Hayatımın önemli bir kısmı klavye başında geçiyor. Gazete yazılarım, konferans ya da televizyon programı metinlerim, epostalar, sosyal medya mesaisi, blog yazıları ve derlediğim notlar; hepsi plastik tuşlar marifetiyle bir yerlere kaydediliyor. Bu ilişki öyle bir seviyeye ulaştı ki artık elime kalem aldığımda nasıl tutacağımı bilemiyorum. El yazım da kendimin bile okumakta zorlandığı derecede kötüleşti. Bunun sebebinin klavye hızında yazma telaşı olduğunu öğrendim. Elektronik ortamda her harfi saniyenin bilmem kaçında bir zamanda yazabiliyoruz. Ancak kalem-kağıt buna kıyasla eziyetten öte bir şey değil. En başta yavaş ve rahatsız. Yakın gelecekte el yazısı-klavye ilişkisinin plak-MP3 rekabetindeki saflara benzeyeceğine eminim.
F klavye diye bir şeyle tanışmak
Gazeteciliğe adım attığım 1995 yılında F (Ef değil; Fe) klavye diye bir şeyle karşılaştım. Hayatımda gördüğüm en saçma şeylerden biriydi. Üstelik çaylak ayağına bütün pis işleri bana yaptırdıklarından günümün neredeyse tamamı zamana karşı yarışarak o hiçbir şey bilmediğim klavyede bir şeyler yazmayla geçiyordu.
Sonraları alıştım. Öyle ki klavyeye bile bakmadan 10 parmak yazabilir hale geldim. Evdeki Q klavyemi de değiştirdim. O zamandan beri F klavye kullanıyorum (iyidir-kötüdür tartışmasına burada girmeyeceğim; çok ayrı bir konu). Elbette artık neredeyse hiçbir cihaz F klavyeye sahip değil. Bu yüzden her sahip olduğum yeni cihazda ilk iş olarak sistem ayarlarına girip klavye düzenini F’ye çeviriyorum. Tuşlar Q düzeninde kalıyor ama zaten klavyeye bakmadığım için dert değil. Bilmeden başına oturanlar her bastığı tuştan başka bir karakter çıkınca afallıyor ama…
Bilgisayarda tercihim Apple’dan yana. Tasarımlarının özeni açısından tartışılacak bir tarafı sanıyorum yok. Özellikle klavyede. Steve Jobs’un 2006 yılında Macbook serisini çıkaracağı zaman komple transfer ettiği Sony Vaio ekibi ayrık, yüksek ve büyük tuşlu düzenle yeni bir endüstri standardını oluşturdu. Hatta çoğu kullanıcı bunun aslen bir Vaio tasarımı olduğunu unuttu bile.
Dizüstü bilgisayarım Macbook Air’de klavye adına yapabilecek bir şeyim yok; kendi (gayet memnun olduğum) klavyesini kullanıyorum. Ama iPad, iMac ve iPhone ve Android telefonlarımda birçok farklı klavye deneme fırsatım oldu. iMac’in kendi bluetooth destekli alüminyum klavyesi de kendi kulvarında bir sanat eseri sayılır (bir Tactus denemeden emin olamayacağım!). Ama 2 hafta önce bu fikrim biraz değişti. Buna birazdan geleceğiz.
Sanal klavye – fiziki klavye
Klavye uğruna en çok harcama yaptığım ürün iPad. Şarj ömrünün uzunluğu sebebiyle genellikle dışarı çıkarken yanıma dizüstü bilgisayar yerine iPad’imi alıyorum. Yazı ağırlıklı bir kullanımda fiziki klavye olmadan olmuyor. İşin garibi seneler sonra iOS ile desteklenen sanal F klavyesi hala hatalı dizilime sahip! Özetle, fiziki klavye şart…
Bu uğurdaki makul klavye arayışında epey zaman ve param gitti diyebilirim.
Geçen ay webde yeni bir iPad klavyesi için tarama yaparken karşıma Logitech’in güneş enerjili bir ürünü çıktı. Güneş enerji kısmı önemli çünkü benim gibi sürekli eli klavye-fare başında biri için şarj kablosu taşımak, biten pilleri değiştirmek, doldurmak bir süre sonra can sıkıcı bir ritüele dönüşüyor.
Logitech’in K760 kodlu klavyesi en azından bu derdi ortadan kaldırıyor gibi görünüyordu.
Aklımın bir kenarına yazdım ama deneme fırsatım olmadı. Uzunca bir süre Logitech’in iPad için tasarladığı ultra ince klavyesini (K760) kullandım. Bu ürün hem tasarım hem kullanım açısından neredeyse kusursuz. Tuşlar kullanışlı, basma hissi ve tepkileri etkileyici, şarj ömrü makul; en güzeliyse alabildiğine ince ve hafif. Bu kategorideki en iyi seçeneklerden biri diyebilirim.
Tek sorunu F klavye düzeninde W harfinin fn+/ tuş kombinasyonuyla çıkması. Diğer klavyelerde bu mesele QWERTY düzeninde Z tuşunun solunda kalan tuşla halloluyor. Alıştıktan sonra çok da dert olmadı açıkçası (gerçi ben ABD’den satın aldığım için böyle olabilir. Türkiye’de satılan örnekleri denemedim. Tecrübesi olan varsa yorumlarda yazsın).
Kullandığım bir diğer Logitech iPad klavyesi ise güneş enerjisiyle pilini dolduran Folio oldu. Güneş dediğime bakmayın, ampul ışığında bile şarj olabilme yeteneğine sahip.
Bu ürünün klavye tasarımı ve tuş hissi kullandıklarım içinde en iyisi. Ama ne yazık ki iPad gibi kibar bir cihazı kaba ve ağır bir netbook’a çeviriyor. Ürün (içindeki şarj edilebilir kalem piller yüzünden) hiç hafif sayılmaz. Tek başına güzel olabilir ama yukarıda değindiğim K760 sonrası gerçekten kullanımı özveri istiyor.
Ürünün yazma ve seyretme diye adlandırılan iki kullanım açısı var ama ben o seyretme açısını bir türlü sevemedim.
Bence her iki ihtiyaç için de yazma açısı çok daha ergonomik. Esas mesele olan tuş takımına da yakından bakalım (tıklayıp büyütebilirsiniz):
Bir diğer sorunsa enerji panelinin kullanım sırasında alt yüzeyde kalması. Bu kullanım sırasında şarj olmasını engelliyor. Bu yüzden arada bir işi bırakıp, cihazı çevirip şarj olmasını beklemek zorunda kalıyorsunuz.
K760 ile tanışma ve ilk izlenimler
Arayışlarıma devam ederken Logitech yukarıda bahsettiğim K760 kodlu güneş enerjili klavyesinden bir örnek yolladı. Kutusunu açınca hakkında fikir yürütürken büyük bir hata yaptığımı fark ettim. Videosundan dolayı onu iPad için geliştirilmiş bir klavye olduğunu sanmıştım. Oysa K760 aslında tam boyutlu bir bilgisayar klavyesiydi.
Şu anda bu yazıyı yazmakta olduğum K760 aynen Folio gibi ampul dahil her türlü ışık kaynağıyla şarj olabiliyor. Bu açıdan bir bakıma şarjı hiç bitmiyor diyebiliriz. Apple’a özel geliştirildiği için fonksiyon tuşlarının üstünde yer alan özel sistem kısayolları eksiksiz. Benim test ettiğim örneğinde (tuşlar üstünde) Türkçe harfler yok (ama ona karşılık gelen tuşlar elbette var). Bu bir test ürünü olduğundan olabilir.
Ürünün en sevdiğim özelliği video da dikkatinizi çekmiş olduğunu düşündüğüm 3 cihaz tanımlayabilme durumu. Örneğin ben klavyeyi iMac, iPad ve HTC One telefonlarıma tanımladım. F1 tuşuna basınca bilgisayarda, F2 ile iPad’de, F3 ile Android telefonumda yazıyorum. İşin kötüsü fena halde alışkanlık yapıyor (HTC One‘ın 4,7 inçlik dev ekranına ragmen parmakla yazmaya çalışırken o ufacık tuşlarda yazmaktan çok düzeltmeyle zaman harcıyorum)
Bir diğer önemli ayrıntısı klavyenin bir açma-kapama düğmesi oluşu. Böylece aleti iPad ile kullanmak için yanınıza aldığınızda klavye tuşlarının (mesela çanta içinde) basılı kalarak şarjı tüketmesini engelleyebiliyorsunuz. Ama sanıyorum her şeye rağmen K760’ı sadece masamda kullanmaya ve iPad’im ile dışarı çıkarken Ultra Thin klavyeyi kullanmaya devam edeceğim.
90’lı yıllarda gazetenin teknik servis deposunda karşıma büyük bir tesadüf eseri klavye tarihinin gelmiş geçmiş en büyük efsanesi IBM Model M çıkmıştı. Klikli klavye denen olay büyük hastalıktır. Model M ise depomuzda tozlar içinde yatıyordu. Oradan heyecanla çıkarıp gazetedeki masama koyuşumu ve sonrasında yaşadığım heyecanı tarif etmem mümkün değil.
Özetle Logitech K760 bana iMac klavyesini bile unutturdu. Aklınızda bulunsun; bir yerlerde karşınıza çıkarsa kurcalayın derim. (Ama yine de bir Maximus, Tactus ya da Das Keyboard kullanmadan kesin kararımı vermeyeceğim!)
Konuyla ilgili diğer marka ve modellere dair tecrübeleriniz varsa yorumlarınızda paylaşmanızdan mutluluk duyarım.
Yaşasın yazmak 🙂
Görüşlerinizi paylaşın: