Bu yazı Twitter’da sebep olduğum (mazereti olmayan) bir iletişim kazasını açıklamaya çalışacak. Bu durumla uzaktan yakından alakası olmayan iki acı tecrübemden biliyorum ki yazacaklarım birçokları için bir şey ifade etmeyecek. Hatta çoğu okumayacak bile. Öyle de olsa burada herkesin huzurunda kendimi ifade etmek boynumun borcu.
Yukarıdaki mesajı yazma sebebim Gezi Parkı’na yönelik yazdığım bir Twitter mesajı. Birazdan göreceksiniz. Ama öncesinde şahsen Gezi Parkı ve bağlantılı eylemler konusunda ne düşündüğümü anlamak isteyenler için birkaç link paylaşmak istiyorum. Amacım “şunu yaptım, bunu yaptım” demek, kendimi savunmak, böbürlenmek asla değil. Fakat bunlara bakmadan çizeceğim resmin önemli bir parçası eksik kalacak. Tercih yine de sizin.
Blog yazılarım:
- Gezi Parkı ve #direngeziparki meselesi (1 Haziran 2013)
- #direngeziparki (İstanbul) eyleminden notlar (1 Haziran 2013)
- #DirenGeziParki olayına farklı bir bakış (3 Haziran 2013)
- İstanbullular için bir çağrı (5 Haziran 2013)
- Karışık gündemden birkaç not (12 Haziran 2013)
- Bu günler geçecek. Peki sonra ne olacak? (12 Haziran 2013)
Radikal’deki köşe yazılarım
- Sosyal medya belası (5 Haziran 2013)
- Araçlarının aracı haline gelmiş insanlar (12 Haziran 2013)
- Gezi Parkı eylemenin sosyal karnesi (19 Haziran 2013)
Hazırladığım ve katıldığım bazı televizyon programları (Videoları)
- Sosyal Medya TV / TRT Haber: Gezi Parkı’nı anlamak (1 Haziran 2013)
- Sosyal Medya TV / TRT Haber: Gezi Parkı sosyolojisi (8 Haziran 2013)
- CNN Türk / 5N1K (5 Haziran 2013)
- CNN Türk / Suç ve Delil (23 Haziran 2013)
Storify derlemelerim
- 2. Gezi Parkı müdahalesi (18 Haziran 2013)
- #DuranAdam meselesi (19 Haziran 2013)
Özetle bütün bu acı verici süreç dahilinde kimi zaman eylem alanında bulunarak, kimi zaman bilgisayar başında derlediklerimle bu süreci kayda geçirmeye, fikirlerimi paylaşmaya ve şiddetten uzak bir çözüme yönelik arayışlarda bulunmaya gayret ettim. Bunun için kimi zaman gaz solumak, kimi zaman sokak aralarında koşuşturmak, kimi zaman bilgisayar başında saatlerce fotoğraf, video derleyip yazı yazmam gerekti.
Kalan vaktimde de sosyal medya hesaplarım üstünden bir şeyler paylaşmaya çalıştım (Twitter mesela: 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14… Diğerlerini yine Twitter profilimden takip edebilirsiniz).
Bütün bunlar karşılığında ne sıkıntılar çektiğimi bilen çok az kişi var. Özellikle TRT Haber’de kendi programımızda bu konuları işlerken daha birçok haber kanalı olaydan söz etmiyordu bile. O ekrandan polislere vatandaşa insaf etmelerine yönelik anonsu yaparken TRT’deki son yayınımızı yaptığımızı düşünüyorduk. Ama öyle olmadı. Bir sonraki hafta da…
Bihaber olan, bertaraf olur
Bunları aklımızın bir kenarında tutup bugüne gelelim.
Takip eden bilir; ben bu bloga çok özeniyorum. Hayatta en çok emek verdiğim şeylerden biri. Ancak son zamanlarda yazdığım her yazıdan sonra okumaya gelenlerin yükünü kaldıramayan sunucum çöküyor, kimse yazanları okuyamıyordu. Bu konuda son dert yanışımda Bahadır Arslan sunucuyu Radore’ye taşımayı teklif etti. Kabul ettim ve o dakikadan itibaren arka planda 6 kişilik bir ekiple 2 gün boyu neredeyse durmaksızın çalıştık. Bu arada hiç uykusuz 2 TV yayınına katıldım, dönüp yine bilgisayar başına kuruldum. Bir sürü yeni ayar, bir sürü yeni sorun çıkıyordu…
Bu süreçte (doğal olarak) ne televizyon açtım, ne bir haber sitesi ziyaret ettim, ne de radyo dinledim. Dünyadan habersiz kan çanağı gözlerle, ekran başında IP, DNS, cache, Apache ayarları içine gömülmüş hosting şirketiyle eposta üstünden yazışıyorduk.
Tam bu sırada İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bir basın bülteni düştü önüme (düşmez olaydı). Garip geldi ve paylaşayım dedim. Yukarıda linkini verdiğim birkaç TV yayınında dediğim gibi paylaşırken içimden “keşke bütün bu canlar kaybolmadan, bunca acı çekilmeden o parka sahip çıksaydık”, “o park ya da başka bir şey ölenlerin canından daha değerli değildi asla” diyordum.
Verdiğim link, basın bülteninin bir kopyasıydı. Bir gün önceki Suç ve Delil programındaki cümlemi tekrarlıyordum içimden: böyle olması için bunca cana gerek var mıydı? Ama o kafaya öyle bir cümle yazdım ki…
Ardından bültenin ekinde bir fotoğraf da olduğunu fark edince, onu da ekleyeyim dedim.
Bunları yazarken Ankara’daki destek eylemlerinde hayatını kaybeden Ethem Sarısülük’ü vuran Polis Memuru A.Ş.’nin serbest bırakıldığından haberim bile yoku. Zaten bu mesajımın da amacı bahsettiğim gibi yaşananları örtbas etmek değil, durumun garipliğini ortaya koymaktı.
Yarım bıraktığım işe dönmeden önce Twitter’a gözucuyla bakmamla önce bir gariplik olduğunu, ardından hayatımın en aptalca şeylerinden birini yaptığımı fark ettim. Olayların en sıcak anında, olaylardan en habersiz ben adeta bir paratoner gibi bütün kin, nefret ve öfkeyi üstüme çekmiştim. Gelen küfür ve hakaretlerin haddi hesabı yoktu. Üstelik arka arkaya paylaştığım mesajların sadece birisine odaklanılması da işi iyice açıklanamaz hale getiriyordu.
Birçok şeyi kaybetme pahasına yazdığım, konuştuğum, hükümete şikayet edildiğim, kovulmam için bin türlü kumpasın kurulduğu her şey bir anda buhar olmuş gitmişti. Yapmaya çalıştığım açıklamalar da fayda etmiyordu.
“Birileri yaralandı, öldü ama park da güzel oldu helal olsun belediyeye, hükümete. Haydi geçmiş olsun” demişim gibi bir algı çıkmıştı ortaya. Öyle okumak isteyen için bu mümkündü elbet. Ama yine de beni iyi-kötü takip eden birinin böyle bir söylemin bana her şeyiyle ters düşeceğini bileceğini sanıyordum.
Yaptığım hata kadar bu insanlık dışı fikrin bana yakıştırılmış olmasına üzüldüm.
İnsanların asıl öfke duyduğu odaklar dokunulmaz, ulaşılamaz, uzlaşmaz bir algıya sahip. Bu yüzden o odakları temsil ettiği, tarafını tuttuğu sanılanlar bile coşkulu bir infaza kurban gidiyor. O yafta bir kere boynunuza asıldı mı gayrı her şey faydasız. Bütün gözler, kulaklar kapanıyor.
Hiçbir çaba sonuç vermeyince önce yanlış anlaşılan sözlerimden dolayı özür diledim. Mesajları silip blogumda bir açıklama yazacağımı, belge olarak saklamak isteyenlerin ekran görüntülerini almasını söyledim. Ve okuduğunuz bu açıklamayı yazmaya koyuldum.
İşte içimi kanatan olayın özeti budur.
‘Acımasız’ eleştiri sahiplerine birkaç bilgi
- Ben TRT memuru değilim. TRT’den maaş almıyorum. Sadece orada bir program hazırlayıp sunuyorum. Çok sevip, özenle emek verdiğim o programla var olmadım, onunla yok olmayacağım.
- Bütün profil bilgilerimde yer alan ‘İnternet Ekipler Amiri’ lakabının açıklamasını yine bütün profil sayfalarımda bir linkle veriyorum ama bazıları nedense anlamamakta ısrar ediyor (ya da okumuyor).
- Yukarıdaki linkte özellikle yazdığım ve belki binlerce defa tekrarladığım gibi ben Sosyal Medya Uzmanı değilim. Hiçbir zaman böyle iddialarım olmadı. Ağzımdan asla öyle bir kelime çıkmadı. Olanla da hiçbir derdim olmadı.
- Birinden nefret edebilirsiniz. Ama bunu dürüstçe icra edin. Ele geçen her fırsatta eski defterlerin kinini kusmak erdemli değil. Bir gün siz de üstüne çullanılan kişi olabilirsiniz. İnsaf isteyecek yüzünüz olsun.
- Unutmayalım Gezi Eylemleri kapsamında insanları bu kadar kutuplaştıran şey anlayış, diyalog, saygı ve özgürlük eksikliği. Bu uğurdaki mücadelede aynı kusurlara düşmeyelim. Konuşalım, dinleyelim ve uzlaşmayı deneyelim. Elektronik de olsa şiddetten medet umulmadığına inanmak istiyorum ben hala.
Son sözler (yönetici özeti)
- Her fırsatta tekrarladığım gibi bu eylemler Başbakan’ın halkın bir kesimine kulaklarını tıkaması, hayallerinde inat etmesi ve elindeki resmi gücü resmiyeti tartışılan bir şiddette kullanması yüzünden başlamıştır. Olayın özü (şu an inanması zor gelse de; evet) bir parktaki birkaç ağaçtır. Bugün ise mesele binbir farklı niyete bölünmüştür.
- Bu süreçte benim fikrim, duruşum, tavrım yukarıdaki linklerde ortadadır.
- Taksim Gezi Parkı ve benzerlerine yapılacak hiçbir düzenleme, adım ve iyileştirme kaybedilen canlardan daha değerli değildir ve onları geri getiremeyecektir, unutturamayacaktır.
- Ethem Sarısülük başta olmak üzere bu olaylarda hayatını kaybeden (Polis Memuru Mustafa Sarı dahil) herkese rahmet diliyor ve yakınlarının acılarını yürekten paylaşıyorum. Ben bir babayım ve evladın ne demek olduğunu biliyor, kaybını ise ancak ‘korkarak‘ hayal edebiliyorum.
- Bu yanlış iletişimin kırdığı, incittiği, örselediği herkesten burada en samimi duygularımla özür diliyorum.
- Bu olayın bu kadar tepki toplaması bana çok şey öğretti. Sizler hiç hata yapıyor musunuz bilmiyorum ama ben yapıyorum. Hepsinden de gerekli dersleri çıkarıyorum. O meşhur sözdeki gibi ‘Hiç hata yapmayan insan, hiçbir şey yapmayan insandır’. Ben bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Bazen hatalı da olabiliyor. Bunu anlayıp kendimi düzeltmeye çalışıyorum.
- Son söz olarak yeniden yanlış aktarımımdan dolayı hayal kırıklığına uğrayan, öfkelenen, kızan, nefret eden herkesten bir kere daha özür dilerim.
Büyük bir kalabalık tarafından linç edilmek nasıl bir şey yaşamadan bilemezsiniz.
Görüşlerinizi paylaşın: