Tatil eskiden keşfetmekle ilgili bir kavramdı; artık değil. Bugün üstünde en az iş kadar plan, program, ön çalışma yapılan strateji kurulan bir mesele. Kalınacak otellerin, yemek yenecek mekanların, alışveriş yapılacak yerlerin; hatta alınacakların dahi önceden belirlendiği bir süreç (Türklerin tatile dair kendine has karakteristik bazı enteresan özellikleri var ki epey gözlem yaptığım bu konuyu -kimileri kırma pahasına- ayrıca yazmayı planlıyorum.
Küçükleri Paris ile tanıştırdıktan sonra Ramazan Bayramı öncesi kendimize ait bir rutini tekrarladık. Son 4 senedir bu dönemde (yazlığa geçmeden önce) 1 hafta Bodrum Rixos‘ta tatil yapıyoruz. Bu yazım da (sanıyorum artık hakkında bir şeyler yazacak kadar tecrübe ettiğim) bu mekana dair gözlem ve izlenimlerimi içerecek. İlgi duymayan burada vedalaşabilir.
Bodrum Rixos’a ilk ziyaretimiz tamamen tesadüftü. Oda, yemek ve hizmet kalitesini gördükten ama en önemlisi bulunduğu koyun tarifsiz güzelliğinden dolayı tekrarlama kararı aldık. Açıkçası hiçbirinde de pişman olmadık.
Geçen yıl ayrılırken çıtlatmışlardı ama ihtimal vermemiştik; meğer gerçekmiş. Bu yıldan itibaren Bodrum Rixos Premium ‘her şey dahil’ dediğimiz tarza geçmiş. Bizi biraz tedirgin etti çünkü bu tip otellerde yemek ile ilgili üzücü anılarımız olmuştu. Ama Rixos bu konuda bir istisna oluşturmuş; hatta sanki daha bile lezzetli hale gelmişti her şey.
Bayram tatiline henüz girmemiş olmamıza rağmen neredeyse tamamen dolu olan otelde 2 sene önce gözlemlediğim personelin yetişememe durumu çözülmüştü.
Düşününce -denizini saymazsak- bizi bu mekana bağlayan iki unsur olduğunu fark ettim. Birincisi personelin her konuda sizi memnun etmek için samimi ve yaratıcı çabası. Otelcilikte Nirvana bunu yakalamakta sanırım.
İkincisine geçmeden araya bir bilgi sıkıştırmak istiyorum. Takip edenler farkındadır; senenin büyük bölümünü konuşmalar yaparak geçiyorum. Ve neredeyse hepsi bu tip otellerde gerçekleşiyor. Yani İzmir, Bodrum, Antalya, Alanya başta olmak üzere Türkiye’de ziyaret etmediğim çok az büyük otel kaldı diyebilirim.
Rixos ile ikinci bağım gözlemlediğim nice otelin aksine bulunduğu koy ile tesisin uyumundan kaynaklanıyor galiba. Mimarı kim bilmiyorum ama tebrik ediyorum. Neredeyse her köşeden bir ağaç fışkırıyor ve bu sahilinden odalarına kadar serinlik, huzur veriyor. Tatil konforuyla beton ayrılmaz bir iki değil özetle.
Pek çok emsali gibi Bodrum Rixos da bazı ‘bilinmeyen zenginler’in tercihi. Etrafınızda ‘bir şey olduğu belli ama nasıl olduğu değil’ türünden kişiler eksik olmuyor. Ortadoğu, Rusya, Türkiye ve ‘Türki’ devletlerden kimbilir neyin bedeli olarak ‘kazandıkları’ tatilleri, sadece Ortadoğu’da görüncek türden bir şatafatla bezemekle meşguller. Bu çabaları bazen başkalarına da dokunuyor.
Bodrum Rixos’ta kumsalı kullanmak istemeyenler için 2 iskele var. Tatil yaptığımız hafta bir görgüsüz bu koca iskelelerden birini ‘kendisine kapatmıştı’. Hatanın temelinde buna izin veren otel yönetimi vardı elbet fakat sonuçta hakkımızdan mahrum kalan biz olmuştuk. Densizlik olarak nitelememin nedeni de yukarıdaki fotoğrafta gizli. Otele ait bu küçük adacıkta gördüğünüz (ve arka tarafında kaldığı için görmediğiniz) özel kabinler bu tip talepleri olanlara kiralanıyor. Her biri otel odası konforunda ve kendine ait iskeleleri var. Özel araçlar çağırdığınız an sizi istediğiniz yerine getirip götürüyor. Buna rağmen herkese açık iskeleyi kapatmak neden? Densizlik ve görgüsüzlükten.
2 gün süren bu duruma isyanımızın telafisi Kleopatra koyuyla tanışmak oldu.
Burası (yukarıdaki kareyi çektiğim iskelenin de bulunduğu) normalde sadece otelin villa misafirlerine özel bir bölüm. Kumuyla, restoranıyla, iskelesiyle bambaşka bir dünya. Konumu gereği gözlerden ırak. Bir sebepten dolayı mahremiyet arayanlar için ideal (mahremiyet uğruna cankurtaran bile hizmet vermiyor).
Akşam yemeklerimizden birini bu koyda bulunan Radika adlı restoranda yedik. Müdürü (Kıbrıs aksanlı Adanalı) Mehmet Ali Bey gayet misafirperverdi. Ama esas mucize Bodrum yerlisi şefiydi. Menüsü olmayan bu mekanın servisi o gün pazardan ve denizden ne çıktıysa ona göre şekilleniyor. Biz şanslı bir gündeydik belli ki.
İkisine de ilettim, burada da tekrarlayayım; onca yemeği aile olarak dahi yemek mümkün değil. Hepsi ÇOK lezzetliydi fakat 10 çeşit meze, birkaç ara sıcak ve deniz levreğinden oluşan bir menü ‘yorucu’ oluyor. Bunca çeşitte lezzeti tutturmak da kolay değildir; bilirim. Bodrum’a has birkaç yemeği de bu sayede tanımış olduk.
Yemek kadar keyif veren bir ayrıntı da masamızdaki manzaraydı.
Bir diğer akşam da hiç hesapta yokken oteldeki Uzakdoğu restoranı Aja’da yedik. Japon mutafağına aşkımı bilen bilir. Teppanyaki de asla hayır demeyeceğim bir seçenek (bilmeyenler için teppanyaki: ortasında kızgın sac yer alan özel bir masada şef yemekleri önünüzde kendine harz gösteriler eşliğinde pişirip servis ettiği bir Japon tarzı).
Bodrum Rixos’ta bu tecrübeyi yaşamak mümkün (oysa ben orada sadece suşi var sanıyordum). Bu sayede Ali ve Zeynep epey renkli bir şekilde Japon mutfağıyla tanışmış oldu. Mekand Filipinli şefler hizmet veriyor ve işlerinde oldukça yetenekliler. Menümüz önce birkaç çeşit roll’dan oluşan suşi setiyle başladı. Ardından miso çorba, teppanyaki seti ve tatlı ile bitti (sunumundan lezzetine kadar ummadığım bir sürpriz oldu. Adında teppanyaki taşıyıp berbat edenlere kapak olsun). Aşağıdaki 2 kısa video fikir verebilir:
Sonrasında gelerek fikrimi soran görevliye söylediklerimi burada da tekrarlayayım; normalde teppanyaki öncesinde şef deniz ürünleri mi yoksa et mi tercih ettiğimizi sorar ve yemekleri ona göre hazırlar. Burada sorgusuz-sualsiz hepsi bir arada sunulduğu. Yani teppanyaki setimiz pilav, karides, balık, tavuk ve etten oluşuyordu! Çatlamak üzereyken bıraktık. Görevli hanım bazı misafirlerin doymadığı için özellikle böyle istediğini söyledi (o nasıl açlıktır kardeşim öyle?).
Biraz deniz, biraz yemek, biraz iş, biraz uyku…
Unutmadan; ötelde bizim ufaklıkların her gittiğinde gayet keyif aldığı Rixy adlı bir çocuk kulübü var. Fakat bu sene birlikte daha fazla vakit geçirmek istediğimizden neredeyse hiç gitmediler. Çocuksuz tatili özleyen çocuklu çiftlerdenseniz onları sabahtan buradaki görevlilere teslim edip akşam 23:00’e kadar kafa dinlemek de mümkün. Biz gün boyu hiç bırakmadık ama önceki senelerde katıldıkları birkaç saatlik jimnastik, resim etkinliği ve define avı oyununlarından çok memnun kalmışlardı.
Bir de neredeyse her akşam bir canlı müzik, konser / DJ etkinliği oluyor. Pek tarzım olmadığından onlar hakkında yorum yapmayayım. Zaten neredeyse her akşamı (her şey dahil sisteme geçince ‘sonunda’ ücretsiz hale gelen) internetten aldığım güçle hafta özetleri hazırlayarak geçirdim.
Sonuçta Bodrum Rixos Premium bu konspette tatil arayışındakiler için güzel seçeneklerden biri. Merak edenler olacaktır mutlaka; biz ‘Family Suite’ denen odalarda kaldık. Sormadım ama galiba düzenli müşterilerinden olduğumuz için biraz indirim de yapıyorlar. 2 yetişkin, 2 çocuk için 5 gece konaklamaya 5.000TL ödedik. Ucuz değil belki ama bence kesinlikle değiyor (Oteldeki villa misafirlerinin günlük konaklamaya 6 bin dolardan ‘başlayan’ bedeller ödediğini düşünerek avunuyorum. Tatile o kadar para verecek olsam bir süperyat kiralayıp Ege’yi dolaşırdım).
Bu kadar bahsetmişken bu yıl ilk defa tanışıp birkaç dakika sohbet fırsatı bulduğum Genel Müdür Mehmet Tulunay, Pazarlama Müdürü Funda Ateş ve Satış Müdürü Bahar Yıldırım’a; ayrıca misafir ilişkilerinden odamızı toparlayan görevlilere kadar herkese teşekkürlerimi iletirim.
Seneye belki ucuna uzun zamandır hakkında güzel şeyler duyduğum Fethiye Hillside‘ı ekleyeceğiz. Onu da ayrıca yazarım.
Sıradaki yazımda Rixos sonrası ziyaret ettiğimiz ve çok daha az bedele en az o kadar keyif aldığımız Samos Adası izlenimlerimi paylaşacağım.
Görüşlerinizi paylaşın: