Ortalamanın üstünde bir bilgi ve birikime sahip olmakla birlikte yazmaya ve konuşmaya cesaret edemediğim konulardan biri de sinema. Kişisel ilgi alanlarımdan yola çıkarak bilim-kurgu konusundaki görsel arşivin tamamına yakınını izlediğimi söyleyebilirim. Ama asla bir sinefil olduğumu da söyleyemeyeceğim. (hiçbir konuda o kadar derinlemesine bilgi sahibi olmayacağıma dair çok uzun zaman önce kendi kendime bir söz verdim)
Beni en çok hayal kırıklığına uğratan bilim-kurgu / fantezi filmleri önceden kitaplarını okuduklarım oldu. Yazarların kelimeler, tasvirlerle kurduğu dünyaları, ustalıkla canlandırdığı karakterleri asla filmlerde bulamadım. Kitabını okumadan filmlerinden etkilenenlerin de hep büyük bir dilimi kaçırdığını düşünürüm.
Beni en çok etkileyen filmlerden biri 2004 yapımı ‘Sky Captain and the World of Tomorrow‘ olmuştu. Beni etkileme sebeplerini şöyle sıralayabilirim:
- Bilim-kurgu külliyatını özellikle altın çağ (golden ağe) çizgi-roman perspektifinden iyi incelemiş ve sağlam referanslar derlemiş olması (yani bir eseri perdeye yansıtmak yerine, perdeye yansıyabilecek eser parçalarını birleştirmiş olması).
- Nedense hep 100 ile 1000 yıl sonrasına gözünü diken bilim-kurguya inat 1930’lu yıllara odaklanması ve fütüristik ve teknolojik her ögeyi retro bakış açısıyla işlemesi.
- Döneme dair gerçekliği hala tartışılan bazı konuları yeniden didiklemesi.
- Tamamına yakını elle / bilgisayarla yaratılmış bir atmosferde geçmesine rağmen muhteşem bir görselliği yakalamış olması.
İzlemeyenler için filmin atmosferini göstermek için fragmanına bakmak faydalı olabilir:
Kerry Conran tarafından yönetilen film 1939 yılında geçer. Dr. Totenkopf adlı bir Nazi, dünyanın sonunu getirmeye hazırlanmaktadır. The Chronicle gazetesinde çalışan muhabir Polly Perkins, kendini olayın ortasında bulur. İşin temizlenmesiyse Sky Captain lakaplı özel savaş pilotu Joseph ‘Joe’ Sullivan’a kalacaktır.
Basit ya da geleneksel gelebilecek bu konuyu beni en çok etkileyen film haline getirense işleniş ve ekrana yansıtılış şekli. Bunun için öyküsünün perdeye yansımayan kısmına bakmakta fayda var.
Aynı zamanda senaryonun yazarı da olan yönetmen Conran, tam 4 yıl boyunca evinde kurduğu bluebox stüdyoda, sahip olduğu Apple Macintosh IIci bilgisayarla dev ekranda görmek istediği bu filmin siyah-beyaz fragmanını çekmek için uğraşır. Çalışmasını tamamladığında hayallerini gerçekleştirebilecek isim olduğunu düşündüğü yapımcı Jon Avnet’e götürür. Onu ikna etmek de 2 yılını alır.
Ancak hiçbir film şirketi ismi cismi duyulmamış bir yönetmen olan Kerry Conran’a bel bağlayıp bu kadar zor ve denenmemiş tarzda bir filmi çekmeye yanaşmaz. Conran sonunda İtalyan yapımcı Aurelio De Laurentiis’i sadece prodüksiyon masraflarını karşılamak üzere ikna etmeyi başarır.
Film için kurulan kadro müthiştir: Jude Law, Gwyneth Paltrow, Laurence Olivier, Angelina Jolie…
Conran işi garantiye almak için çekimlere başlamadan 10 ay önce filmin tamamını bütün çekim açıları ve planlarla birlikte bilgisayar canlandırmasıyla ekrana döker ve oyunculara izletir. Üstünde hep birlikte çalışıp gerekli değişiklikleri yaparlar, oyuncuların atmosfere ısınması sağlanır. Çünkü oyuncular perdeye yansıyıncaya kadar nasıl bir ortamda olduklarına dair hiçbir fikre sahip olmayacaktır. Filmin tamamı mavi perde önünde çekilecek, montaj safhasında bilgisayar desteğiyle arka ve önüne gerekli unsurlar, şehirler, araçlar yerleştirilecekti.
100’den fazla sanatçının çalıştığı film gişede büyük bir başarı sağlayamaz ve elde ettiği 58 milyon dolar gelire rağmen yapım şirketine toplamda 80 milyon dolarlık zarar ettirir.
6 yıl sonra ilk defa bir film bende aynı heyecanı yarattı: Iron Sky.
Neredeyse aynı mantığa sahip Finlandiya yapımı bu filmin yönetmeniyse 7 yıllık bir çalışmanın sonucunda ortaya çıkardığı Star Wreck filminden tanıdığımız yönetmen Timo Vuorensola. Bilmeyenler için ondan da bir kesit sunalım:
http://www.youtube.com/watch?v=R79JuYdG5KY
Vuorensola’nın Iron Sky adlı filminin konusu bir alternatif tarihten yola çıkıyor. Buna göre Naziler ulaştığı teknolojiyle (ki ben de bu konuda bir şeyler karalamıştım) 1945 yılında Ay’a gitmeyi ve karanlık tarafında ‘Schwarze Sonne’ (Kara Ay) adlı bir üs kurmayı başarmıştır. Hedefleriyse güçlü bir filo kurup dünyaya dönmek ve yarım kalan işgali tamamlamaktır. O gün 2018 yılında gelir.
2006 yılından bu yana üstünde çalışılan bu filmin para kaynağı ancak 2008 yılında bulundu. Bu yıl çekimlere başlanıyor ve hedef yıl sonunda vizyona girmek. Sky Captain filmini beğenenler için oldukça paralel bir evren olduğu ortada. Üstelik bir komedi filmi olması da bilim-kurgu atmosferinde (Airplane’in son bölümünü hariç tutarsak) ilginç bir ilk de olabilir.
Fragmanı bile heyecan verici:
Sizin de ilginizi çektiyse filmin YouTube, Twitter, Flickr ve Facebook hesaplarını takip edebilirsiniz.
Flickr’daki bir seti paylaşmadan edemedim. Görsellik bile ağız sulandırıyor!
Görüşlerinizi paylaşın: