Meşhur Amerikan gangsteri Al Capone’un bir sözüyle başlayalım.
Küçükken her gece Tanrı’ya bana bir bisiklet versin diye dua ettim. Sonra Tanrı’nın yönteminin bu olmadığını anladım. Ertesi gün bir bisiklet çaldım ve her gece Tanrı’ya beni affetmesi için yalvardım.
Al Capone

Para çoğu kişi için hayatın anlamı. Amaç ile araç kavramının birbirine en karıştığı konu. Parayı ne için kazandığımıza dair yazılan-çizileni uç uca eklesek dünyayı kaplardık herhalde. Söze gelince herkes sağlık, namus gibi kavramları en başa koysa da çoğunun en büyük hedefi, önceliği ve çabası para. Açıklaması zor hallerimiz de var. Zengin olmak için çabalayıp zenginlerden nefret etmek gibi. Olmak istediğimize yönelik o anlaşılmaz nefret.
Fakirliğimizde zenginlerin payına yönelik lafımız bol. Ama özgür irademizin bu halimizdeki payının hak ettiği eleştiriyi çok azımız yapabiliyor. Fakir az kazandığı için mi fakir çok harcadığından mı, çoğu zaman bilemiyoruz. Cep telefonu bayisi arkadaşımın en pahalı telefonları alan kitleye yönelik tespitlerini burada yazabilmek isterdim. Tefe konma korkusuyla vazgeçiyorum. Az-çok tahmin ediyorsunuzdur özünü eminim.
Dünkü yabancı medya turumda The Guardian gazetesinde denk geldiğim bir makaledeki çarpıcı bilgileri paylaştığımda oradan buradan ilginç yorumlar gelince bir de blogda ele alayım dedim.
Haberin en çarpıcı ayrıntısı:
Meksikalı işadamı Carlos Slim bir süredir dünyanın en zengin insanı unvanını taşıyor. Kelimenin tam anlamıyla ‘harcamakla bitmeyecek kadar çok’ parası var. Paranın parayı çekme ilkesini bilirsiniz; bundan en çok faydalanan kişi de kendisi. Hiçbir şey yapmasa dahi faiz geliriyle yedi göbeği refah içinde yaşayacak.
Hırsızların ahlaksızların bu kadar kutsandığı başka bir çağ olmayacak sanırım. Yüzyıllar sonra arkeologlar bizi güce paraya tapan ahlaksız kavimler olarak tanıyacaklar (Facebook paylaşımından bir yorum).
Yazdığı ‘21. Yüzyılda Kapital‘ adlı (peynir-ekmek gibi satan) kitapla dünya ölçeğinde bir tartışma başlatan (Fransız) Ekonomi Uzmanı Thomas Piketty de teorisini bu noktaya yerleştiriyor: servet aktarımıyla varlığını büyüten zenginler o kadar zenginleşti ki yeni yatırım ve girişimler artık bir şey ifade etmiyor. Değişme ihtimali olmayan (ve hep zenginlerin lehine çalışan) bir sistemin içindeyiz.

696 sayfalık kitabında savıyla ilgili rakamlar, trendler, istatistikler ve teoriler üreten Piketty kapitalizmin yeniden ele alınmaması halinde demokrasinin çökeceğini iddia ediyor. Çözüm için zenginlerden varlıklarıyla doğru orantılı ve kademeli olarak %80’e kadar çıkacak vergi alınması. Kulağa mantıklı geliyor ama böyle bir şeyin olmayacağını hepimiz biliyoruz. Avunmak isteyen yığınlar var ve rakamlar bu konuda çok işe yarıyor (son iki cümlenin ayrıntıları ayrı bir yazı konusu olabilir; ben dağıtmadan ana meseleye döneyim).
The Guardian’ın haberine konu olan araştırmayı gerçekleştiren kurum Oxfam. Sitesinde kendisini zengin kaynaklara sahip dünyamızda farikliğin kaçınılmaz olmadığını savunan bir hareket olarak tanımlıyor. Oxfam’ın 1942’den bu yana 17 hayır kurumunun desteğiyle 94 ülkede faaliyet gösterdiğini hatırlayınca akla ister istemez inandığı şeyin bir hakikat mı yoksa fantezi mi sorusu geliyor.

Para mutluluk getirir mi?
The Atlantic sitesindeki bir makalede paranın duygulara yönelik etkisini temel alan bir araştırmaya denk geldim. Buna göre para kazanmaya odaklı insanlar toplumdan kopuk ve bencil hale geliyormuş (Türkiye’de yaşayan bizlerin destekleyici örneğe ihtiyacı yok sanırım).
The Economist’in blogundaki bir başka makaleyse para ve mutluluk arasındaki ilişkinin aşınmaya başladığına dikkat çekiyor. Türkiye’yi de kapsayan 43 ülkede yürütülen bir araştırmaya göre fakir ülkeler mutluluk ve memnuniyet açısından zengin ülkelere kıyasla daha iyi durumda. Fakir ülkelerin mutluluk seviyesi zenginlere göre daha hızlı yükseliyor. Zenginler daha çok zenginlik uğruna mutsuz oluyor diye okunabilir belki.
Garip mi desek, tutarsız mı, ezberbozan mı bilemedim. Bir de siz bakın bakalım.
Böyle zengine verip veriştiterek rahatlamanın en büyük tehlikesi bizi riyakarlaştırabilme ihtimali. Geçenlerde bir solukta bitirdiğim Harvard Business Review’ın ‘Kenyalılar Otobüs Şoförlerine Neden Bağırır?‘ kitabından bir anektod aktarayım: çalışanların %30’u daha fazla ücret ve ikramiye karşılığında ahlaki değerlerinden taviz vermeye, yasaları çiğneleye meyilliymiş. Bu tabloda hepimizin payı var. Bazımızın az, bazımızın çok.
Fakirin derdi var da zenginin yok mu sanıyorsunuz? Sadece fakirler para harcamayı hafife alır. İnanın bana 🙂
Görüşlerinizi paylaşın: