Abdullah Gül ile beraber geçirdiğimiz 1 haftalık ABD ziyaretinin ardından San Fransisco – Ankara – İstanbul rotasında 17 saati bulan yorucu ama keyifli bir yolculukla memlekete döndük. Seyahat boyunca yaşananları önceki yazılarımda özetlemiştim: 1, 2. Ziyaretle ilgili bu son yazımda hem son iki günü özetlemek hem de genel bir toparlama yapmak istiyorum.
25 Mayıs Cuma günü heyetteki herkesin en merakla beklediği Twitter Genel Merkezi ziyareti vardı. Twitter, daha önce ziyaret ettiğimiz internet şirketlerinin aksine San Fransisco’nun göbeğinde, bir plazanın 6. katında gayet sade bir ofiste faaliyet gösteren bir şirket.
Girişte bizi İcra Kurulu Başkanı Dick Costolo (@dickc) ve şirketin kurucularından Başkan Jack Dorsey (@jack) karşıladı. Ziyaretin Twitter tarafındaki organizasyonunu firma çalışanlarından Aslı Sayitoğlu ayarlamıştı (ve bu ziyaretimde de kendisiyle doğru dürüst görüşemedim, buradan tekrar özür diliyorum 🙂 İkinci bir özürü de çektiğim bütün fotoğrafların bulanık olmasından dolayı sunuyorum.
Ben bu ziyaretten hemen sonra Sosyal Medya programını sunacağım için ziyareti yarıda kesip Cumhurbaşkanı gelmeden son hazırlıkları ve kontrolleri yapmak çekimi yapacağımız Udemy ofisine geçtim. Udemy ekibi bize bu iyiliği ikinci sefer yapıyor. Geçen seneki San Fransisco yayınını da bu ofisten gerçekleştirmiştik. Harika bir Türk girişiminin harika ortamı bizim üstümüzden epey yük kaldırdı.
Önce Twitter ziyaretinde katılabildiğim kısma dair en önemli konuyu aktarayım.
Hem Gül hem de firma yöneticilerinin dikkat çektiği konulardan biri özellikle Van depremi sonrası Twitter’ın kurtarma, haberleşme ve yardım ulaştırma konusunda üstlendiği rolden yola çıkarak bu tarafta daha organize bir yapının kurulabilmesi ve bunun diğer benzer durumlarda da kullanılması için düşünme ihtiyacıydı. Aynen katılıyorum. O dönemde hem kişisel olarak hem de Sosyal Medya programı üstünden bu tip birçok çabaya şahitlik ettim, yardımcı oldum. Sosyal medyanın anlam kazandığı durumlar ne yazık ki daha çok bu tip acı olaylar.
Sosyal Medya maratonu!
ABD’den yayın yapmak sandığınızdan biraz daha zorlu bir iş. İzinlerin alınması, sigorta, lisans, ekipler, uydu ayarlaması, teknik detaylar yetmez gibi bir de Cumhurbaşkanı’nın katılımı herkesi iyice germişti. Bu bölümde Türk Günü kapsamında New York’ta bulunan TRT Haber’in Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Böken de eşlik etmek istediği için sunumu ikimiz yapacaktık.
Cumhurbaşkanı’nın Twitter ziyareti uzayınca yayın yarım saat gecikmeyle başladı. Dünyada ilk defa bir devlet başkanı konuk olduğu bir programda önceden hazırlanmamış, neredeyse tamamı sosyal medya üstünden gelen soruları yanıtladı. Ki biliyorsunuz Gül televizyona pek çıkan bir lider de değil. Hatta bu tip bir programa ilk defa katılıyordu.
Gelen sorular da herkese açık olduğu için gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz ki tamamına yakınını yönelttik, gayet de samimi cevaplar aldık. Ben kendi soru haklarımı hiç gündelik siyasete girmeden; daha çok Abdullah Gül’ün kişisel hayatı, dünyaya bakışı ve aile yaşamına dair şeylere ayırmayı tercih ettim. Böken ise Uludere saldırısı, Fransa yeni Başkanı Hollande ile ikili ilişkiler gibi güncel konuları açtı. Halktan gelen sorularla da geniş bir yelpazeyi kapsamış olduk.
Program başlamadan önce Abdullah Gül yayının 2 saat süreceğini duyunca şaşırdı hatta ekibine biraz veryansın etti. Ben de ne zaman isterse o zaman bitirebileceğimi söyleyerek durumu biraz yumuşattım. 1,5 saat sonra programı bitirdiğimizde kendisi bile zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştı.
ANA KONU DIŞI BİLGİLENDİRME: Program sırasında gelen soru ve yorumlardan da yola çıkarak özellikle açtığım internet filtre ve engellemeleri konusu sonradan internette bana yönelik bazı tartışmaları tetiklediği kısaca açıklamam gereken şeyler var:
- Kişisel olarak internetin tamamen özgür olması gerektiğini düşünüyorum (vaktiniz varsa konuyu özetleyen iki örnek yazım: 1, 2). Bunun için sokak yürüyüşüne dahi katıldım. En önde saf tutup şov yapanlardan; gazete, televizyonlara poz verenlerden olmadığım için gözden kaçırmış olanlar olabilir. (Hatta bu yazılarım ve eylemlerim yüzünden Cumhurbaşkanlığı’na aleyhimde rapor verildi. Kurum arşivinde duruyor)
- İsteyenlerin kendisini ya da sorumlu olduğu kişileri uygun bulmadığı içerikten uzak tutacak bir filtre kullanmasına yönelik de bir itirazım yok.
- Cumhurbaşkanı’nın iddia ettiği gibi mevcut filtreyi kullanmayanların bütün sitelere sansürsüz ulaştığını kabul etmiyorum (programda Cumhurbaşkanı’nın yaklaşımına “evet efendim” diyen de ben değil; Ahmet Böken’di.). Elbette 5651 sayılı yasa uyarınca erişime engellenen binlerce site var.
- Ancak bu yasa gereği mahkeme kararıyla engellenen sitelerin o an konu ettiğimiz filtre meselesinden çok ayrı olduğunu da unutmuyorum.
- Bu ayrımı ve mevcut durumu konunun hararetli döneminde 2 defa danışman ve yardımcıları aracılığıyla kendilerine ilettim ancak belli ki ikna edilememiş. Bu tartışmanın yeri o yayın değildi. Dikkatlice izlerseniz o yayında bir şey tartışmadık; sadece soru sorduk ve cevap aldık.
- Eğer orada sessiz kalmakla suçlanıyorsam da evet, haklısınız, suçluyum. Ama sebebi birçok kişinin sandığının aksine aramızda konuyu uzatıp programı sabote etmemden korktuğumdandı (Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum çünkü uzayacağına adım gibi emindim). Zamanındaki tartışmalarımızdan Ahmet Böken’in TİB filtresini ve 5651’in uygulanış şeklini aynen ve tamamen savunduğunu biliyorum. Zamanında bu konuyu aramızda doğrudan ve dolaylı şiddet dozu epey yüksek bir şekilde tartıştık (buna rağmen yayınlarımda hiçbir engellemeyle karşılaşmadım). O yayın sırasında aramızda konuyla ilgili bir gel-git başlamasından korktum. Bu bir suçsa, kusursa suçluyum, kusurluyum. Kabul ediyorum. Özür dilerim. Ama bütün bunları sanki ülkenin başına ben sarmışım gibi suçlanmamı da sahiden anlayamıyorum.
- Son ve en önemli ayrıntı: bu konularda Cumhurbaşkanı’nın bir ilgisi, yetkisi yok. Uygulama icra yapısı açısından Başbakanlık, Ulaştırma Bakanlığı ve TİB arasındaki bir mesele. Cumhurbaşkanlığı’nı kimileri Devlet Başkanlığıyla karıştırıyor. Ama değil.
Son parti ziyaret notları
Konuyu iyice dağıtmadan ABD ziyaretiyle ilgili ayrıntılara dönelim.
Beni en çok şaşırtan gelişme geçen yazımda değindiğim Google ziyaretindeki güvenlik krizi yüzünden yaşandı. Kendi başına bile gayet ilginç bu olayın ardından aldığım bilgilere göre ABD Gizli Servisi, Google’ı mahkemeye verme kararı almış. Ve bundan sonra hiçbir devlet başkanının Google’a gelmesine izin vermeyeceklermiş (bence haklılar).
Şimdi diğer notları eritelim (anlatacağım şeylerin detaylarını alttaki fotoğraf galerisinden inceleyebilirsiniz):
- Cumhurbaşkanlığı’nın seyahat ve ziyaretleri 1 sene öncesinden planlanıyor (gündemdeki gelişmelerden dolayı çıkan ani ziyaretler hariç).
- Yurtiçi seyahatleri Cumhurbaşkanlığı Protokol Müdürlüğü, yurtdışı seyahatleri ise yine Cumhurbaşkanlığı’na bağlı Dışişleri Protokol Müdürlüğü yürütüyor.
- Ziyaret edilecek yere ilgili yazışma ve ayarlamaların ardından 3 ile 6 ay öncesinde gidilip ara kontroller ve teyitler gerçekleştiriliyor.
- Yemekler, içecekler, program akışı, protokol düzeni, katılımcı listesi hatta Cumhurbaşkanı’nın nereden yürüyeceğine kadar her şey adım adım planlanıyor ve prova ediliyor.
- Bu ziyaretteki en önemli bileşen ABD Gizli Servisi’ydi. Zira birçok kararı onlar onaylıyor ya da reddediyor.
- Gizli Servis’ten Gül’e tahsis edilen ekibin bir kısmı daha önce de New York ziyaretlerinde Gül ile çalışmış Washington’dan gelen özel bir birlikti.
- Cumhurbaşkanı’na yaklaşma izni olanlara her seferinde değişen bir rozet veriliyor. Bu ziyarette kahverengi zemin üstüne turkuaz beşgen (pentagon) seçilmişti. Bu rozeti taşımıyorsanız fazla yaklaşmak sizin adınıza tehlikeli hale geliyor. Bizim heyetten olduğumuza dair ayrıca bir kartımız vardı. Bu da ara bir sınıfı oluşturuyordu.
- Cumhurbaşkanlığı korumaları kesinlikle Başbakan ya da gördüğüm diğer bakanlarınkinden daha kibar, insancıl. ABD’de ve küçük bir heyette olduğumuz için mi böyleydi bilmiyorum. Umarım öyle değildir. Türkiye’de de görmediğim için karşılaştırma da yapamıyorum.
- Bu seyahatte Abdullah Gül için uygulanan güvenlik önlemleri ABD Başkanı Barack Obama ziyaretinde uygulananla aynıymış (Bizim ziyaretimizin son 2 gününde Başkan Obama da San Fransisco’da San Jose’deydi. O yöre için epey hareketli günlerdi anlayacağınız).
- Cumhurbaşkanlığı’nın kendine ait özel uçakları var. Ancak biz okyanus ötesine geçeceğimiz için bu menzili tek depo yakıtla geçebilecek THY’ye ait bir Airbus A-330 ile gidip geldik. Dolayısıyla uçak içinde özel bir konfor, düzen yoktu.
- Cumhurbaşkanlığı’nın kendine ait özel bir uçuş ekibi var. Bu ekip sadece kendine özel seyahatlerde görev yapıyor. Bu uçuşta THY’nin normal ekibinden birkaç ek uçuş personeli de görev yaptı. Hepsi özel olarak seçilen bu ekip devlet görevi yaptığı için saat kısıtlaması bulunmuyor. Yani normal uçuş hostesleri gibi çalışma saatleri sınırlı değil. Uçuş boyunca her an görev başında olmak zorundalar (ve işlerinde cidden iyiler).
- Cumhurbaşkanlığı uçuşlarında kabinin tamamına business class ile first class arasında bir standartta hizmet veriliyor.
- Yiyecek ve içecek seçenekleri normalden çok daha fazla. Çorbalar ve zeytinyağlılar bir yana; pizza, suşi gibi seçenekleri havada tüketebilmek enteresan oluyor.
- Cumhurbaşkanı gidişte ve dönüşte uçak içinde gazetecileri yanına davet edip demeçler veriyor, sohbet ediyor. Burası onunla en samimi olabildiğiniz alan. Siyasi tarihimizde örneğine çok rastladığımız ‘havada verilen demeçlerle patlayan siyasi krizler’ meselesinin sırrını da böylece öğrenmiş oldum. Korumalar, kürsü, vs olmayınca herkes daha net, doğrudan ve samimi cevaplar veriyor. İyi mi kötü mü bilemedim.
- Kimileri için Cumhurbaşkanlığı uçağına binmek, heyetinde yer almak hayatlarının en büyük payesi. Bunu seyahat boyu gelen ve gelemeyenlerin doğrudan ve dolaylı hal, tavırlar ve mesajlarından takip ettik. Buna heyettekilerin kimi şaşırdı, kimi doğal karşıladı. Bunun bir medya mensubuna getirisi ne olur sahiden anlayabilmiş değilim. Ama her habercinin meslek yaşamında en az bir kere tatması gereken bir olay olduğunu söylemem gerekir.
- San Francisco’yu da barındıran California eyaleti; özellikle çok yakınındaki Los Angeles dünyanın en büyük ve etkin Ermeni nüfusunu barındıran bölge. Türk ve ABD’li heyetin protesto ve benzeri olaylardan bir miktar endişesi vardı ama hiçbir şey olmadı.
- Yoldan konvoyumuzun geçebilmesi için trafiğin kesilmesi bu tip olaylarla sık karşılaşmayan ve trafik derdi olmayan San Francisco halkı için sinirlendirmenin aksine eğlendirici bir ayrıntı oldu. Herkes bize el salladı, video ve fotoğraflarımızı çekti.
- Son olarak: Abdullah Gül kibar, sabırlı, mütevazı, yapıcı, pozitif ve (Recep Tayyip Erdoğan gibi dominant ve etkili bir Başbakan’a rağmen) temsil ettiği pozisyonu dolduran biri. Bu süreçte hiçbir rahatsız edici huyuna, tavrına denk gelmedim. Herkese elinden geldiğince yardım etmeye, zaman ayırmaya, dinlemeye çalışan bir yapısı var ki bu daha önceki meslektaşlarında gördüğümüz özellikler asla değil.
Bu seyahatle ilgili ilk fırsatta yazacağım son 2 yazı konum kaldı: kaldığımız oteller ve yediğimiz-içtiğimiz şeyler.
Görüşlerinizi paylaşın: