Cüneyt Arkın’dan çıkardığım bir ders

Hayatın güzelliklerini yanlış yerlerde, yanlış yöntemlerle arıyor olabiliriz.

Çoğu kişi bilmez ama Cüneyt Arkın‘ı ÇOK severim.

Posta gazetesinde bilgisayarım onun bir Malkoçoğlu repliğiyle açılırdı. Yazıişleri için de kalk borusu anlamına gelirdi. Bütün diğer ses efektleri de tamamen Cüneyt Arkın repliklerindendi. Masamın her tarafında posterleri, film afişleri vardı. Filmlerini ezbere bilirim. O dönemler Türk filmleriyle ilgili çıkardığım fotokopi fanzinin en gedikli simasıydı.

Sonra Radikal gazetesindeyken arkadaşlar bu saplantımı fark edip bir röportaj yapmamı teklif ettiler. O zamanki muhabirlerimizden Ertan Acar ile evinin yolunu tuttuk, tanıştık. Ona olan ilgimden kendisinin de epey şaşırdığını hatırlıyorum.

Harika fotoğraflarla bezeli, süper eğlenceli ve o gün gazetenin tam sayfasını kaplayan, ana sayfadan anonslanan güzel bir röportaj çıkmıştı.

Hatta fotoğraf çekimi niyetine Rumeli Hisarı’nda kendisinden esaslı bir sopa yemişliğim de vardır (sahiden vururum diye uyarmıştı ama olsun). O gün foto muhabiri olarak yanımızda olan Ahmet Şık‘ın arşivinde o kareler hala duruyordur umarım (hey gidi günler!)

Cüneyt (Fahrettin) Bey bu naif hayranlığıma en güzel karşılığı mesleğinin 40. yılı anısına düzenlenen törende konuşmacı olmamı isteyerek verdi. Rahmetli Metin Demirhan, Cüneyt Arkın ve benim yer aldığım güzel bir söyleşi olmuştu.

Yani ben insanların çok az kısmına vakıf olduğunu düşündüğüm bu beyefendi ve çalışkan adamı çok severim. Lafına da ehemmiyet veririm.

Ne yapıp ettiğime dair yazıyı yazdıktan sonra iki taşın arası bu ayki Esquire dergisini karıştırırken, onun Zeynep Şeker imzalı kısa bir söyleşisine denk geldim (Hayattan Ne Öğrendim? bölümü için). Bahsettiğim yazımla örtüştüğünden, ara sıra dönüp okuyayım diye dikkatimi çeken bir kısmını alıntılamak istedim.

Geç de olsa insanın arada bir durup hayatın güzelliklerinin farkına varması gerektiğini öğrendim. Ben gerçekten çok fazla çalıştım. O kadar ki; gecem gündüzüm birbirine karışırdı. Gündüz film setlerinde çalışır, geceleri ise macera filmlerinde oynadığım için Medrano ve Kazak sirklerine gidip antrenman yapardım.
Bir gün bir çekim esnasında yorulduğumu fark edip kapı önüne çıktım. O sırada yüzümü nasıl güzel bir rüzgar yalayıp geçti size anlatamam. Aynı anda bir koku aldım. Başımı kaldırıp ileriye doğru baktığımda bir adamın salatalık soyup sattığını gördüm. Fark ettim ki yıllardır koşuşturmaktan baharın farkına varamamışım.
Şimdi “değer miydi?” diye kendi kendime sorduğumda cevabım hep aynı oluyor: “Hayır, değmezmiş!”

Sizin için ne ifade etti bilmem ama benim için anlamı büyük oldu. Böyle güzel şeylere vesile olduğu için Esquire dergisine ve Zeynep Şeker‘e de teşekkürler.



Yayın Tarihi:

Kategori:


Yorumlar

3 yanıt

  1. Süleyman Sönmez avatarı

    Değerdi.

    Değdi. Değdiği dünyayı yaşadı. Sevildi. Her yerde takdir edildi. Sinemaya adını altın harflerle yazdırdı.

    Cüneyt Abimizin eğer bana kızmazlarsa tek sıkıntısı yaşlanmak daha doğrusu yaşlanmayı kabul edememek oldu.

    Fizilksel yakışıklılığı olan, atlayan, koşan, dövüşen kondisyonu filmlerinde çok iyi görünen bir insan “zamanla olan” çarpışmayı kaybedeceğini anladı.

    Pekiyi, neden kabul edemedi bunu? Herkesin bir devri olduğunu, ilginin zamanla azalacağını gençlerin Malkaçoğlu rollerine çıkacağını hatta -bence de- ondan kötü oynayacaklarını neden kabul edemedi.?

    İçsel dünyasında kalması belki hataydı. Belki Müjdat Gezen gibi aktör okulu kurmalı ve ne pahasına olursa olsun gençlerle birlikte ilgiyle ve yaşama zevkiyle devam etmeliydi. Belki bundan 20 sene önce sinemayı tamamen bırakıp başka bir ülkeye gidip tanınmamanın huzurunu yaşamalıydı. Belki gelen teklifleri kabul edip Amerika sinemasına girmeliydi.

    Ya dediği gibi yaşasaydı? Rüzgarı dinleseydi? Salatalığın kokusunu ve dünyanın güzelliğini görse ne olurdu? Emin olun yine Cüneyt Arkın gibi yaşardı. Ancak yaşlılığa daha hazır olurdu. Zamanın geçişine şahit olmuş ve yaşamış olurdu. Onun kızdığı bir imajı yaşamak ve imajla şu anki halinin artık örtüşmemesi.

    Sanırım, -sizi de senelerdir hem gazeteden, hem sosyal medyadan- aralıksız izlediğime göre başarılı olmanın, üretmenin sevinci ile dünyaya kapıldığınız için kaçırdığınız bir şeyin sezgisi arasında bir huzursuzluk yaşıyorsunuz.

    Belki de soruyorsunuz. Aslında neyi kaçırıyorsunuz? Yaşlanan insanların görüp de anlatmaya çalıştığı ama bırakın gençleri biz orta yaşlıların bile bir türlü anlayamadığı ne?

    Bilmek yetmiyor. Başa gelmeden, unutmamak üzere anlamak gerekiyor.

    Ben Cüneyt Arkın’ı sevgiyle ve saygıyla andım hep. Büyük işlerdi yaptıkları. Halen izlerim, halen mutlu olurum. Samimiydi. Güzel tablolar, mert insanları çizdi. İçi huzurla dolsun. Onu sevdiğimizi bilsin.

    Pişman olmasın. İyi ki gördüğümüz hayatı yaşadı. Ve siz de tepkileri umursamadan başardıklarınızın keyfini çıkarabilirsiniz. Diğerleri sadece konuşurken, siz çalışıyordunuz. Senelerce Web üzerinden ücretsiz inceleme videoları, eğlenceli konuşmalar programlar hazırladınız. (TechnoSohbet)

    Çılgın bir hayranınız değilim. Ancak yaptıklarınızı takdir edebilecek kadar olan bitenin farkındayım.

    Dilerim pişmanlık duymayacağınız bir hayatı yaşarsınız.

  2. Kim ki avatarı
    Kim ki

    Ürettiklerinizle insanların sevgi ve saygısını kazandığınıza ve bu ürettikleriniz insanlar tarafından yıllarca beğenilerek tüketildiğine/tüketileceğine göre yaptıklarınıza değiyor demektir.
    Birde hayatını bir şey üret(e)meden geçirenleri düşünün. Onlar için hayatta olmak yaşamak değer mi ?
    Bence ikisinin ortasını bulmak lazım. Ne yapılan iş için özel hayatı, aileyi, özel uğraşları, hobileri hiçe saymak ne de tamamen özel hayatla devam eden bir yaşam yeterince anlamlı olmayacaktır. İkisininde dengeli bir şekilde yürütülmesi zamanın dengeli bir şekilde dağıtılması gerekiyor.
    Önemli olan insanın mutlu olması ve etrafındakileri de mutlu edebilmesi.

  3. […] tanışmanın en büyük armağanı süzülmüş hayat dersleri oldu. Bir de kırkıncı sanat yılı için adına düzenlenen bir panelde, (merhum) Metin […]

Görüşlerinizi paylaşın: