Başlığa vurulup okumaya başladıysanız dahi hayal kırıklığı yaşamayacaksınız. Sabırla satırlarda gezinmeye başlayalım (bu işler daha çok sabır işi malum).
1992 yılının büyük bir bölümünü yine büyük bir tesadüf eseri Japonya’da geçirdim. Dolayısıyla Japon kültürüne ve o insanlara ait her şeye ayrı bir ilgim var. Youtube’da ‘No Sex Please, We’re Japanese’ başlıklı bir BBC belgeseli görünce anında izlemeye başladım. (Belgeselin başlığını ‘Lütfen seks demeyin, biz Japonuz’ diye çevirsek kimse darılmaz sanırım).
Bir şey izlerken mutlaka not alma gibi sıkıntılı bir takıntım var. Bu belgeselde de duramadım. Sonra bu hafta denk geldiğim birkaç başka ayrıntıyla harmanlayıp buraya yazmaya karar verdim. Konumuz: insanların diğer insan ve makinelerle ilişkileri.
Siri, Siri söyle bana; var mı benden güzeli?
Romantik filmlerden nefret etsem de konusu yüzünden uzun zamandır merakla beklediğim Her filmini torrent sitelerine düştüğü an büyük bir iştahla (defalarca) izledim (bu hafta vizyona da girmiş meğer). Konuyla ilgili notlarıma epey ek çıkarttı.
Film, eli kalem tutmayanlar için afilli cümlelerle dolu kişiye özel mektuplar satın alınan web sitesinde çalışan bir yazarın hayatını işliyor. Mutlu giden ilişkisi bitince düştüğü boşlukta depresyona doğru ilerlerken OS1 adlı yapay zeka kullanan işletim sistemiyle tanışıyor. (IBM’in o efsane işletim sistemini hatırlamamı sağladığı için de ayrıca teşekkürler).
Kahramanımız (filmdeki ismiyle Theodore) eve döndüğünde bilgisayar ve telefonuna OS1’i yükler. Bir anda karşısına gerçek insan gibi konuşan, espriler yapan, düşünen, karakteri oluşan bir ‘varlık’ ortaya çıkar (kendisine Samantha ismini seçmiştir). Uyum sağlaması zor olmaz zira zaten bütün hayatını bilgisayar ve cep telefonu ekranından yürütmektedir. Arkadaşlarıyla oradan yazışıp konuşmakta, her konuda bilgiyi oradan almaktadır.
Aralarında tutkulu bir aşk başlar. Bence bu aşkta Samantha karakterini Scarlett Johansson‘ın seslendirmesinin payını ihmal etmeleyim 😉 Sesi direnilecek türden değil kesinlikle. İzleyince anlayacaksınız.
Aynen bizler gibi.
(Son izleyişimde Twitter’a not düşerken gelen garip cevapları anlamamıştım. Meğer Türkçe okuyunca filmin ismi 31 tarzı bir telafuza sahipmiş. Başlığıma da ilham veren bu kinayeyi ‘manidar’ deyip kapatayım).
OS1 kısa sürede Theodore’un hayatındaki önemli bir yer kaplar. Elektronik mesajlarını düzenler, gereksizleri siler, randevularını hatırlatır, mesajlarlında yardımcı olur… Fakat bir şey daha olur. Aralarında bir elektriklenme başlar! Aynen telefonda ya da internette arkadaş olduklarımız gibi.
Sahi; internette yazıştığınız iş arkadaşınız ya da flörtünüzün gerçekten insan olduğundan nasıl emin olabilirsiniz ki?. İkisi de etten ibaret olsa da eşlerimizle eskaloplar birbirinden farklı, değil mi? Elektronik aşkların da öyle olduğu umuduna tutunalım şimdilik o zaman.
Her ne kadar Theodore ve Samantha’nın aşkı insan ve yapay zeka arasında geçiyor olsa da klasik beşeri dertlerden kendini sıyıramaz. Ama hepsine bir şekilde -cidden ilginç- çözümler bulurlar.
Sürprizi bozmamak adına gerisini yazmayayım. Ama yapay zeka, transhümanizm, insan ve makina ilişkisine meraklıysanız bu filmi mutlaka izleyin derim.
Böylece burada okurken size garip, tuhaf gelen bu durumun aslında ne kadar olası ve mümkün olduğunu da göreceksiniz eminim.
Kameralarımızı Japonya’ya çeviriyoruz
İşte bugün denk geldiğim BBC belgeseli de tamamlayıcı unsurlara sahipti. Tamamını aşağıdan izleyebilirsiniz (1 saat):
En önemli kısımları özetlemeye çalışayım (hatırlatayım: daha geniş özeti yazının girişinde verdiğim linkte).
- Dünyanın en büyük 3. ekonomisi Japonya 7 trilyon dolar borçla ayakta (başka bir deyişle durumu Yunanistan’dan beter).
- Ekonomisini ayakta tutabilmek (yani emeklilerin maliyetini çıkartacak yeni çalışanlara sahip olmak) için her Japon kadının en az 2 çocuk sahibi olması gerekiyor. Şu anki oran 1,3 ve yükselmek yerine düşüyor.
- Böyle giderse 50 yıl sonra Japonya nüfusunun üçte biri -ölerek- yok olacak.
- Japonya en uzun ömre sahip ülkelerden. Kadınlar ortalama 88 yıl yaşıyor (Türkiye’de 78).
- Birçok şehir ve kasabada doğum olmadığından hastanelerdeki yeni doğan üniteleri ve ilkokullar kapatılmış.
- Ülke çapında yaşlılar için satılan alt bezleri bebekler için satılanlardan fazla.
- Nüfusunun üçte biri 65 yaş ve üstü.
- Hapishanelerdeki mahkumların dahi büyük bölümü 65 yaş üstünde. 84 yaşında mahkum dahi var. Her detayı yaşlılara için özel tasarlanmış bu yapılar daha çok huzurevini andırıyor. Çoğu buradaki şartlardan o kadar memnun ki tahliye sonrasında ortalama 5 yıl içinde geri dönüyorlar.
Sen benim çukulata sevgilim
Peki neden Japonya’da nüfus yerinde sayıyor? En kaba şekliyle açıklayayım: Japon erkekleri sekse pek meraklı değil. Tahrik olmuyorlar, cinsel ilişki kurmak istemiyorlar (Japonya’da erkeklerin libido yükseltme adına neler yaptığına dair anılarımı başka bir yazıda paylaşmak istiyorum).
Belgeselin benim için en ilgi çekici ayrıntısı erkeklerin gerçek kadınlar yerine sanal (elektronik) kadınlarla ilişkiyi tercih etmesiydi. En çok tercih edilen başlık Nintendo Gameboy platformundaki Love+ oyunuymuş (denemek için Gameboy’u çekmeceden çıkarttım ama -neyse ki- oyun sadece Japonca olarak varmış).
Belgeselde 39 yaşında ve evli (ve oyunda kendini 17 yaşında gösteren) bir Love+ bağımlısına seçme fırsatı olsa oyundaki eşini mi gerçek hayattaki eşini mi seçeceğini soruluyor. Cevap vermekte oldukça zorlanıyor. Oyunda kendini 15 yaşında gösteren 37 yaşındaki bir diğer kişiyse Love+ içindeki ilişkisini gerçek karısından sakladığını itiraf ediyor!
İnsanların cansız varlıklarla ilişkisine dair daha hayret verici bir belgesel gözlemimi ayrıca aktarmıştım. Bir ara ona da mutlaka bakın derim 😉
Yani yukarıda değindiğim Her filmi farkında olmasak dahi dünyanın bir tarafında, milyonlarca insan için gerçeğin ta kendisi.
Bunları yazarken aklıma Japonya’daki sevgilim Mayumi geldi.
Acaba ne düşünüyor beni mi? Yoksa ne bileyim fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi? Yahut, insanların çoğunun neden böyle bedbaht olduğunu mu?
Ona bir dost tavsiyesine uyup aldığım ve bu hafta bitirdiğim kitabı okumak isterdim. Ateşi yersiz, destursuz harlanmış erkeğin de en az közü sönmüş hemcinsi kadar beter olduğunu anlardı belki de.
Görüşlerinizi paylaşın: