrafımda benim kadar tablet kullanan birine denk gelmedim henüz.
Piyasaya çıktığı ilk günlerde getirtip tanıttığım ilk nesil iPad’i birkaç senedir çocuklarım kullanıyor. El koydular desek daha doğru olur. (Eskiden çocuklar televizyona emanet edilirdi. Şimdi tablet ve cep telefonlarına teslim ediliyorlar).
http://www.youtube.com/watch?v=21CKkXfk28M
Ben de bu yüzden çıktığı günlerde aldığım bir iPad2 kullanıyorum (çok da memnunum). Beraberinde kullandığım Logitech K760 klavyesiyle birlikte mükemmel bir sisteme dönüştü. Bilgisayar aramaz oldum.
iPad2’yi klavyeyle birleştirmeden önce kullandığım dizüstü bilgisayarım Macbook Air’i sadece TV programlarımda kullandım. Sonrasında düğmesine basıp açmadım bile (sebebi belleğinin sadece 2GB olması ve değiştirilememesi. Allah seni bildiği gibi etsin Apple).
Evdeyse (ev-ofis düzeninde çalışıyorum) 2010 yılında aldığım 27 inçlik bir iMac kullanıyorum ve gayet memnunum. Daha senelerce kullanmaya devam ederim sanıyorum (RAM ve SSD desteğiyle o da canavara dönüştü).
Beklenmeyen gelişme
Mutlu mesut süregiden bu düzenim, Apple sayesinde darmadağın oldu.
Önce ufaklıklardan isyan sesleri duyulmaya başladı. İstedikleri oyunları yükleyemiyorlardı. Sonrasında fark ettim ki kullandıkları birinci nesil iPad’in işletim sistemi 5.1.1 sürümünde kalmış ve güncelleme yapmıyor (oysa bu yazıyı yazdığım sıradaki güncel iOS sürümü 7.0.4’tü). Dolayısıyla yeni oyun ve uygulamalardan mahrum kalıyorlar. Ne büyük bir mahrumiyet ama, değil mi?
Elbette herkesin gözü benim iPad2’ye cevrildi. Bir süre direndim ama sonunda iPad Air‘e geçmeye karar verdim. ABD’yi ziyaret eden bir arkadaşım sayesinde (yeni nesil bir macbook pro ve Apple TV ile beraber) işlemi gerçekleştirdim. Bu geçişin tek derdinin ABD tarzı fiş ucu sebebiyle adaptör kısmında olacağını sanıyordum. Ama sonra aklıma gelmeyen ayrıntılarla yüzleştim (bu yazıda sadece iPad tarafında yaşadıklarıma değineceğim).
Gazetede haberini yazarken bile kaç defa değindiğim halde Apple’ın yeni nesil lightning bağlantı standardı nedense hiç aklıma gelmemişti. Bu yüzden DealExtreme’den aldığım 3 metrelik şarj kabloları başta olmak üzere tüm yuvalar, şarj standları, aksesuar bağlantıları çöp olmuştu. Çakal Apple bunu da bir iş fırsatına dönüştürmeyi bilmişti elbet. Neyse ki sattıklarının aynısı (hatta microUSB kablosu destekleyen daha maharetlileri) yine DX’te onda birinden de ucuz muadillere sahipti (gerçi lightning içindeki güvenlik çipi her an bir sürpriz çıkartabilir ama bekleyip göreceğiz).
Bunları sineye çekerek benim için esas meseleyi korka korka kontrol etmeye karar verdim: klavyem çalışacak mıydı?
Cevap gecikmedi: ELBETTE HAYIR !
Kahroldum desem yeridir. Kısa bir karşılaştırmaya bakıp sebeplerini görelim.
iPad2 (Wifi) | iPad Air (Wifi) | |
Ekran | 9,7 inç | 9,7 inç (Retina) |
Ağırlık | 601 gram | 469 gram |
En | 185,7 mm | 169,5 mm |
Boy | 241,2 mm | 240 mm |
Derinlik | 8,8 mm | 7,5 mm |
Gördüğünüz gibi iki cihazın değerleri arasında ciddi fark var (bu kategoride her bir milimetre bile büyük bir mühendislik başarısına işaret). Neredeyse herkes bu cihazı bu farklar adına alıyor zaten.
Bu mühendislik başarısının bana yansıması ise satın aldığım iPad klavyelerinin anlamsızlaşması oldu. Evdeyken işim kolay. Klavyelerle ilgili yazımda değindiğim Logitech’in K760 kodlu modelini kullanabiliyorum ama dışarı çıkınca bir başıma kalıyorum (sürekli bir şeyler yazmam gerektiği için sanal klavye vakit kaybı ve işkenceden başka bir şey değil).
Şimdi DX’ten sırasıyla bir lightning adaptörü ve bir klavye siparişi veriyorum. Bu da yaklaşık 30 dolarlık bir ek masraf ve birkaç hafta postacı yolu gözleme anlamına geliyor. Teknolojiye ayak uydurayım derken katlanmak zorunda kaldığımız keriz vergilerine bir emsal olarak dursun burada.
Peki değdi mi?
Bütün bunları bir kenara bırakıp birkaç saatlik iPad Air tecrübemle yazıyı noktalayayım: iPad Air kesinlikle muhteşem bir tablet. Önceki serilere ait bir iPad kullanıyor ve değiştirmek istiyorsanız ya da bu dünyaya ilk defa adım atacaksanız ve iOS sizin için dert değilse Air, bu kategoride ulaşabileceğiniz en iyi seçenek.
Şimdi müsadenizle kurcalamaya devam ediyorum.
Görüşlerinizi paylaşın: