Marka ve PR şirketlerinin sosyal medyayı keşfi

Biz gazetecilerin hayatı basın toplantıları, seyahatlerle geçer durur. Şimdilerde ekonomik kriz sebebiyle duruldu ama ben bir yurtdışı toplantıdan gelip, temiz çamaşır / kıyafet alıp bir iki saat uyuyup yeniden başka birine uçtuğumu çok bilirim. Teknoloji, otomotiv ve spor basını bu konuda ekstra bir yük altındadır. Üçünün de toplantısı, seyahati eksik olmaz. Sıralama da tersidir. En…

Blogcular görev başındaBiz gazetecilerin hayatı basın toplantıları, seyahatlerle geçer durur. Şimdilerde ekonomik kriz sebebiyle duruldu ama ben bir yurtdışı toplantıdan gelip, temiz çamaşır / kıyafet alıp bir iki saat uyuyup yeniden başka birine uçtuğumu çok bilirim. Teknoloji, otomotiv ve spor basını bu konuda ekstra bir yük altındadır. Üçünün de toplantısı, seyahati eksik olmaz. Sıralama da tersidir. En çok sporcular gezer, toplanır, sonra otomotivciler sonra da teknoloji basını. Bizim avantajımız sektörümüz dolayısıyla daha nezih insan ve şirketlerle ve daha kitlesel ve ulaşılabilir şeylerle muhattap olmamızdır.

Bu seyahat / toplantı olayları ilk zamanlar çok hoşuma gitmişti. Birisi seni davet ediyor, alıyor, götürüyor, işini gücünü anlatıyor… En güzel oteller, en güzel yemekler… Sonra farkettim ki mevzu biz değiliz; markalar. O markanın benim temsil ettiğim markada yer alabilme savaşı. Daha da sonra bunun gerisinde gazetecilerin karşı taraftaki algısının sadece ‘haber makinesi’ olduğuna; PR şirketleri ve temsil ettikleri markalar açısından bir gazetecinin değerinin konu hakkındaki bilgisi, okunurluğu, saygınlığı değil kendi markaları hakkında ne kadar pohpohlama haberi yaptığı ve çalıştığı yayının tirajıyla orantılı olduğuna şahit oldum birçok örneklerle.

En üzücüsü basından ayrılıp PR şirketlerinde çalışmaya başlayan gazeteci arkadaşlarımız sayesinde çağrıldığımız bu davetlerin, basın toplantılarının etrafında dönen muhabbetler kulağımıza çalınmaya başladı. Kimi PR şirketi sahipleri “gazeteci dediğin nedir, bir seyahat / toplantı ayarlarsın, eline de üç kuruşluk bir hediye tutuşturursun, oturur yazar” demeye kadar işi götürdü. İşin acısı bunu yapanlar da oldu; hala da var.

İşini doğru dürüst yapmak isteyen biri için ne ağır bir bedel bu?

Açıkça ve yürek ferahlığıyla söyleyeyim; ben bu muhabbetlerin içine girmedim, kendimi de sokmamaya çalıştım. Sektördeki pek çok kişi bunu bilir. Ben bu ülkede haber / toplantı ambargosu uygulanan, mahkemeye verilme teşebbüsünde bulunulan tek teknoloji yazarıyım.

Çalıştığım gazete (Radikal) de bu tür dik duruşlara izin veren bir yapı. Herhangi bir büyük gazetede bu duruşu sergileme ihtimali zordur. Her yıl milyonlarca dolar reklam veren bir markaya aynı sayfalarda eleştiri getirmek öyle kolay değildir.

İlk Yayın Yönetmenim (önce Posta gazetesinde, sonra Radikal’de) Mehmet Y. Yılmaz‘dı. Kendisi benim 20 yılı geçmek üzere olan çalışma yaşamımda yanında çalışmaktan gurur ve keyif duyduğum tek yöneticidir. Bana ilk nasihatı şu olmuştu: “Hiçbir zaman hakkında yazacağın insanlarla çok samimi olma. Yarın bir gün onlar hakkında eleştiri yazabilecek yüzün olsun”. Bunu hiç unutmadım.

Gazetecilik hayatımda kırdığım, üzdüğüm, zor durumda bıraktığım çok insan olmuştur. Ama hiçbirine de durduk yere (basın tabiriyle) ‘geçirmedim’. Hiçbir marka, PR şirketi ya da bilmemne için ‘çantada keklik’ olmadım. Olmak çok kolaydı; üstelik olanlar da el üstünde tutuldu. Direnmek zordu.

Şimdilerde şirketler ve PR ajanslarının yeni hedefi bloglar. Bizim basında 14-15 sene önce yaşadığımız şeyler yenileniyor. İçlerinden bazıları tam hayal edilen türde; bir dönemin Genelkurmay Başkanı’nın Başbakanla ilişkisini anlatırken verdiği örnek gibi “tak diye çağrılıp, şak diye yazıyorlar”.

Şirketler için adet önemlidir: haberim kaç yede çıktı, basın toplantıma kaç kelle geldi, kaç sütun, kaç santim, kaç kere? Kaç para yatırdım, ne kadar geri dönüş aldım? Reklam versem daha mı iyiydi? Örneğin o bloga / gazeteye / dergiye reklam versem kaça patlardı? Bir etkinlik / yemek / toplantı düzenlediğimde orada haber çıkartmak kaça patladı?

Bir bloga reklam verse (mesela) aylık 500 lira verecektim. 500 liraya bir toplantı yaptım, çağırdım 50 blogcuyu, yıllarca arşivde kalacak bir haberin maliyeti blog başına 10 lira oldu. Basın toplantısı yaptım 40 kişi geldi, blogcuları da çağırdım 85 kişi oldu. Siz yapmaz mıydınız böyle bir hesap o şirketlerin, markaların yerinde olsanız?

Pazarlama guruları sosyal medya pompalaması yaparken bunlardan pek söz etmez. Hem blogcu olup hem de bunları kabullenmek zordur muhtemelen. Biz de yıllarca basına yapılan eleştirilere benzer şekilde direnç gösterdik.

Ama sağduyuyla oturup düşünelim; bloglar böyle ‘düşük maliyet’ mecraları olmaya mahkum mu? Can sıkacak, su bulandıracak bir konu olsa da, hep birlikte oturup büyür resmi inceleyelim derim Yoksa bilgilenmek ve bilgilendirmek en doğal yöntem. Ve amacı haberdar etmek, bilgi vermek olan yayınların (blog, gazete ya da her neyse) bu tip etkinliklere sırt çevirme gibi bir lüksü yok. Özetle bahsettiğim şey bir protesto değil, duruş çağrısı.

Sosyal medyanın ‘sosyal’ yönünü ‘kapitalizm’e kurban etmeyelim. Sonra elimizde ne kalır?

Al Pacino’nun başrolünü oynadığı Scarface filminde canlandırdığı Tony Montana tam da böyle bir ortamda arkadaşına dönüp şöyle diyordu: “Sakin ol, bu adamlar bize iyilik yapmıyor!


Yayın Tarihi:

Kategori:


Yorumlar

11 yanıt

  1. Pazarlama Cadısı avatarı

    Marka tarafında olmak için eğitilmiş ancak öğrencilik döneminde dijital ajanslara kapılmış, pek çok büyük markaya blogları, web 2.0 dünyasını ve sosyal medyayı anlatmaya çalışmış biri olarak…Sosyal medya hala tam olarak ölçümlenemiyor. Internetin tam anlamıyla ölçümlendiği gerçeğinin karşısında sosyal medyayı kim nasıl ölçecek bilinmiyor. Konuşulan tüm ölçümleme mekanizmaları pozitif değerlendirmelere ait. Hiç mi negatif kriterler yok. Hiç mi değersiz içerik yok mesela? Bunun tam olarak cevabını alamayan markalar haklı olarak sadece pr değerini göze alıyorlar. Ancak eski yolların bile yeterince rahatsız edici olduğunun farkında olmadıklarından tamamen yabancı kaldıkları blog yazarlarna nasıl davranılır haberleri yok. Gazetelerden yazarları çağırmak gibi sanıyorlar. Listele, gönder, gelsinler yedir içir birer yazı yazsınlar tamam 🙂 Bir yazının sponsoru olmuş gibiler kısacası. Geçen sene uluslararası bir marka bloguma sponsor olmak istedi. Sebep toplamda 12 yazımda markalarının beğendiğim uygulamalarından bahsetmem, onları anlatmammış. Reddettim çünkü dili sivri bir insan olarak yarın yanlışlarını gördüğümde yazmaktan zevk alacağım.Son olarak da markaların kategorilere takmış olduğu. O kategorinin içindeyse gelsin. Ama bu adamlar kimdir, ne yazar, neleri sever. Hiç bir kişiselleştirmesi yok. Böyle bir duruşa kesinlikle destek veririm.

  2. Melih Bayram Dede avatarı

    Merhaba Serdar Bey,

    Çok güzel bir konuya temas etmişsiniz.

    “gazeteci dediğin nedir, bir seyahat / toplantı ayarlarsın, eline de üç kuruşluk bir hediye tutuşturursun, oturur yazar” sözünü bazı meslektaşlarımız sayesinde hak ettiğimizi düşünüyorum. Medya steril bir sektör değil. Kimse bunun aksini iddia edemez.

    Öte yandan “Ben bu ülkede haber / toplantı ambargosu uygulanan, mahkemeye verilme teşebbüsünde bulunulan tek teknoloji yazarıyım” demişsiniz.

    Bu bilgiye bir ek yapmak zorundayım:

    Bendeniz Marjinal Halkla İlişkiler tarafından Türkiye’nin ilk süper bilgisayarını HP geliştirmediğini yazdığım için 2 yıl süren bir ambargoya maruz kaldım.

    Bakınız: http://www.melihbayramdede.com/2006/11/20/super-bilgisayar-listesine-ilk-kez-girmedik/

    Bu konudaki ambargo daha yeni sona erdi. Kendileri buna ambargo değil, ‘teknik hata’ diyor!

    Son olarak, bloglara PR ve şirketlerin ilgisine dikkat çekmeniz çok önemli. Blogçu arkadaşlarımızın ‘Beni şu şirket çağırdı, yaşasın!’ gibi sevinç nidalarını FriedFeed’de görünce bıyık altından bir gülme alıyor beni.

    Blogçu arkadaşlarımız, PR’ın, şirketlerin kara kaşları ve kara gözleri için onları çağırmadığını bir an önce kavramaları, sizin ifadenizle ‘çantada keklik’ ve ‘ucuz medya’ olmaktan kurtulmaları şart!

  3. arzu pınar avatarı

    “gazeteci dediğin nedir” diyenleri gazeteciler bir araya gelip, protesto etseydiniz. 2 gün içinde “müşteri dediğin nedir, nerede bulunur. bizimkiler gittiler de” demeye başlarlardı.

    ben de iletişimciyim, ama maalesef bugünkü zihniyetle “uzak dursunlar sosyal medyadan” demek geliyor içimden.

    1. MserdarK avatarı
      MserdarK

      Arzu Pınar, keşke o kadar kolay olsaydı. Bizde ortak protesto kültürü yoktur. Hele basında hiç yoktur (sendika dönemini hatırlayalım). Bana yapılanları bütün arkadaşlarım biliyordu ama iki tanesi dışında (Erdal Kaplanseren ve Timur Sırt) hiçbiri kılını kıpırdatmadı.

      Elbette bir de işin kurumsal boyutu var. Yani gazetede, dergide bir şeyler yazanların kişisel görüş ve duruşunu satırlarına yansıtması çok nadiren sağlanan bir hak.

      Bana verilmişti ve sonuna kadar da kullandım.

  4. Erdal Ertürk avatarı

    Bir blogcu olarak bu PR işine bir kez bulaştım, onun sonunda da eve MacBook ile döndüm. Hakikaten kendimizi ucuza pazarlamamak lazım.

  5. wolkanca avatarı

    blog yazarlarını maymun ettiklerini gördüm. bir arkadaşım ismi lazım değil dedim ki yahu yazma şunları yok anam çağırdılar yok neymiş davet ettiler diye, yazma. dedi ki -niye be olm yazalım. sonra vazgeçtim.

    ruhsuz insanlar her yerde var. birkaçı hariç aynı atmosferi paylaştığım, blogger diye gelenlerden gerçekten blog yazarı yok. blogu var ama blog yazarı değil. şahsen ben eğlenmek için gidiyorum bu pr cıların yaptıkları şeylere, gelip burada okusunlar bir daha da çağırmasınlar hiç de bir tarafımda değil. benim mecram zaten benim ben sana muhtaç değilim, kurumsal bir kimliğim de yok blogger olarak. ama bunu sizin bilmeniz lazımdı (: ne sanıyordunuz ki?

    blog yazmanın çok basit olduğunu düşünenler var.
    küçümseyenler de çok.
    maymunlara selam bloglamaya devam.

  6. Kemo avatarı

    Sayin ikiz cocuk babasi 🙂

    Blog’lar konusunda yazmis oldugun yaziyi begeni ile okumus olmakla beraber saptamalarinin tamamina katilabilmem mumkun degil.
    Cep telefoncularının yollamış olduğu telefonları kabul edip kullanan hatta satan gazetecilerin olduğu bu devirde
    Çok yoğunum ayağına yatıp CEOlarla ancak yurtdışında 500 Avro’luk şarapların içildiği mekanlarda görüşebilme fırsatı yakalayan gazeteciler olduğu dönemde

    Yurtdışındaki bir Fuar’a bir şirketin güdümüyle gidip, onların izin verdiği ölçüde başka trendlere göz atabilen otomotiv ve teknoloji basınının olduğu günümüzde

    kısacası medya eski medya değilken

    tutup da olayı “Sosyal Medya”ya bağlaman, üstüne de Blog’cuları sosyal medya kategorisine yerlestirmen, ardindan da blogun sosyal medya olduğuna ilişkin tartışmalara hepten karşıyım.

    Medya, Medyadır.

    dagitim kanali olarak
    YAY-SAT’ı da kullansa
    Kurye sirketlerini de
    Uyduları da
    Karasal hatları da
    Internet’i de.

    Günlük de bildiğimiz günlüktür.

    İster halet-i ruhiyeni yansit oraya
    İster sağda soldan aparttığın, beğendiğin haberleri ekle
    İster bir konu hakkında ciddi düşüncelerini

    Ben ilk okul yillarinda yazdigim gunlugumu, halka acip okumalarini sagladigim zaman nasil bir medya olmayacaksa, internet araciligi ile halka acilan gunluk de medya degildir.

    Oyle olsa Anitkabirdeki ANI defteri de bir medya sayilirdi gunumuze kadar

    Sadete geleyim.

    2,5 yıl önce “ambargo” yemişim bir PR şirketinden. Basin bulteni yolluyorlar, ama yapilan etkinlik ve basin toplantilarinin hicbirine ne beni ne yayinimi davet ediyorlar.

    Musterileri kanadindan gittim olayin ustune. Siz birsey yapmiyor musunuz 6 aydir? Hicbir yere cagrilmiyoruz dedim.

    Sonra bana donduler. Ajansla konustuk biz “Biz cagiriyoruz. Onlar gelmiyor” diye dupeduz yalan soylemisler. Pacalarini kurtarmak icin.

    Basbakan bile gazetecile ambargo uygularken AMBARGO’yu ben en azindan biraz mantikli karsilarim. Ama YALANCILIGI asla.
    2,5 yildir ismi medya dunyasinda herkesce malum olan bu ajansla hicbir diyaloğum yoktur. Ne bir toplantilarina giderim, ne bir bultenlerine yayinimda yer veririm.

    Ama adam kayirmacilik, “benim gazetecim” muhabbeti iyice cigirindan ciktigi icin hem musteri tarafinda hem ajans tarafinda ben son olarak ise telefon operatörlerinden başladım.

    Tüm gazetecilere (aslinda yayin kuruluşlarına) her davet ulasincaya kadar hicbirinin davetine gitmem.

    M. Serdar K kumkapiya raki icmeye cagiralacak. Ben Reina’ya gece mankenlerle takilmaya gidecem.

    Niye bu cifte standart?

  7. Volkan Çelik avatarı

    Burada bloggerların yapması gereken “gerçekten benimsediğini, beğendiğin” markaların ürün ve hizmetlerine yer vermek. Reklam, promosyon, hediye (maddi, manevi) aldığı için markanın ürün ve hizmetleri hakkında sadece iyi yönelerine yer veren çok iyi bloglarda var.

  8. […] ilişkiler; ya da sektörde daha bilinen terimiyle PR camiasının sosyal medyayı keşfine dair yazımı hatırlıyor olabilirsiniz. O yazıdan sonra neredeyse bütün PR şirketleriyle ve bu camialarda […]

  9. […] konular ilgilinizi çekiyorsa şu yazılarımı da tavsiye ederim:İş başka, arkadaşlık başkaMarka ve PR şirketlerinin sosyal medyayı keşfiSosyal medya adabıSosyal medyaya dair dünyadan görüşlerKolay gelsin! İlgili olabilecek diğer […]

  10. […] Marka ve PR şirketlerinin sosyal medyayı keşfi | M. Serdar Kuzuloğlu (etiketler: blog medya) […]

Görüşlerinizi paylaşın: