Dün Polonya’da dünyanın en büyük soykırımlarından birinin yaşandığı Auschwitz Toplama Kampı‘nı ziyaret ettim (resmi sitesi).
Nazi soykırımı konusunda onlarca kitap okudum, birçok film seyrettim. Dolayısıyla o toplama kampının kurulduğu topraklarda yürümenin, o insanların bir dönem yaşadığı, çalıştığı, zehirlenerek öldürüldüğü, kurşuna dizildiği, yakıldığı, topluca gömüldüğü yerleri bizzat görmenin beni çok fazla etkilemeyeceğini düşünmüştüm.
Yanılmışım…
Auschwitz, Hitler’in Avrupa’nın tam merkezinde yer alma, kolay gizlenebilme ve genişleyebilme özelliklerinden yola çıkarak yerini bizzat belirlediği bir alan. Kasabanın asıl ismi Oświęcim; ancak 1939’daki Alman işgalinden sonra ismi Almanlaştırılarak Auschwitz adını alır. Toplama kampına dönüştürüleceği için hemen etrafındaki halk boşaltılır, uzak bölgelere sürülür. Evler yıkılır, bir kısmı da subayların karargah ve evleri olarak korunur. Gaz odaları gelenleri öldürmeye yetmeyince onlar da aynı iş için kullanılacaktır.
Kampın ilk kurulma amacı savaş döneminde Alman güçlerine önemli stratejik üstünlük sağlayan başta I.G. Farben olmak üzere birçok fabrikanın ihtiyaç duyduğu 100 bin kişilik köle işçi ihtiyacını karşılamaktır. (1925 yılında kurulan I.G. Farben şirketi Basf, Bayer ve Agfa’nın da aralarında bulunduğu 5 Alman devinin ortak girişimi ve dünyanın o dönemdeki 4. büyük kuruluşudur)
Kampın girişinde meşhur ‘Arbeit Macht Frei’ (Çalışmak Özgür Kılar) yazısı yer almaktadır. 1800’lü yıllarda milliyetçi bir Alman yazarın roman başlığı olan bu söz sonrasında açılacak her kampın kapısında yer alacaktır.
20 bin hektar alana yayılan bu ilk kampın Komutanlığına 1940 yılında Rudolph Höss getirilir. Höss’ün 1946 yılında yakalanmasının ardından alınan ifadesineki bilgilere göre köle işçi toplamak için kurulan yapıda işlerin değişmesi kuruluşundan bir yıl sonraya; yani 1941 yılına denk gelir.
O yıl Höss, Hitler’in bizzat kendisine iletilmek üzere verdiği emri almak üzere Berlin’e çağrılır ve savaş sonrasında dünyanın en büyük katili unvanını alacak Alman İçişleri Bakanı Heinrich Himmler ile görüşür. Himmler başta Yahudiler olmak üzere çingenelerin, eşcinsellerin ve Nazi muhaliflerinin ‘kesin bir sonuçla’ ortadan kaldırılmasını istemektedir. Bunun uygulayıcısı da Höss olacaktır. Yalnız Höss dahil hiçbir asker oralarda yaşananlarla ilgili hiç kimseye, hiçbir şey söylemeyecektir.
Avrupa’nın; hatta belki insanlık tarihinin en büyük ve sistematik soykırımı işte bu konuşmayla başlar.
Höss kampa dönünce çalışmalara başlar. Yeni sistem kabaca şöyle işler:
- Avrupa’nın farklı ülkelerinden toplanan ‘uyumlu gruplar’ kampın içine kadar giren trenlerle getirilir. Burada ikiye ayrılırlar. Birinci grupta erkekler, ikinci grupta kadınlar, kız ve erkek çocuklar ve bebekler yer almaktadır.
- Herkes çalışmaya geldiğini sandığı için yanlarında valizleri, kap kacakları, erzakları, yiyecek, içecekleri ve paraları yer almaktadır. Herkese bavullarının üstüne isimlerini ve nereden geldiklerini yazmaları istenir. Onlara bu eşyaların çalışma bitince geri verileceği söylenir. Oysa hiçbiri bir daha asla onları göremeyecektir bile. İsim yazılan bavullar trenin yanında (yine görevli mahkumlar tarafından) ayrıştırılmak üzere istiflenir.
- Vagonların hemen önündeki ikili sıranın başında Alman doktorlar ve subaylar kısa bir sorgulama yapar. Yaşı, bir hastalığı olup olmadığı ve ne iş yaptığı sorulur. Prensip olarak 14 yaşından küçük ve çalışamayacak durumda görünen yaşlı erkek ve kadın Yahudiler sol tarafa ayrılır.
- Kadın ve erkeklerin çalışabilecek durumda olanları sağ tarafa ayrılır.
- Sol taraf genellikle trenden inenlerin yüzde 90’ını oluşturmaktadır. Zaten hiç durmadan, yemek ve su görmeden geçen tren yolculuğundan dolayı birçoğu ölümün eşiğindedir. Bir yandan Yahudilerden oluşan küçük bir orkestra neşeli şarkılar çalmaktadır. Henüz hiçbirinin orada öleceğinden haberi yoktur.
- Sol tarafa ayrılanlar 50 metre ötedeki bir yapının önünde bekletilir. Soyunmaları istenir. Söylenene göre yıkanıp, temizlenecek ve çalışmaya başlayacaklardır. Çırılçıplak kaldıktan sonra hiçbir penceresi olmayan loş bir odaya geçerler. Burası gaz odasıdır. Hepsi çığlıklar atarak 3 ile 15 dakika arasında Siklon-B gazını soluyarak ölecektir. Komutan Höss idam edilmeden önce alınan ifadesinde çığlıklar bittiğinde herkesin öldüğünü anlayarak cesetleri almak üzere kapıların açıldığını söylemiştir.
- İçeri giren görevliler cesetleri hemen yanda bulunan yakma odalarına taşır. Ama öncesinde hepsinin saçları kumaş yapmak için kesilir, dişlerindeki altın ve gümüşler sökülür.
- Yakma odasında görevli Yahudi mahkumlar cesetleri tek tek fırında yakar. Külleri sabun yapılır, bir kısmı da gübre olarak tarlalara gönderilecektir. Saçları da kumaş fabrikalarına yollanır (müzede bu saçlardan dokunmuş kumaşlar da sergileniyor). Bir fırın günde 4 bin kişiyi yakabilecek kapasitededir.
- Ölsün ya da çalışmak için ayrılsın; herkesin bütün kıyafetleri, eşyaları, paraları Kanada Komandoları adı verilen görevlendirilmiş mahkumlar tarafından ayrıştırılır ve Almanya’ya yollanmak üzere paketlenir. (Kanada isminin öyküsü de ilginçtir. Kanada’ya göç eden birçok Polonyalı ülkesine kıymetli hediyeler yollamaktadır. Bu mahkumlardan gasp edilenlere de Nazi Almanyası o gözle bakmaktadır).
- Tren sonrası ayrımda sağ tarafta kalanlar yine soyundurulur ve ‘sahiden’ yıkanarak sağ kollarının üstüne kalıcı dövme ile numaraları ve ‘kusurları’ kazınır (Yahudi, eşcinsel, çingene, vs). İsimleri kayıt defterine işlenir, 3 açıdan fotoğrafları çekilir. Kollarına kazınan numaraların özel bir sistemi vardır ve mahkumun bölgesi, mahkum olma sebebine ait kategorisi gibi bilgiler barındırır. Bunun otomasyon sistemine yönelik Almanların açtığı ihaleyi bugün hala faaliyette olan Amerikan IBM firması kazanır. Sonra mahkum elbisesi (çizgili bir pijama) giydirilerek koğuşlara götürülür. Mahkum elbiselerinde de sembollerle sınıflamalar vardır: Yahudi, Çingene, eşcinsel, politik muhalif, kaçak, vs…
- Mahkum-işçi koğuşlarının her birinde 3 katlı ranzalarda 400 kişi kalmaktadır. Bunların büyük bir bölümü aslında her birinde 52 atın barınması için inşa edilmiş ahırlardır. Hastalık, açlık, dayak ve işkence yüzünden tamamına yakını 1 yılda ölür. Çok az bir kısmı birkaç yıl yaşayabilir.
- Kadınların bir kısmıyla cüce ve ikiz bebeklerin tamamı kampın korkunç karakteri; ‘Azrail’ kod adlı Doktor Josef Mengele tarafından kısırlaştırmadan gen değiştirmeye kadar uzanan korkunç deneylerde kullanılır. Bu grupta bulunan 1500 ikizden sadece 200’ü hayatta kalır. Mengele, İkizlerin genetiğiyle oynayarak göz ve deri renklerini değiştirmeye çalışır. İkizlerden biri deneyde ölürse, diğeri de gaz odasına yollanarak öldürülür.
Bunun dışında seçilen mahkumlara donma, sıtma, hardal gazı, çeşitli uyuşturucular, deniz suyu içirme, zehir denetttirme, yüksek irtifa tepkileri, x ışınlarına maruz bırakma gibi ürpertici deneyler yapılır. - Kampın içinde de vahşetin dereceleri vardır. Cezalandırma için kullanılan 13. koğuşta ayakta bekleme hücreleri bulunur. Burada mahkumlar 4-6 kişilik gruplarla hücreye sokulur ve gece boyu ayakta tutulur. Sabah olunca da normal mahkumlar gibi çalışmaya zorlanır. Birçok mahkum bu şekilde ölür.
Bir diğer ceza aynı binanın giriş katındaki karanlık hücrelerdir. Burada çok küçük bir delik dışında hiçbir havalandırma bulunmaz. Hatta subaylar bazen odanın içinde bir mum yakarak oksijenin daha çabuk bitmesini sağlar. Mahkum havasızlıktan acı bir şekilde hayatını kaybeder.
En vahşi yöntemse bodrum kattaki kıtlık odalarıdır. Mahkumlara su ve yemek vermeyerek açlıktan ölmeleri sağlanır. Genelde tercih edilen ceza budur. - Firar eden olduğunda, başarsın ya da başaramasın koğuşundan rastgele 10 kişi seçilerek kurşuna dizilir, asılır ya da işkenceyle öldürülür.
- Kimi şanslı mahkumlar bir avluda bulunan kurşuna dizilme duvarında idam edilerek anında ölür.
Kampa getirilmeyenler için de durum her zaman parlak değildir. Onları da Alman Kimyager August Becker tarafından geliştirilen Gaz Otobüsleri beklemektedir. Yahudi ve çingeneler penceresi olmayan bu araçlara bindirilir. Araç ilerlemeye başladığında yolcu kabinine açılan egsozt yüzünden kısa süre içinde hepsi karbon monoksid zehirlenmesinden ölecektir…
Kampa girenlerin çoğunu bekleyen iki ora aşağıda resimlerini gördükleriniz olur. Birincisi gaz odası, ikincisi krematoryum; yani cesetlerin yakılıp kül edildiği fırınlar…
Kamp bu anlamda faaliyete geçtikten 1 yıl sonra civardaki halk, casuslar ve Londra’da sürgündeki Polonya Yönetimi, kaçmayı başaran birkaç kişiden duydukları sayesinde kampın varlığından ve içinde yapılanlardan haberdar olur. Ancak insanların topluca zehirlenip yakıldığına kimse inanmamaktadır. İstihbarat uçakları kampın üstünden geçerek fotoğraflar çeker ve ikna olur.
1941 ile müttefiklerin operasyonu sonucu içindeki son 7 bin mahkumla kurtarıldığı 1945 yılları arasında 1 milyon 100 bini Auschwitz’te, tamamına yakını Yahudi, büyük bir bölümü Macar Yahudisi olmak üzere toplam 2 milyon 700 bin kişi vahşetin bedeli olarak kurşuna dizilerek, asılarak, işkenceyle, aç bırakılarak, deneylerde ya da gazla zehirlenerek aramızdan ayrılır.
Nazilerin yargılandığı ünlü Nürnberg Mahkemeleri sonucunda Kampın Komutanı Rudolf Höss kampın bahçesinde asılarak idam edilir. İdamından hemen önce hücresinde yazdığı mektupta şöyle der:
Vicdanım bana bu açıklamayı yapmayı mecbur kılıyor. Hapishanedeki hücremin ıssızlığında insanlığa karşı ağır bir günah işlediğimi acı bir şekilde kabullendim. Auschwitz’in Komutanı olarak 3. Reich’ın insanlığı yoketme adına yaptığı vahşi planlardaki payımdan sorumluyor. Böylece insanlığa karşı korkunç yaralar açtım. Özellikle Polonya halkının dile getirilemez cefasına sebep oldum. Bunu hayatımla ödeyeceğim. Tanrı yaptıklarımdan dolayı beni affetsin.
Yaklaşık 1 günümü alan ziyarette o zavallı insanların yürüdüğü yollarda, yattığı hücrelerde, ranzalarda, koğuşlarda dolaştım durdum.
Fotoğraflara bakarken en dayanılmazı çocuklardı. Çocuklar nasıl gaz odasına atılır? En azından birisi bunun mantığını, sebebini, hesabını bize vermeli. Küçücük, günahsız, tertemiz yüzlü çocuklar… Hiç büyüyemediler.
Otele geri döndüğümde şaşkınlıktan neredeyse hiç fotoğraf çekemediğimi farkettim. Çekebildiklerim ise aşağıda.
Fotoğraf demişken; bir örneğini yukarıda gördüğünüz kareler bizzat Nazi fotoğrafçıları tarafından çekilmiş ve tesadüfen bulunmuş; savaşın ardından yıllarca kamuoyuyla paylaşılmamış bir albümden. Mutlaka incelemelisiniz.
Bu kadar sistematik vahşeti yaratan şeyin insan zekası olduğuna ve bunca zulmün finansmanını sağlayan, yardımcı olan, göz yuman, el veren ve nasiplenen; bir kısmı günümüze kadar gelen firma ve ailelerin varlığına inanmak zor geliyor…
Görüşlerinizi paylaşın: