Bilen bilir uzun zaman motor aradım. Daha doğrusu beyaz bir Vespa GT peşinde koştum (aslında hayalim krem bir GTV idi ama ondan Türkiye’de sadece bir tane gördüm ve sahibini ikna edemedim ;). O modelin aradığım rengi çok az ithal edilmişti ve kullanan da satmıyordu. Sabrım senelere yenik düştü ve sonunda 27 Mayıs 2011 Cuma günü 60. yıl özel serisi yeşil bir Vespa GTV aldım. İsmini de öyküsünü hep buruklukla okuduğum, bazı yanlarını kendime benzettiğim ve birçok sunumumda bahsini geçirdiğim Vecihi Hürkuş anısına Vecihi koydum.
Vecihi kesinlikle hayatımdaki en güzel şeylerden biri. Geçirdiğim kazaya ve bende bıraktığı sakatlığa rağmen kış boyu üstüne binebilmek için gün saydım ve sürdüğüm her an biraz daha keyif alıyorum (ilk kazam değildi gerçi). Sağ kolumu hala tam olarak kullanamadığım için Vecihi ile ilişkimiz hala biraz mesafeli. Hala her binişimde kazam gözümün önüne geliyor, kendimi ve Vecihi’yi yerde yatarken görüyorum. Ama keyfi, endişesini bastırıyor her zaman.
‘Uzak’ derken?
Motorla en sık yaptığım şey Boğaziçi güzergahında dolanmak. Bazen Karadeniz’e kadar sürdüğüm oluyor. Tesadüfen denk geldiğim bir blog yazısı bende Vecihi daha da uzaklara gitme isteği uyandırdı. Vespa tutkunu bir baba-oğul İstanbul’dan 94 ve 99 model iki Vespa PX ile yola çıkıp Yunanistan üstünden feribot ile İtalya’ya varmış ve Doğu sahilinin en keyifli rotasını baştan aşağı kat edip dönmüştü. (Bir gün oğlum ve kızımla aynı turu yapmak kısmet olur mu acaba?)
Uzaklara gitmenin bir sınırı yok. Vespa ile bile çıta çok yükselmiş durumda. Ve motor ile seyahat başka şeye benzemiyor. İki teker üstünde, küçücük bagaj ve minimum eşyayla, rüzgara karşı güneş veya yağmur altında seyahat etmek sanıldığı kadar kolay değil. Üstelik bir arıza halinde derdinizden anlayan bir usta ya da yedek parça bulmak da mucize.
İlk niyetim Avrupa yakasında bir yerlere gitmekti. Çatalca, Çanakkale, Edirne ya da Çorlu nispeten makul geliyordu. Hatta Çanakkale için şöyle bir rota bile çıkarmıştım:
Sonra bir arkadaşın aklımı çelmesiyle fikir değiştirip Gölcük’e gitmeye karar verdim. Google Maps’e göre 1,5 saatte aşacağım 115 kilometrelik bir rotaydı. Yol da rahattı (rahat kısmını motor için ayrıca değerlendirmeli).
Motorla ve tek başıma olmanın verdiği avantajla yol üstündeki akla gelecek her sokak, köşe-bucak ve kahverengi tabelaya dalarak bu rotayı 6 saate yakın bir zamanda tamamladım!
Uzun yol tecrübeleri
Bu süreçte uzun yolun şehir içinde motor kullanmaktan ne kadar farklı olduğunu anladım. Rüzgar insanı resmen evire çevire dövüyor. Üşüyor ve hatta kimi zaman hislerinizi kaybedecek kadar donuyorsunuz. Küçük tekerlekler yoldaki çukurları sürücüye tahmin ettiğinizden çok daha fazla yansıtıyor. Kimi zaman resmen hoplatıyor (bu en tehlikeli durum). Yarım kaskla gözler yanıyor, sinek ve böcekler suratınızda patlayarak yakıyor, kimi zaman ağız ve burnunuza giriyor. Güneş cayır cayır yakıyor, araçların egzost kurumları yüzünüzü siyaha boyuyor. Motor kullanmak yorucu; çok yorucu bir işe dönüşüyor.
Bütün bunlara rağmen yapım gereği ‘zehri aldığım’ için yeni bir rota için kaşınmaya başladım. O sırada eşim Salı gününe denk gelen 1 Mayıs ile haftasonu tatilini birleştirerek motorla yola koyulmayı teklif etti. Pazar, Pazartesi ve Salı olarak 3 günümüz vardı.
Onu bu fikirden vazgeçirmek için elimden geleni yaptım. Sonuçta hala tedirgin ve acemi bir kullanıcıydım, uzun yol tecrübem yoktu ve eşim de artçı olmak için tecrübeli değildi (Artçılık apayrı bir eğitim ve tecrübe meselesi. Acemi artçı küçük bir hareketiyle motoru kontrolden çıkarıp insanı ölüme kadar götürebilir).
Küçük bir ön eğitim olarak ona şunları hatırlattım:
- Ben komut vermeden inme ve binme.
- Senden her şeyin tamam olduğunu duyuncaya kadar hareket etmeyeceğim.
- Durmaya yakın ayağımı yere koyarken ayağını geri çek (Vespa’daki artçı ayak yeri için böyle bir fedakarlık gerekiyor)
- Ben ne tarafa yatıyorsam sen de o tarafa yat (artçıların en genel ve ölümcül hatasıdır. Düşme korkusuyla ters tarafa yatmaya / doğrulmaya çalışır, motorun arkası kontrolden çıkar ve düşersiniz)
- Bir sebepten dolayı düşersek ayak ve bacağının motor altında kalmaması için kendine doğru çek.
- Bana mümkün olduğu kadar yapış.
Bu kadarcık bilgi bile artçıyla güvenli bir sürüş için yeterli (başlangıç için). Kalan kısmını zaten beraber bir şekilde öğreniyor, kurala bağlıyorsunuz (okumak da iyi bir yol elbette. Buyrun: 1, 2) Hep aklıma gelen ancak unuttuğum mesele ortak bir işaret dili yaratmaktı. ‘Durumun nasıl?, üşüyor musun?, duralım mı?’ gibi genel konular için el ve kafa işaretleri belirlemekte fayda var.
Tatil öncesi alışveriş
Cumartesi günü benim TV yayınım öncesi Kadıköy’de kaybolduğum bir gün tesadüfen karşıma çıkan ‘yere‘ gittik. Burası motor servisleri, yedek parçaları ama özellikle uygun fiyatlı giysi ve aksesuarı dükkanlarını barındıran bir yer.
Gölcük seyahati öncesinde buradaki Motomax mağazasından (e-ticaret sitesi de var) Fransız malı siyah bir Bering Blouson Aero almıştım (Sağ resimdeki / 219TL). Kol, dirsek, omuz ve sırt korumalı ve yazlık olduğu için sürüş sırasında kendini neredeyse unutturuyor. Durduğunuz zaman kalın sırt ve bel koruması biraz terletmeye başlıyor ama bu benim gibi çok terleyen biri için bile dert değil. Kendinizi güvenli hissetmenize yol açıyor ve hiç beklemediğiniz durumlarda da işe yarıyor.
Eşime de seyahatten bir gün önce aynı yerdeki Moto Capro mağazasından tasarım ve teknolojisiyle çok daha güzel ve şık (ve yine yazlık) İtalyan malı bir Daniese mont aldık (460TL).
Cuma günü de Ferco’dan Vecihi’nin ön kısmına küçük bir çanta takabilmek için bir raf almıştım. Fiyatını yazarken bile azap çekiyorum: 647TL. (Yalnız GT serisine şıp diye oturan bu parça GTV’de epey zahmet gerektiriyor. Biz ek somunlarla üstesinden geldik; sonradan araştırdım arada özel parça yaptıranlar bile varmış). Yine Motomax’tan bu çantayı rafta tutması için bir de kancalı gergi ipi aldım (14,32TL).
Tam kask kesinlikle şart
Bütün uyarı ve ısrarlara rağmen tam kask almadık. Büyük hata etmişiz. Yol boyunca çenem ve yanağımda patlayan arı, kelebek, kara sinek ve benzeri böceklerle boğuşup durdum. Bir kısmı burnuma, bir kısmı ağzıma girdi. Bazıları vizörün içine sıkışarak bana epey zorlu anlar yaşattı (o panikle kaza yapmak işten değil). Saatte 80 km üzeri süratte giderken yüzünüzde patlayan bir kara sineğin ne kadar acı verdiğini ancak motorcular bilir. Kamyonlardan sıçrayan taş ve minik kum tanelerini saymıyorum bile. Egzost kurumlarını da.
Size tavsiyem: uzun yol için ilk işiniz tam kask almak olsun.
Ben normalde güneş vizörlü beyaz bir Momo Design kask kullanıyorum. Eşimde de kahverengi-krem bir Piaggio Copter var. Bunlar şehir içinde güzel ama uzun yolda kesinlikle yetersiz. İlk fırsatta bu tip yüksek hızlı, uzun mesafeli seyahatler için sade tasarımlı, tek renkli bir tam kask alacağım.
Rüzgarın gözleri haşat etme meselesini Çorlu yolunda tecrübe ettiğim için yarım kask içine bir goggle (Google değil) alayım dedim. Motomax’tan tanesi 16TL‘ye aldığım Tex marka 62884 kodlu goggle o kadar kötü çıktı ki burada anlatıp yine sinirlerimi bozmak istemiyorum (koruma bir yana burnumu kanattı). Böyle şeyleri neden satarlar anlamıyorum. Türk malı bu markanın başka modelleri de var ama onlar nasıldır bilmem.
Yolculuk başlıyor!
Yolculuk öncesi Cumartesi günü program sonrasında niyetim doğrudan eve gidip uyumaktı ama konuklar ısrar edince en azından çorbaya eşlik etmek için soluğu klasik olarak Ciğerizm‘de aldık. Sohbet (ve yemek) tatlı geldi; kafayı bir kaldırdım saat olmuş 03:30…
Hemen eve dönüp 04:00’te yattım. 06:00’da uyanıp, marşa bastım, yola koyulduk.
Hedefimiz Çanakkale / Yeşilyurt Köyü’ndeki Taş Teras Hotel‘e ulaşmaktı (yarım pansiyon / iki kişi günlük 350TL / otel güzel, yolu motor için çok kötü, şaraplar vasat ve ultra pahalı, yemekler orta şeker ama personel ilgili. Özetle: güzel bir butik otel).
Yenikapı-Bandırma arasını hızlı feribot ile geçip devamında otoyoldan gelmeyi planlıyordum. 2 saat süren feribot seferi gidişte motosiklet ve sürücü için 84TL, yolcu için 39TL. Dönüşte motor ve sürücü için 99TL, yolcu için 49TL veriyorsunuz. Yani feribotle 2 kişi motorla gidiş-dönüş toplam 271TL tutuyor. Saat olarak İstanbul gidişte tek seçeneğiniz sabah 07:00, Bandırma’dan dönüşte ise 18:30.
Feribottan inince Bandırma’da buz gibi bir hava bizi karşıladı ve moralimiz darmadağın oldu. Soğuk yetmez gibi bir de hafif yağmur serpiştiriyordu. Motor yolculuğu için daha kötüsü olamazdı. Montlarımız yazlıktı ve fazla içliğimiz de yoktu. İlk defa geçeceğimiz uzun bir yola giriyorduk.
Biraz içimiz ısınsın ve karnımız doysun diye hemen iskelenin karşısında sadece çorba (işkembe, kelle-paça, mercimek, ezogelin) servis eden Çorbacı adlı bir yerde ezogelin içtik (harikaydı / 3TL). Ardından hemen yanındaki Liman Çiğbörek‘te kıymalı çibörek (tanesi 2,5TL) ve çay içtik (dükkanın ismine bakmayın; onun adı çiğbörek değil; çibörek’tir).
Rüzgarla tanışmak
Yola çıktığımızda soğuk ve rüzgardan neredeyse akli dengemizi kaybediyorduk. Yol üstünde kendimizi zor attığımız bir köyden aldığımız gazeteleri montun içine göğsümüzü çevreleyecek şekilde yerleştirerek ancak biraz dayanılır hale getirdik. Hava tamamen bulutluydu ve güneş bir türlü kendini göstermiyordu. Eldivenlerime rağmen elim buz kesmişti ve suratım soğuktan felç geçirmek üzereydi. Kamyonların serptiği ince kum ve taşlar soğuk yüzümde jilet etkisi yaratıyordu. Karşılaştığımız bir TIR kamyonunun ardından seyrederek açtığı hava kanalında bir parça rüzgarı keserek ısındık ama o da arada başka bir yola sapıp bizi ayazla bir başımıza bıraktı. Diğer kamyonlardan çok taş sıçradığı için bir daha yanaşamadık.
Neyse ki Çanakkale’ye doğru güneş açtı ve biraz rahatladık. İzmir yolu üstünde Manzara Cağ Kebap diye bir yere çekip cağ kebap (Çağ değil; cağ. İsmini etin geçirildiği şişinden alıyor) yedik. Mekan harika (ve devasa boyutta) ancak kebap pek matah değildi. Ben seferiyken lüks ve sıradışı lezzet arayan biri değilim, dolayısıyla dert etmedim. 2 cağ kebap ve 2 ayrana 26TL ödedik.
13:15’te sonunda Çanakkale il sınırına ulaşmıştık. Güneş pırıl pırıl parlıyordu, karnımız doymuş ve keyfimiz yerine gelmişti.
Bandırma-Çanakkale arası 3 seçeneğimiz olan güzergahlar arasından ben D200 karayolunu seçmiştim. Google Maps’in bize 2 saat 16 dakikada aşacağımızı söylediği 166km‘lik Bandırma-Yeşilyurt Köyü yolunu yukarıda anlattığım dertler ve molalar yüzünden neredeyse 6 saatte kat etmiştik:
Garip bir şekilde yol neredeyse bomboştu. Hatta bir ara kendimizi zombi filmlerinde otoyolu kullanarak şehirden kaçanlar gibi hissettik. Asfalt yer yer bozuktu ama esas mesele güzergahta neredeyse hiçbir şey olmamasıydı. Enteresan bir mekan, dinlenme tesisi, normalin üstünde bir akaryakıt istasyonu; hiçbir şey yoktu…
Yine de keyifliydi.
Otelimize vardığımızda saat 15:45’i gösteriyordu. Hayatımda o kadar yorulduğumu hatırlamıyorum. Neyse ki bizi güzel bir oda karşıladı. Birkaç saat kestirip kendimize geldik. Bu otel meğerse Bam Teli programından hatırlayacağınız Tayfun Talipoğlu’nun eşi Filiz Hanım’a aitmiş (bir de Bam Teli Yol Konağı adıyla biraz yukarıda başka bir pansiyonları da varmış). Biz de bunları gidince öğrendik.
Yakıt tüketimi
Vecihi’nin önüne astığım rafa büyükçe bir sırt çantası bağladım. Bu başta beni çok zorladı çünkü Vespa’da alışkın olmadığım şekilde aynen büyük motorlarda olduğu gibi gidonu çevirmeme rağmen önümdeki kitle (raf ve çanta) sabit duruyordu. Uzun bir süre dengemi / yönümü bulmakta zorlandım.
Üstelik bu ek parça ve üstüne asılı çanta sürtünmeyi arttırıp hava akışını da olumsuz etkiliyordu. Eşim de pek tecrübeli olmadığından bana tam yapışmıyor, arada bıraktığı hava kanalıyla sürtünme katsayısını iyice arttırıyordu. İki kişi olmanın ve ön, arka ve sele altı bagajın ağırlığını da ekleyince yakıt tüketimi (Vespa’nın kendi standartlarında) epey arttı.
125 kilometrelik feribot sonrası yolda yanlış hesaplamadıysam 9 litre benzin tükettim. Bu oran normalde çok daha düşük olmalıydı.
Bu fırsatla Vecihi’nin teknik özelliklerini de paylaşayım:
- 4 subaplı tek silindir 250cc / 22HP motor.
- Otomatik vites.
- 120/70 teker.
- Sıvı soğutma.
- Ön arka disk fren.
- 100km’de 3.8 litre yakıt tüketimi.
- Maksimum hız: 120km/s.
- Boş ağırlık: 146 kg.
- Uzunluk 1,9m / Genişlik 77cm.
Kaldığımız otelde tesadüfen bir başka arkadaşım da eşiyle tatil yapıyordu ve bize Assos ve Cunda adasını görmemizi tavsiye etti. Pazartesi günü kahvaltıdan sonra önce 26km Doğu’daki Assos‘a (ya da bizimkilerin ismiyle Behramkale) gittik. Yolu kötü ama çok renkliydi. Birçok ilginç kamp alanı, yazlık, köy evi ve otel arasından geçerek ulaştığınız bir tepe…
Bu kareyi çektikten sonra arka solda görünen esas tapınak bölümüne çıkan yol ise yine tam bir scooter kabusu. Dev boyutlu düzensiz taşlardan oluşan bir patika. Beni epey zorladı. Hatta müze girişinde park ederken motordan garip bir koku geldiğini fark edip endişelendik. Ama yukarıdaki manzara tarifsizdi (Alana giriş kişi başı 8TL, otopark ücretsiz).
Limana uğramadan dönmeyin
Yukarıda biraz zaman geçirdikten sonra dağın ardında kalan Assos Limanı’na indik. Çok dik ve virajlı bir yoldan gidilen bu sahil şeridinde harika ve uygun fiyatlı balıkçılar var. Zaten toplam alan uçtan uca 500 metre var-yok. Biz Uzun Ev adlı restoranı seçtik. Tabak tabak meze, ahtapot ızgara ve kırmızı şaraptan oluşan yemeğe 90TL verdik. Mekan muhteşemdi. Kışın da içerde şömine yakılıyormuş. Garsondan öğrendiğime göre yaz-kış toplam 5 aydan oluşan bir sezonu varmış. İçim acıdı.
Yemekten sonra Cunda Adası‘na da gitmeye karar verdim. Bu 117 kilometrelik yeni bir rota demekti:
Yola koyulduk. Yol ÇOK uzun sürdü ama kesinlikle değdi. Ayvalık’ta veda etmeye hazırlanan güneşi muhteşem bir günbatımında Cunda’da yolcu ettik. Geçerken motorla çektiğim üstünkörü bir kare bile olayın muhteşemliğini anlatmaya yeter sanırım (bu karede hiçbir efekt, oynama yok)
İlk başta kafamı karıştıran bir konuyu da açıklamak isterim. Cunda bir ada ama ulaşmak için bir deniz aracına binmeniz gerekmiyor çünkü Türkiye’nin ilk boğaz köprüsü bu adayı Ayvalık’a bağlamak için 1964’te inşa edilmiş. Kısacık bir köprü bu iki kara parçasını birbirine bağlıyor.
Cunda (ya da diğer adıyla Alibey Adası) girişinde sırf günbatımını izlemek için kurulu özel yol kenarı kafeleri var. Bu anı mutlaka yaşayın derim. Biz fazlasıyla yorulduğumuzdan güneşe fazla dalmadan hemen bir yere çökmek istedik. Twitter ve Instagram’dan gelen tavsiyeler üstüne tercihimizi Cunda Balık Evi‘nde yaptık (sahilde değil, içerdeki) Burası Giritli bir ailenin kurduğu harika lezzetleri ve uygun fiyatları olan bir mekan. Garsonlar son derece ilgili ve kibar, fiyatlar makul ve kendinizi gerçekten bir Yunan adasında hissedeceğiniz ilginç bir atmosfer (bu son durum Cunda geneli için geçerli. Hatta Türklerin işlettiği birçok mekanın tabelası Rumca)
Burada yine tabak tabak meze, kırmızı şarap, bir ızgara uskumru, çay, kahve, tatlıdan oluşan menüye 140TL verdik. Helal olsun.
Yemek sonrası gelen rehavetle dönüş pek kolay olmadı 🙂 Hatta keşke otel rezervasyonu yapmasaydık da o gece buradan bir otelde kalsaydık dedik. Bir dahakine böyle serbest düzen gideceğiz. Cunda’da herkes Sobe Otel diye bir yeri önerdi; sizin de aklınızda bulunsun (bu otelin güzel mimari dokusu ve odaları dışında ilginç ayrıntılarından biri Pateriça Köyü bölgesinde kendine ait bir plajı olması).
Böylece Pazartesi gününü de Yeşilyurt Köyü -Assos – Cunda Adası – Yeşilyurt Köyü güzergahında, yaklaşık 360km yol yaparak tamamladık. Yine deliksiz bir uyku bizi bekliyordu!
Dönüş başlıyor
1 Mayıs Salı günü otelde kahvaltıyı yaptık, 12:00’de odaları boşalttık ve saat 14:00’e kadar otelin terasında lafladık. Bu riskli bir karar oldu zira dönüş yolu ve süresi hakkında tecrübesizdik. Farklı bir yoldan dönmeye karar vermiştim. Google’a göre 3 saat 18 dakika sürecek 227 km’lik bir rota idi bu seçenek.
Duble yol olduğu için tercih ettiğim bu rota beni çok pişman etti. Edremit’e kadar nispeten güzel bir yoldan seyrettik. Bu yolu Cunda için de kullanmıştık. Çıkışında yol kenarındaki satıcılardan kara dut suyu içtik ve özütünü aldık (10 litreliği 35TL).
(Şimdi aklıma geldi; bu amca da dahil karşılaştığımız herkes İstanbul’dan Vecihi ile iki kişi gelmemize pek şaştı, bize dua etti. Yoldan geçen arabalar da meraklı gözlerle seyredip durdu)
Edremit çıkışından bir süre sonra Balıkesir’e kadar resmen ecel terleri döktüm. Burası bozuk denemeyecek kadar fena bir yol. Duble yol inşaatının iş araçları yüzünden iyice berbat olmuş ve takla attırıcı çukurlara sahip (tur motorlarının aksine küçük tekerlekli scooterlar için pek çok çukur ölümcül risk taşıyor). Hatta bir tanesinde ön tekerleği bıraktığımı sandım. Şiddettli rüzgarda sürekli çukurlar arasında slalom yapmaktan bütün enerjim gitti.
Susurluk’a doğru başlayan duble yol ile biraz rahatladım. Biraz ilerde Ulusoy Dinlenme Tesisleri’ndeki Yavuz İskenderoğlu‘nda 2 iskender kebap, 1 coca-cola ve 1 şıraya 52,50TL vererek hayretlere düştüm! (Cunda ve Assos’ta yiyip içtiklerimi düşününce)
Feribotu kaçırma stresiyle apar-topar yiyip, tekrar yola koyulduk.
Balıkesir-Bandırma arasını şöyle özetleyebilirim: Rüzgar adlı bir adam beni hiç durmadan, bir sağdan bir soldan Osmanlı tokadıyla dövüp durdu. Ve ben hiçbir karşılık veremeden ayakta kalmaya çalıştım. Rüzgar öyle bir esiyordu ki, sarsıntı bir yana gazı tamamen kapatmama rağmen 80km/s hızın üstüne HİÇ çıkamadım! Yakıt tüketimim maksimuma çıktı.
Dönüş yolu soğuk, rüzgar ve çukurlarla tam bir kabusa dönüşmüştü.
Sessiz endişeme rağmen feribota 15 dakika kala yetiştik (olmadı Bursa’ya kırıp feribotla dönecektim ama hem biletim yanacak hem de hayli ekstra yol çekecektim). Yukarıya çıkıp biraz kestirdik ve 20:30’da Yenikapı’ya yanaştık. BUZ gibi soğukla bizi karşılayan İstanbul’un keşmekeş trafiğinde aralardan, derelerden yolumuzu bulup saat 21:12’de Nişantaşı’na, evimize ulaştık. Dönüşümüzün toplamı 246km tutmuştu.
Yol boyunca tur motorlu gruplar bizimle selamlaştı, sohbet etti. Kimi şaşkınlık, kimi hayranlıkla baktı. 1200cc’lik dev, ultra-teknolojik aletleriyle aştıkları yolları bizim küçük mütevazı Vecihi’mle nasıl geçtiğimi düşünüyorlardı (muhtemelen). Evet onlar kadar konforlu değildi ama yapmıştık ve en az onlar kadar keyif almıştım.
Üstelik daha da fazlasını yapacaktım!
Özetlere gelirsek
- Artçıyla seyahat kolay değil ama keyifli.
- Uzun yolda tam kask ŞART.
- Önceden fazla plan yapmayın. Yolda karar verin. Çok daha keyif almak olası.
- Nakit para taşıyın. Bazı yerler kart kabul etmiyor (örneğin yol satıcıları).
- Sosyal medyadan mekan ve yol tavsiyesi isteyin. Çok isabetli sonuçlar çıkıyor.
- Google Maps (ve telefonunuzla uyumluysa Sygic navigasyon uygulaması) hayat kurtarıyor.
- Uzun yolda eldiven ve mont şart. Ben unuttum ama dizlik de hiç fena fikir değil. Ne kadar çok koruma, o kadar konforlu seyahat.
- Aldığınız eşyalar kadar onları motora nasıl yerleştirdiğiniz de önemli. Akıllıca yapmazsanız ikide bir durup inmek zorunda kalabilirsiniz. Örneğin benim eşyalarım ön raf, gidon altı eldiven gözü, sele altı çantası ve arka çanta olarak 4 parçaya ayrılmıştı ve optimum yerleşim şeklini bulmamız dönüşümüze denk geldi (bundan sonraki seyahatlerde işim kolay).
- Pompa fişlerime göre bu seyahatte toplam 157,79TL‘lik 97 oktan benzin almışım (yalnız eve döndüğümde depom tam doluydu. Yani yakıt maliyetim aslında yaklaşık 128TL).
- Motosiklet dünyanın EN zevkli şeylerinden biri.
- Scooter ile de uzun yola çıkılıyor; zerre tereddüt etmeyin.
Bu uzuuuun blog yazısını yazmam dört buçuk saatimi aldı. Umarım faydasını görürsünüz. Yorumlarınızı okumaktan da çok keyif alırım (Unutmadan; hani bir mahremiyet yazım vardı; ona benzer bir olayı da Assos yolunda yaşamışız meğer. Bahsi geçen an da şu).
Görüşlerinizi paylaşın: