Çocukluğumun büyük bir bölümü bir şeyleri isteyerek geçti. Sahip olduğum şeyler az değildi ama saplantı derecesinde istediğim şeylere hep çok geç kavuştum.
Bilgisayar gibi…
Dolayısıyla daha çok sahiplendim, daha hevesle sarıldım. Ama aynı zamanda bazı şeylerin sadece belirli zamanlarda keyif verdiğini anladım.
Örneğin gitara en heves ettiğim yıllar karşı komşunun çöpe attığı bir enkaz gitarla başladı ve kendi harçlıklarımla aç kalarak biriktirdiğim ve gizlice senetle aldığım uyduruk bir Hohner elektro gitarla devam etti. Yıllar sonra para kazanmaya başlayınca şu an hala odamda duran Ibanez’i aldım. Ama geçmişti…
O gitarı toplamda 20 defa çalmamışımdır. Parmakları hızlandırmak için saatlerce süren provalar geçmişti artık.
Bu hasretlerden biri de motorsikletti. Çocukluğum bisiklet tepesinde cambazlıklarla geçti. Hatta civarın en akrobat BMX sürücüsü bendim. Günde en az 30 kilometre pedal çevirirdim. Sahil yolundan Yeşilköy-Eminönü hattı akvaryum hevesimden dolayı günlük rotamdı.
Sonraları motorsiklete heves ettim. Ergenliğin verdiği hırçınlıkla bir chopper istiyordum. Hatta mümkünse Harley Davidson. Amerikan filmlerindeki asiler gibi yeri göğü inletecektim. Ergenliğin verdiği hırçınlık ve asilik, mevcut düzenle uyumsuzluk her şeyde uç veriyordu.
Japonya dönemime denk gelen 1992 yılında yanında kaldığım ailenin kardeşi bana Honda CBR’ını HEDİYE ETTİ. Türkiye’ye nakliye masrafının büyüklüğünü duyunca ne kadar üzüldüğümü görmüş olacak ki, onu da ısmarladı! Ama sonra öğrendik ki Türkiye’ye (şimdi değişmiş olabilir) 2 yaşından büyük motor sokmak yasaktı. O da tam o ay 2 yaşına giriyordu. Sadece 4 yarışa katılmış, 3 kupa almış sıfır ayarında bir yarış motoruydu. Çiçek Abbas misali gece gündüz temizleyip duruyordum oysa…
Bizimkiler senelerce yalvarmama rağmen motor almakta direndi. Tehlikeli olduğundan dolayı korkuyorlardı sanırım. Buna rağmen hevesim hiç geçmedi.
Ama dönüştü…
Artık bir chopper istemiyordum. Bir yarış motoru da. Enduro da… Hepsinin şehir yaşamına meydan okuma aracı olduğunu anladım. Bu kategorinin örnekleri aslında şehirle barışık değildi. Biri tepesine binip eyaletler arasında dolaşmak, diğeri pistlerde turlamak, öbürüyse dağa bayıra vurmak içindi. Gürültülü, hızlı, kimi neredeyse bir mini otomobil boyutlarında makineler…
Oysa ben çoktan şehirle barışmış, şehrin kuralları ve tarzından mutlu olmaya başlamıştım. Hatta sırf bu yüzden şehrin kalbine taşınmıştım.
1988 yılındaki ilk İtalya seyahatimde hiç dikkatimi çekmeyen scooter (skuğtır okunur) kategorisi sonraki her ziyaretimde biraz daha ilgimi çekmeye başladı. Küçük, sessiz, mütevazı, ekonomik, kolay kullanımlı, kendi halinde motorlar.
Takım elbiseleriyle işe gidenler, gezintiye çıkanlar, bakkal alışverişine yol alanlar… Scooterlar şehre aitti. Her yerde yüzlercesi, binlercesi dolanıyordu. Şehirle barışık, uyumluydu. Oysa chopper’ın şehirle uyumu en fazla bir Hummer ya da Esclade’inki kadardı (benim gözümde).
Sonraları aralarında bir markanın diğerlerinden daha çok dikkatimi çektiğini anladım: Vespa.
Vespa’ya dair birkaç şey
- Scooterlar 1910’lu yıllara geliştirilmiş epey eski bir form. Temelde arka teker üstünde yer alan muhafazalı küçük hacimli bir motor, üstünde oturan sürücü, ayak tabanlığı ve ön diz muhafazasından oluşuyor.
- 2. Dünya Savaşı süresince İtalya’ya savaş uçakları imal eden Piaggio (Piyacco okunur), ülkesinin yenilgisi ve bombardımandan dümdüz olan fabrikalarının derdiyle girdiği arayışta İtalya’nın esas ihtiyacının ucuz ve ekonomik kullanımlı bir araç olduğunu fark eder. Almanya’nın Volkswagen Beetle’ı (tosbağa) neyse, İtalya’nın Piaggio scooterları da o olur.
- Piaggio scooter tasarımında birçok yeniliğe imza atar. Ön kısımda koruyucu bir siper, boydan boya uzanan tek parça şasi, elden kontrol edilen kumandalar, doğrudan arka tekerleğe bağlı sele altı motor, sürekli havalı soğutma gibi yenilikler getirir.
- Piaggio’nun meşhur scooter markası Vespa birçok filmde ana unsura dönüşür. En meşhurlarından biri Audrey Hepburn ve Gregory Peck’in Vespa tepesinde Roma’yı turladığı sahnelerle bezeli 1952 yapımı Roman Holiday filmidir. Bu filmin gösterime girmesiyle 100 bin ekstra Vespa satılır.
- Gördüğü yoğun ilgiden dolayı 1950 ve 60’lı yıllarda pek çok ülkede lisanslı olarak üretilir. Birçoğunda da birebir taklitleri çıkar.
- Vespa’lar çelik şasi ve gövdeli yapılarından dolayı ÇOK uzun süre sahiplerine hizmet eder.
- 2001 yılında ABD satışına başladığında motor ve tasarımda yeniliklere gidilir. 4 zamanlı ve daha büyük hacimli (250cc) motor, daha geniş gövde ve 12 inç tekerlek ölçüsüne geçilir. GT (Grantourismo) serisi de böyle çıkar.
- Çinli ucuz alternatifleri yüzünden rekabet edemeyen Vespa 2003’te iflasını ister. O dönemde şirketi satın alan İtalyan Roberto Colaninno markayı düzlüğe çıkarmayı başarır.
- Şu ana kadar Vespa markası altında 138 farklı model üretildi.
Şahsen Vespa’da en sevdiğim unsurların başında pratik kullanıma yönelik küçük ayrıntıları geliyor. Bakkal-market alışverişlerinde torbayı asmak için küçük askısı, sele altı, arka çanta ve ön dizlik gözleri gibi. Tasarımının estetiğine söyleyecek bir şey bulamıyorum.
Hayalin gerçeğe dönüşü
Senelerce bir Vespa sahibi olmak için didindim. Etrafımda “sakın alma!” diyenler hiç eksik olmadı. Erteledim ama hevesimi hiç soğutmadım. O sırada Vespa’ya dair motorsikletin kendisi dışında ne varsa topladım. Çanta, anahtarlık, çakmak, saat, çakı, poster, vs…
Sonunda beğendiğim motoru da buldum. Ama (her zamanki gibi) beğendiğim modelin en pahalısı, rengininse en nadiri olduğunu öğrendim. Çok az getirilmişti ve alan da satmıyordu. Sosyal medya derdimi az çekmedi… Sağolsun takip eden yüzlerce kişi de yardım edebilmek için çabaladı. Bir tane buldum ama o da bana yar olmadı.
Krem renkli (Siena), ikinci el bir GT, GTS ya da GTV bulabilme hayalimde ümidi kesmişken sonunda bir tane buldum. Tam almaya giderken telefonda satıldığını ama sıfırı olduğunu öğrendik. Benim artık cidden bir yaz daha dayanma sabrım kalmamıştı. Kalktık, gittik, aldık, döndük!
Beğendiğim GTV250 ie serisinin yeşil renklisi… GTV, 250cc’lik büyük kasa Grantourismo serisinin 60. yıl anısına çıkan özel Vintage serisi (V harfi oradan geliyor).
Motorun fiyatı 13.500 liraydı. Yanlış hatırlamıyorsam 600 lira kask, 1100 lira da arka çanta masrafım oldu. “O paraya araba alınır” dediğinizi duyar gibi oluyorum ama arabam var. GTV hem tasarım hem teknoloji olarak Vespa serisinde en üst noktalardan birini temsil ettiğinden bunca pahalı. Yoksa bunun üçte birine de bir tanesine sahip olmak mümkün (Fakat her durumda bir Vespa Asyalı alternatiflerden daha pahalıya gelecektir).
Motorum henüz 1 ayını bile doldurmadı. Dünyanın en mutlu insanlarından biriyim ve bu yaşıma kadar neden beklediğimi sorup, üzülüyorum. Hayatım şimdiden bambaşka bir hal aldı. Bunları ilerde burada çok yazacağım. Hatta küçük bir kazayla ilk tecrübemi de edindim. Vespalı yaşam her geçen gün biraz daha keyifli, zevkli hale geliyor.
Daha önce dikkatimi çekmiyordu ama Vespa’nın (aynen Alfa Romeo ve Ferrari’deki gibi) kendine has bir motor sesi var. İtalyan ruhunda mı var nedir bilmiyorum. Rölantide çalıştırıp dinlemek bana inanılmaz keyif veriyor. Kırmızı ışıkta beklemeyi sever oldum.
Dinlediğim sesi paylaşayım isterseniz:
Motorumun adı: Vecihi. Hayatımdaki en güzel şeylerin başında geliyor. Fırsat buldukça anı ve tecrübelerimi paylaşmaya çalışacağım.
Son olarak: bir hayaliniz varsa ve imkanınız elveriyorsa SAKIN BEKLEMEYİN!
Görüşlerinizi paylaşın: