Saatlere kendi meşrebimce meraklıyım. Fakat saatlerde merakın bir adım ötesine geçmek pahalı bir heves olduğundan bilgilerimin büyük kısmı teorik (tecrübeye değil; okumalara, dinlemelere, izlemelere dayalı).
Pahasından öte bana hatırlattıklarından dolayı kıymet verdiğim 14 adetlik küçük bir saat koleksiyonum var. Bir kısmına 5 sene önceki yazımda değinmiştim. O günden bu yana aralarına bir Nixon, bir Casio, birkaç Swatch bir de (son gözdem) IWC Pilot Double Chrono eklendi. ‘Eğer o günleri görürsem’ kendime 50 yaş hediyesi olarak bir IWC Portugieser almaya karar verdim (gerçi ona gelinceye kadar…).
Yukarıdaki bölümü özetleyecek olursak:
- Saatler benim için zamanı göstermenin ötesinde anlamlar da taşıyor.
- Birçok meraklının aksine saatler konusunda muhafazakar değilim. Ucuz, pahalı, analog, dijital, quartz ya da kurmalı fark etmiyor.
- Bütçem doğrultusunda kaplumbağa adımlarıyla ilerleyen mütevazı bir koleksiyonum var (yani farklı kategorideki saatlere yönelik bir miktar kullanım tecrübesi edindim).
Apple Türkiye tam 40 gün önce tecrübe etmem için bana bir Apple Watch ve onu işlevsel hale getirmek için bir iPhone 6S emanet etti (kulağa ne hoş geliyor, değil mi? Ama bir de şöyle bakın: Apple Watch hediye etmek istediğiniz kişiye -eğer kullanmıyorsa- bir de iPhone almanız gerekecek ;). Bir önceki cümledeki ’emanet’ kısmına takılanlar olabilir. Apple bu cihazları bir kiralama sözleşmesi altında geçici süreyle veriyor. Başka bir deyişle: bu yazıda okuyacağınız ürünlere para vermedim / satın almadım.
Yazının devamına geçmeden önce saatler, işlev ve mühendisliği konularına yaklaşımımı anlamak için 2014’te yazdığım bir yazıya göz gezdirmenizin faydalı olacağını düşünüyorum.
‘Akıllı saat’ kavramını hayatımıza sokan Pebble‘ı bir Kickstarter projesi olarak tanıtıldığı günden bu yana ilgiyle takip ediyorum. Saatlere atfedilen ‘akıl’ kavramıyla telefonlar arasındaki farka da epey kafa yormuşluğum var.
Tüketici elektroniğinin kutsal emaneti cep telefonları yüzünden kol saatleri -benim gibi bu cihazlara alışkanlık kazanmış; hatta bir arzu nesnesi olduğu dönemi yaşamış kuşak için dahi- anlamsızlaşmıştı. “Zamanı telefonundan okuyorum, çalarsaati de var. Neden bunun için koluma ayrıca bir şey takayım?” sorusuna faydacılık ekseninde verebileceğimiz çok az cevap var. Evet telefonlar sayesinde artık bir hesap makinesi taşımıyoruz (cepte taşınan hesap makinelerini unutmuştunuz, değil mi?), basçek fotoğraf makinelerini bırakalı yıllar oldu. Cüzdanımızın arasında mini-rehberlerimiz de yok artık (bak onu da unutmuşsunuz işte).
Peki hepsiyle vedalaşmışken saatte direnmek neden?
Açıkçası buna verebilecek net bir cevabım yok. Elde kalan gerekçeler kolda bir aksesuar taşıma arzusu ya da mühendisliğine yönelik tutku gibi şeyler olabilir (Mekanik aksamdan oluşan küçücük bir hacme onca özellik eklemek için tasarımdan uygulamaya, materyalden montaja kadar muazzam bir bilgi ve emek gerekiyor. Saygı duymamak mümkün değil).
Bıçkınlar mahallesinin cici bebesi: Apple Watch
Lansmanından önce Apple Watch ile ilgili sızıntıları, ipuçlarını haftalarca takip edip paylaştım. O süreçte kabullenemediğim tek şey her gün şarj etmek zorunda kalacağım bir cihazın daha çıkacak oluşuydu. Masamda 2010 model bir emektar iMac, çantamda Retina Macbook Pro veya klavyelendirdiğim iPad Air’im var. Ezelden bu yana bir Apple ekosisteminde yaşıyorum. Tek istisnam telefonum. Yetersiz şarj ömrü yüzünden beni delirten (motosikletime bile USB portu taktıran) iPhone’a dördüncü kuşağında veda edip Android’e geçtim (Android platformunda denediğim 10’dan fazla ürünün neredeyse hepsinden çok memnun olduğum da kayıtlara geçsin).
Apple Watch’u tecrübe edeceğim bu yeni dönemde telefon tarafında da -yeniden- iPhone’a mahkum kalacaktım. Kimine şımarıklık gibi gelecek bu durum benim için büyük bir gerilim kaynağıydı. Power bank taşımayı reddeden inatçı azınlıktan biri olarak 6S’in pil gücünün bir önceki seriye kıyasla daha da düşürülmüş olması (1810mAh’den 1715mAh’e) endişelerimi iyice arttırıyordu.
Bu evhamlar içinde telefonu cebime koydum, saati koluma taktım, yeni düzene merhaba dedim. Aradan geçen 40 günlük izlenimlere dair aşağıda yazacaklarımın anafikrini sitesinde Apple güzel şekilde özetlemiş aslında: Onu denemek demek, onu sevmek demek.
iPhone 6S’i de ‘es’ geçmeyelim
Bu yazının konusu değil ama değinmemek olmaz. iPhone 6S tasarım olarak çok etkileyici. Elinizde tuttuğunuzda formuna hayran kalmamak mümkün değil. Alüminyum gövdesiyle cam yüzeyinin kusursuz birleşimi, homojen geçişine (materyal kullanımı montaj tekniği adına) saygı duymamak zor (Ve LÜTFEN böyle bir güzelliği o çirkin kılıflarla örtmeyin. Apple’ın kendi kılıfları bile bence Jonathan Ive‘a yönelik bir galiz küfür). Yapmayın.
6S ile birlikte gelen parmağınızın basış şiddetine göre uygulamalarda farklı işlevleri yerine getiren 3D touch başta anlamsız / gereksiz geliyor ama kısa sürede kendi alışkanlığını yaratıyor (kendimi sürekli iPad’imin ekranına bastırırken bulmaya başladım).
Yeni parmakizi okuyucu parmağınız nemliyken dahi gayet tutarlı. Tepki süresi neredeyse basışınızla eşzamanlı.
Kamera konusunda iPhone her zaman iyiydi, 6S de bir istisna değil.
Rakam bazında teknik detaylara girmiyorum (Apple kullanıcısı öyle şeyleri pek umursamaz zaten). Müzmin tutkunları için sitesinde hepsi var. Tıklayıp bakarsınız.
Gelelim esas meseleye.
Sunumlarıma denk gelenler fark etmiştir; hepsini iPad’im üzerinden (Keynote ile) yapıyor ve uzaktan kumanda (ve prompter) olarak da yine Keynote yüklü iPhone’umu kullanıyorum. Son aylarda bazı günler her biri 1 saat süren ikişer konuşma yaptığım için 6S’in hem sahnede hem de günün kalan kısmında beni yarı yolda bırakmaması ÇOK önemliydi.
Yönetici Özeti: iPhone 6S’in pil ömrü kesinlikle tatminkar. Ellerinde şarj kabloları ve power bank’lerle gezdikleri için acıdığım; hatta bazen dalga geçtiğim iPhone kullanıcısı bütün arkadaşlarıma 6S tavsiye eder oldum. Benim gibi neredeyse her şeyini cep telefonundan yürütenler için dahi hiç şarj etmeden uzun bir günü tamamlamak mümkün (40 günlük testim süresince gün içinde ekstra şarj etmeye HİÇ gerek duymadım). Son 7 güne ait uygulama dağılımım ve pil tüketimindeki payları da aşağıdaki gibi.
Sonuç: iPhone’un yumuşak karnı olan pil ömrü 6S ile çözülmüş.
Tasarımıysa şöyle özetleyeyim: gözünüzü bağlayıp avcunuza yerleştirildiğinde onun bir Apple ürünü olduğundan şüphe duymanız imkansız.
Apple Watch meselesi
Yazının başında sıraladığım 3 maddenin belleğinizde hala taze olduğunu varsayıyorum. Ek olarak şunu söyleyeyim: arkadaş sohbetlerimizde Apple Watch’a hep muhalif kaldım. Benim gibi (tekrar ediyorum: benim gibi) saat kullanıcıları için böyle bir ürünün anlamsız olduğunu düşündüm. 40 gün testime de bu önyargıyla başladım. İzlenimlerimi maddeler halinde sıralıyorum:
- Apple Watch (AW diyeyim artık) çok mıncıklamazsanız tek şarjla iki gün kullanılabiliyor.
- Şarj ettiklerinize bir cihaz daha eklemek gerçekten sıkıcı. Dahası AW’un şarj ucu kendine has. Dolayısıyla benim gibi sık seyahat ediyorsanız yanınızda bir kablo daha taşımanız gerekiyor (Apple İngiltere ekibiyle izlenimlerimi paylaştığım tele-konferansta ortaya attığım bir fikir hoşlarına gitti. Bir de siz düşünün bakalım: AW’a ait o dairesel şarj setinde bir standart lightning kablo girişi olsa çok mantıklı olmaz mı? Böylece iPhone / iPad şarj ucumuzu onun ucuna takarak saatimizi de şarj edebilirdik. Her şeyi de ben mi düşüneceğim birader?).
- Bir AW satın almaya niyetlendiğinizde karşınıza 3 ana seçenek çıkıyor: Temel tasarım (Apple Watch), Sport ve Edition. Edition serisi 34 bin liradan başlayıp 40 bin liraya uzanan fiyatıyla “biz de abarttık ama kremasını abarttık” dedirtiyor. Fiyatının sebebi altından mamul kasası. Altın saatten nefret eden biri olarak hakkında güzel bir şey söylemem mümkün değil (ürünü Londra’dan gelen Apple temsilcileri eşliğinde incelerken ‘hanzo’ kelimesinin İngilizce karşılığını bulamadığım için ‘rüküş’ olarak adlandırdım. Yeterince saldıramadığım için hala pişmanım).
- Standart AW ile Sport serisinin farkı da alaşımda gizli. Sport sürümü daha hareketli (yani darbelere teşne) kullanıma yönelik olduğundan kasası anodize (güçlendirilmiş) alüminyum, camı da güçlendirilmiş ion-x alaşımından (bu çizilmeye karşı dayanıklı bir yüzey). Fiyatı 1.250 ile 1.400 lira arasında değişiyor. Standart sürüm ise paslanmaz çelik ve safir kristal ekrandan (safir kristal sadece elmas uçlu keskiyle çizilebilen daha da dayanıklı bir yüzey). Onun da fiyatı 2.000 ile 2.150 lira arasında.
- Modelinize karar verdikten sonra kadran boyutuna bağlı bir seçim daha yapmalısınız. AW serisi 38 ve 42mm’lik iki farklı kadrana sahip. Aradaki 4 milimetreyi küçümsemeyin; epey fark ediyor. Telefon ekranları 6 inç sınırını aşmışken saatlerde küçük ekranı savunmak zor ama birçok bilgi okumak isteyeceğiniz bir ekranda her bir milimetrenin konfor yaratacağını da tahmin edersiniz (Ben 42mm kadranlı standart bir AW tercih ettim).
- Vereceğiniz kararlar bununla da bitmiyor zira sırada kayışlar var (diğer terimiyle: kordon). Bu konuda deriden çeliğe kadar gayet geniş bir yelpazeden seçim yapabilirsiniz. Saatle beraber verilen örnek kayışlar arasında en çok baklalı çelik olanı sevdim (ve hep onu kullandım). Fakat 1.560 liralık fiyatıyla benimle beraber bütün arkadaşlarımı derin düşüncelere daldırdı. Yine de bu kayışın hiçbir ek alet gerektirmeden parmakla ayarlanabilen, sökülüp takılabilen baklaları (parçaları) fikri ve mühendislik uygulamasıyla gösterdiğim herkese şapka çıkarttı. Bu kordon saat sektörüne patlatılmış küçük düşürücü bir tokat. Tahmin edeceğiniz gibi şimdiden taklitleri de piyasada (ne var ki taklitlerinde biraz önce bahsettiğim o can alıcı özellik yok).
- Saati değiştirmeden kadranı değiştirmek çok garip bir his. Benim gibi analog tutkunlarını bile heyecandırıyor. Analog yapıyla dijitale has (hava, pil durumu, atılan adım sayısı, ajanda bildirimleri gibi) göstergeleri harmanlamak ilginç bir tecrübe sunuyor. Apple’ın komplikasyon olarak adlandırdığı ayarlarla seçtiğiniz kadranda detaylı özelleştirmeler de yapabiliyorsunuz. Yani aynı saat ile farklı saatlerin tadını almak mümkün oluyor (bu mantıkla tasarruf ettirdiğini de iddia edebilir miyiz?). Fakat kadran seçenekleri henüz hevesi tatmin etmek için yeterli değil. Bunun artacağına kimsenin şüphesi yoktur sanırım (Appstore 2008’de açıldığında iPhone için yüklenebilir uygulama sayısı 500’dü. bugün 1,5 milyona yakın).
- iPhone 6S’teki 3D Touch’ın AW’taki karşılığı Force Touch. İşlevi hemen hemen aynı.
- Hareketlerinizi takip edip raporlayan, sizi sağlıklı bir yaşama zorlayan uygulaması bağımlılık yaratıyor. Fakat uyurken saati şarja taktığınız için verilerde kesintiler oluyor.
- Nabzı ölçen uygulama da gayet iyi çalışıyor ama evhamlı tiplere göre değil. Sürekli kalbinizin ritmiyle uğraşmak, ölçmek işten değil.
Alınır mı?
İşte en zor mesele. Klişe olabilir ama cevabı kişiden kişiye değişir. Yine maddeler eşliğinde bakalım:
- Olmasa olur mu? Elbette olur. Ama o hesaba bir girersek hayatımıza 9 tuşlu bir telefonla da devam edebiliriz.
- Apple ekosisteminde yaşayan biri için keyif vereceğine şüphe yok. Ancak iPhone sahibi olmayan / kullanmayan biri için zor bir eşik olduğu da kesin.
- Saat takmayan / takmayı bırakmış birinin koluna yeniden saat yerleştirebilir mi? Kesinlikle evet.
- Teknoloji tutkunları tarafından bakınca görünüm biraz karışık. Bu kesimin AW’tan beklentilerinde saat özellikleri önemsiz bir ayrıntıya dönüşüyor. Bir kol saatinde işlev ve yeniliğe yönelik azgın iştahı bastırmak kolay olmayacaktır.
- Saatini kolundan çıkartmayanlardanım. Duşta, denizde, yatarken her zaman bileğimdedir. AW ile bu alışkanlığım alt-üst oldu. Bundan pek memnun değilim ama 40 gündür de uyanır uyanmaz paşa paşa (ve keyifle) koluma yerleştiriyorum.
- AW suya dayanıklı ama su geçirmez değil. Yukarda değindiğim eski alışkanlığım yüzünden birkaç kere kolumda AW’u unutarak duşa girdim. Bir şey olmadı ama epey paniklediğimi söylemeliyim (Islak ve çıplakken panik çok acınası bir hal alıyor. Lütfen gözünüzde canlandırmayın).
- En önemli konu: AW bir iPhone uzantısı. Yani pek çok şeyi telefonu cebinizden çıkarıp yapmak daha pratik gelecek. Zaten bluetooth ile iPhone’unuza bağlanamadığında neredeyse hiçbir özelliği çalışmıyor. AW’u bir telefon, müzikçalar, vs gibi düşünmeyin. O bir ‘kol aksesuarı’. 42 milimetrelik bir ekranda en çok ne yaşayabilir, en çok ne fayda elde edebilirsiniz konusunda bir sosyal deney de denebilir. Yani saat takmak size anlamsız / gereksiz geliyorsa AW da öyle gelecektir.
- Şahsen üstünde en çok kafa yorduğum konu bu cihazın kullanım ömrü. Geleneksel bir saati alırsın ve torununun torununa kadar kalabilir. Hatta durduğu yerde kıymetlenir. Arada ayarı şaşar, tamirciye götürürsün halleder. Apple Watch’a böyle bakabilir miyiz? Sanıyorum hayır. Mesela iOS12 çıktığında bu kolumdaki cihazı kullanabilecek miyim? Torunum nostalji olsun diye benden kalan AW’u kullanabilir mi? Torunları geçtim; bugünün AW tutkunları (iPad ya da iPhone’larda olduğu gibi) her sene yeni çıkan modeli almak zorunda mı kalacak? AW’un kaderini bence bu soruların cevabı belirleyecek.
(Dünya Halleri yüzünden aylardır ilgilenemediğim bloguma da bu vesileyle dönmüş oldum. İlk fırsatta testini sürdürdüğüm iPad Pro ve iMac izlenimlerimi de aktaracağım)
Görüşlerinizi paylaşın: