Ben dansı çoğu akranım gibi Türk filmlerinden gördüm. Sosyetik partilerin, gece davetlerinin vazgeçilmeziydi. Herkesin bildiği bir maharetti. Öyle sorgusuz ve keyifle icra edilirdi ki yüksek sosyeteyi ‘dans etmezse ölecek’ adlı bir salgın hastalığın pençesine düştüğünü sanabilirdiniz. Mümkün olan her fırsatta herkes arsız kahkahalar eşliğinde dans ederdi.
Alternatifiyse yine biraz kalburüstü kitlenin pırasa boyutunda sardığı cigarayı şarap ve viskiyle (ama asla rakı değil) harmanladığı dejenere ortamlardı. Herkes yine durduk yere güler, kızlar rock’n roll eşliğinde mini eteklerini savurtarak kameraya donlarını göstermeye çalışır, danstan yorulanlar da mekanın kıyısında köşesinde sevişirdi.
Dans ve dans edenler pek çok gibi kafamda mecburen böyle kodlanmıştı.
http://www.youtube.com/watch?v=SAm33DQ0XCA
Bu yüzden olacak dans edilen ortamlarında kendimi hep o filmlerdeki şaşkın, tıfıl, taşralı delikanlılar gibi hissettim. Dans benim işim değildi. Her an biri çıkıp “Ahahahaa! Şu vahşi öküze de bakın!” diyecekmiş gibi gelirdi. Dolayısıyla en garantisi bir kenarda Kadir İnanır ya da Cüneyt Arkın misali poz kesmekti. En fazla ritme uygun birkaç sallanma hepsi bu. Saatlerce kazık gibi bir köşede dur; sakın ha kendini müziğe kaptırma! Delikanlı ol!
Ama garip bir şekilde dans edilen her ortamda biz çoğunluktaydık. Herkesin gönlünce dans ettiği bir ortama denk gelemedim hiç. Gerçi gönülnce dans etmek de ayrı bir tehlike. İpin ucunu kaçırınca olacakları kestirmek de kolay değil. Ne acı örneklere şahidiz.
Bizdeki yaygın dans, daha çok folklor ile ilintili. Harmandalı, çayda çıra, zeybek (hatta kolbastı bile) izlerken güzel ama düğün-dernek dışında ortamı yok. Zaten yeni nesil düğünlerde transa girmişçesine halay çekenler de (en azından son denk düştüğüm düğünlerde) yok artık. Küçükken topuğu kırmadan duramayan halaycı teyzeler vardı oysa. Kan-ter içinde kalır, bir yandan da menzillerine giren herkesi piste çekebilmek için insanlık dışı hallere girerlerdi. Düğünler nice hanımefendi, beyefendiyi madara etti…
Düğün demişken yeni nesil dertlerden biri de nikah sonrası gelinle damadın ilk dansı.
Bir an önce takıyı takıp yemeğe geçme derdindeki davetlilerin karşısında yapılacak, izleyenlerin ertesi gün hatırlamayacağı hepi topu 3 dakikalık bir dans için aylarca kursa gitmek sıradışı değil artık.
O performans dosta düşmana karşı bir meydan okuma adeta. Ve sandığınızdan çok daha önemli. Aylarca süren kurs ve provaya rağmen düğünde icra edemediği dans yüzünden tartışıp ayrılmanın eşiğine gelen arkadaşlarım bile oldu.
Gerilim içinde dans etmek
Bu yazıyı yazma sebebim Youtube’daki kazı çalışmalarım sırasnıda karşıma çıkan bir video oldu.
İzlediğim kayıt büyük ihtimalle bir dans kursunun temsili ya da toplantısıydı. Tam kestiremesem de icra edilen dansın bir tango türevi olduğunu sanıyorum. Seyrederken keyif almak bir yana gerim gerim gerildim. Zaten dans edenler de pek keyif alıyor gibi değildi.
Tango, Latin Amerika’dan çıkmış ateşli bir dans. Tek başına olmuyor. İlla çift olacak. Kadın ile erkeğin gel-gitlerle bezeli bir kur eşliğinde kaynaşmasını temsil ediyor. Ama (sadece bu örnekte değil neredeyse tamamında) seyrettiğim bütün örnekleri şehvet ve çoşkudan çok adım saymak, bir sonraki figür için pozisyon almak derdindeydi. Dayanılmaz bir stres. Bu endişeli ve gergin ruh hali olayı bir şölenden çıkartıp ritmik jimnastik gösterisine çeviriyordu (herkesin hobisine, çabasına saygım var. Sonuçta güzel bir şey için uğraşıyorlar).
Biraz seyredince ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
Dans etmeye cüret edemeyen biri olarak böyle şeyler görünce iyice geriliyorum. Sanki hatalı bir adımda Tango Denetleme Kurulu Müdahale Timi yakana yapışıp gözaltına alacak. Dans ederken bile eğlenemeyeceksek ne anladım bu işten? İlk çıktığı 1800’lerde Latin Amerika köleleri tango yaparken bu kadar gergin miydi dersiniz? Hiç sanmıyorum.
Filmlerdeki kadar doğal ve rahat olamıyor belli ki bu mesele.
http://www.youtube.com/watch?v=KXCiLub8DZg
Film demişken aklıma geldi. Dans etmek kimi zaman “başlarım ulan ortamınıza!” tarzı bir tepkinin de yansıması olabilir.
http://www.youtube.com/watch?v=FRG_wtRD6ak
İnsan en azından üç dil; hiç yoktan birkaç figür bilmeli şu hayatta.
Görüşlerinizi paylaşın: