Soğuk algınlığının en büyük şifası hiçbir şey yapmadan yatıp dinlenmek diyorlar. Ben yapamıyorum. Benim için hastalık biriken kitap ve videoları eritme fırsatı anlamına geliyor. Üşenmezsem bazılarını buraya aktarmaya çalışıyorum. Bu yazı da onlardan biri.
Youtube’da denk geldiğim belgesellerden biri şimdiye kadar hiç duymadığım ABD’li zengin bir aileyle ilgiliydi. Koch soyadını taşıyan bu aile zenginliğini Sovyetler Birliği zamanında Stalin’in el vermesiyle petrolden elde ediyor. Daha sonra bu bilgi birikimini ABD’ye taşıyarak servetini inanılmaz bir boyuta ulaştırıyor. Klasik ‘Amerikan rüyası’ hikayesi anlayacağınız. Fakat devamı biraz ilginç.
Koch kardeşler bizzat kurduğu ya da bağışlarıyla desteklediği vakıf, dernek, araştırma merkezi gibi kurumlarla kendi fikirlerine yönelik lobi faaliyetleri yürütüyor. Okulların yönetim kurullarına nüfuz ederek zengin mahallelerindeki okullarda fakirlerin okumasını engellemeye çalışıyor. Üniversitelere yaptığı büyük bağışlarla akademik kadroların liberallerden oluşması için baskı kuruyor. Sosyal sağlık sisteminin kaldırılması ve emeklilik yaşının arttırılması için çalışmalar yürütüyor. ABD’de gayet etkin bir sistem olan doğrudan ve dolaylı politik bağışları kullanarak kendi çıkarlarını (endüstriyel kirliliğin daha az ceza alması gibi) savunan yasalar çıkartmalarını sağlıyor. Akademisyenler, medya mensupları, iş dünyası ve politikacılardan oluşan dev bir propaganda ordusu var.
Bu tip belgesel ve kitaplarda karşımıza garip bir zengin portresi çıkıyor. Aklıma bir röportajdaki sözlerim geliyor. Biraz toparlayarak aktarayım.
Ulaşmak, sahip olmak istediğimiz hayatlar var. Mesela bakıyorsun adam Ferrari’sine binmiş gidiyor. “Vay be!” diye imreniyor ama içinden ona küfrediyorsun. Paran olsa senin de yapacağın bir şey paran olmadığı için bir nefret objesine dönüşüyor.
F1 versiyonu özel bir Ferrari testindeydik. Acayip bir his. İçine giriyorsun, gürgür titriyor. Ama etrafa bakınca fark ettim ki herkes önce Ferrari’ye bakıyor, sonra gözlerini sana çevirip içinden “vay orospu çocuğu, senin amına koyayım!” diyor. Bu hisle yaşıyorsun. O aracın anlamı değişiyor artık. Ona bindiğin anda toplumun gözünde bir orospu çocuğuna dönüşüyorsun. Edindiğin statü bambaşka bir şekle geliyor.
Birçok zenginlik de böyle esasında. Çoğumuzun hayalinde zengin olmak var ama yine çoğumuzun hayalinde olumsuz bir zengin imajı var. Sürekli bu ikilemdeyiz. Zamanla hepimiz eleştirdiğimiz şeylere dönüşüyoruz. Hayallerimiz bizi en korktuğumuz insana dönüştürüyor.
Kafadaki zengin profili kabaca şöyle bir şey:
Refah içindeki yaşamımızın bedellerinden zaman zaman söz etmeye çalışıyorum. Çünkü tüketim toplumu bize hep piramidin daha üst (ve küçülen) basamaklarını gösteriyor. Hangi kademesinde olursak olalım altımızdaki dev kitleye bakmaya; baksak da görmeye nadiren fırsat buluyoruz.
Birkaç gün önce Paul Piff‘in ilginç bir TED sunumuna denk geldim. Yaptığı bir akademik çalışmayla zenginlik-fakirlik kavramını ele almış Piff. Koch belgeselini (ve onun gibi nicelerini) izlerken sürekli kafamda dolaşan “yahu insanın vicdanı nasıl bunlara izin verir?” sorularının da cevabını bulmuş.
Tam bu noktada yukarıda değindiğim röportajdan başka bir alıntı daha yapmak istiyorum.
Hayat çoğunlukla tercih edemediğimiz şartlarla karşılıyor bizi. Ailemizi seçemiyoruz, ülkemizi seçemiyoruz, şartlarımızı seçemiyoruz. Birçok şeye çok sonradan sahip oluyoruz.
Paul Piff de benzer bir mantıkla yola çıkmış ve çok ilginç bir yöntem kullanmış. Meşhur masa oyunu Monopoly’nin kurallarını değiştirerek bir oyuncunun diğerlerine göre daha avantajlı başlamasını sağlamış (oynayanlar bilir; Monopoly’de normalde herkes eşit parayla başlar. Oyun sürecinde stratejilerle durum değişir).
Piff, bu deneyde bir oyuncuya diğerlerinden çok daha fazla para vererek yapabileceklerini, gücünü arttırmış. Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi! Seçemediğimiz ailelerin bazımıza artı, bazımıza eksi yazdığını gayet iyi biliyoruz. Her aşaması gizli kamerayla kaydedilen bu çalışma ortaya şunu çıkarmış: insanlar zenginleştikçe insani değerlerinde aşınma yaşıyor.
Çalışmayı özetleyecek olursak:
- Fazla parayla (avantajla) oyuna başlayanlar önce gayet normal davranıyor (bunlara kısaca ‘zengin(ler)’ diyelim).
- Zenginler kısa süre sonra diğer oyunculara kıyasla daha yüksek sesle konuşmaya; hatta bağırmaya başlıyor.
- Zenginler oyun masasındaki yiyeceklerden daha fazla tüketiyor, diğerlerine karşı kaba, küstahça davranmaya başlıyor.
- 15 dakika sonra oyuna son veriliyor ve avantajlı başlayanlara oyunu özetlemeleri isteniyor. Hiçbiri daha fazla parayla oyuna başladığından söz etmiyor. Sadece oyun boyunca aldığı stratejik kararlardan bahsediyorlar (tanıdık geldi mi?).
- Gerçek hayattaki araştırmalar insanların zenginleştikçe merhamet ve empati duygusunu kaybettiğini gösteriyor. Maddi varlıktaki artış insanları bencil yapıyor.
- Bir başka deneyde normal hayatta zengin ve fakir olan iki gruba karşılıksız bir para veriliyor. Dar gelirli olanlar ihtiyaç sahiplerine zengin olanlara kıyasla daha fazla bağış yapıyor (dilencilere de genelde fakirler sadaka vermez mi?).
- Deneklerin çocuklar için ayrılmış şekerlerin olduğu (ve bunun açıkça söylendiği) bir odada yalnız bırakıldığı deneyde zenginlerin bu şekerlerden fakirlerin 2 katı daha fazla ‘tırtıklama’ yaptığı ortaya çıkmış.
- Sokaklarda yapılan gözlemlerde lüks araç sahiplerinin trafikte daha umursamaz ve kural ihlali yapmaya meyilli olduğu gözlenmiş (eminim sizin de benzer tespitleriniz vardır).
- Zenginlik rüyası kendi çıkarlarını diğerlerinden öne çıkartmaya programlı.Bu yüzden zenginlik uğruna her şey mubah görülüyor.
- Zenginler tehlikeli bir hızla zenginleşiyor. Fakirlerle aralarındaki uçurum kapanamaz hale geldi. Tepedeki yüzde 5’lik zengin kesim dünyanın toplam gelirinin yüzde 90’ına sahip.
- Bu uçurumun kaybedenler tarafında (fakirlerde) obezite, uyuşturucu, şiddete meyil gibi birçok yan etkileri var. Ve bunlar toplumun her kesimini etkiliyor.
- Umut verici bir ayrıntı olarak fakir çocukların sıkıntılarını gösteren bir video izledikten sonra zenginler de fakirlerle aynı oranda yardımsever oldular (yani sorunun önemli bir kısmı zenginlerin fakirlerin halinden habersiz olması).
- We are the 1 percent, Resource Generation, Wealth for Common Good gibi varlıklı insanlara odaklı halk girişimler bu gidişi değiştirebilir; değiştiriyor da (bizde de böyle girişimler olsa keşke).
Bir de şöyle bir yaklaşım var:
Nimetleri daha adaletli paylaşabildiğimiz bir dünya hayalini diri tutmaya devam edelim.
Görüşlerinizi paylaşın: