Tarihe bıraktığımız izler

Tarih artık yazıyla değil, dijitalleşmeyle başlıyor. Ekranlardan ulaşamadıklarımızın belleğimizde yeri yok.

Pek çoklarının yaşadığımız dönemin öncekilere göre ne kadar farklı olduğunun farkında olduğunu sanmıyorum. Değişimin hızı, gündemin bolluğu, hayat telaşı derken çoğu zaman bizi anı gözlemleyemiyoruz bile.

Tarih, kayıtlara geçebilen şeylerden ibarettir

Tarih özünde yazıyla başlar. Yani bize ulaşabilen, kuşaktan kuşağa aktarılabilen haliyle vardır. Daha geride kalan kısmını da bilim bize gösterir. Üstüne not düşülmemiş olsa da bir kemiğin kaç bin yıllık olduğunu, bir kalıntının hangi dönemden geldiğini, neler görüp geçirdiğini böyle anlarız.

Doğamız gereği yakın tarihle daha ilgiliyiz. Bronz çağındaki gelişmelerden çok doksanlı yılların pop şarkılarından heyecan duymamız biraz da bu yüzden. Kendimizle özdeşleştirebileceğimiz, gözümüzde canlandırabildiğimiz, yaşadığımız ya da bir şekilde ‘görebildiğimiz’ şeylerle ilgiliyiz.

Görebildiklerimiz…

Türkiye Cumhuriyeti tarihini milat alınca akla gelenler nedir mesela? Cumhuriyetin ilk yıllarından devrim kareleri, birkaç lider fotoğrafı. Sonra arada dev bir boşluk. Ve ardından darbeler, çatışmalar, seçimler, liderler…

Radyo ve televizyonların kayıtlara geçirip bugünlere ulaştırabildiği şeyler yani. Yoğunlukla 60’lı yıllar ve sonrası.

Bayram görüntülerini, seçim konuşmalarını, siyasi gerilimleri, Kıbrıs çıkarmasını, eylemleri, darbeleri, cuntanın radyo ve tv anonsları, asılan Başbakanımızı ve 34 cana mal olan kanlı 1 Mayıs gösterilerini başka nasıl öğrenir, akılda tutardık kayıtlar olmasa?

http://www.youtube.com/watch?v=QqAL5tEC3To

Deniz Gezmiş’in son mektubu mesela. Evlat sahibi bir insanın unutması mümkün müdür onu? Her ne ideolojiden olursa olsun bir fikre bağlanan herkes için ilham ve umut verici değil midir ipe giden 25 yaşında bir idealist gencin elinden çıkan o satırlar?

Baba,

Mektup elinize geçmiş olduğu zaman, aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben, ne kadar üzülmeyin desem, yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat, bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum. İnsanlar doğar, büyür, yaşar ve ölürler. Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde, fazla şeyler yapabilmektir.

Bu nedenle ben, erken gitmeyi normal karşılıyorum. Ve kaldı ki, benden önce giden arkadaşlarım, hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de etmeyeceğimden şüphen olmasın.

Oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir.

Bu yola bilerek girdi. Sonunda da bu olacağını biliyordu.

Seninle düşüncelerimiz ayrı ama, beni anlayacağını tahmin ediyorum.

Cenaze için, avukatlarıma gerekli talimatı verdim. Ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara’da 1969’da ölen arkadaşım Taylan Özgür’ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi İstanbul’a götürmeye kalkma.

Annemi teselli etmek sana düşüyor. Kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et. Onun bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki, bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir.

Son anda, yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni, annemi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım.

Oğlun Deniz Gezmiş

Hiçbir cana kıymadan üniversite öğrencisi bir insanın bir dönem ipte sallandırıldığını bu mektup, o mahkeme kayıtları, gazete arşivleri, siyah-beyaz fotoğraflar olmasa nasıl hatırlardık? Başbakanını asan bir ülkede yaşadığımızı, darbe yapabilmek için dümenler çevirmiş komutanları, onları alkışlayan halkı? Kurşuna dizilen köylüleri, yakılan köyleri? Tespihlere boncuk niyetine dizilen asker kulaklarını?

Bir dönem şiirler, ağıtlar, şarkılar, türküler tarihsel bellek rolünü üstlenmek istemiş ama pek etkili olduklarını söyleyemeyiz. Üstelik bazılarını tersinden anlamışız; ağıtlarla göbek atar, eğlenir olmuşuz.

‘Revolution will be televised’

Yorumlamayı bilemem ama yaşama şekli açısından bugünün dünden belirgin bir farkı var. Artık her şey bir şekilde, bir yerlerde, farkında olarak ya da olmadan kayıtlara geçiyor. Bu konuda en hevesli taraf devlet. Gerekçeleri de günden güne artıyor. Gel gelelim kullandığı yöntem çok hassas; bazen kendiliğinden yok olabiliyor kayıtlar.

Ama bir yandan da biliyoruz ki artık herkes, her şeyi gözlüyor, yazıyor ve kaydediyor. Bugün çoğunlukla eğlence için kullandığımız internet araçları farkında olmadan tarihimizin dijital kayıtlarını oluşturuyor. Bütün bu yazılımlar, donanımlar, hizmetler, geleceğin dijital arkeologlarının ören yerlerini hazırlıyor.

Yarınlardan bugüne bakanlar Youtube kayıtları, Twitter mesajları, forum tartışmaları, gazete haber siteleri, Facebook paylaşımları ve bunların algı yorumlamasından pek çok bilgiye erişecek. Bunların toplu olarak derlenip, tasnif edilip, yorumlanmasıyla bugünün kodlarını çok daha iyi çözebileceğiz. Hatta belki geleceği bile tahmin edebileceğiz.

Bu dönemden itibaren geçmişi (sadece) resmi kayıtların kurgulanmış gerçeklerinden değil, gerçek anlamda toplumsal belleğin süzgecinden okuyabileceğiz. Belki de bugün elimizdeki gücün ancak o zaman gerçekten farkına varabileceğiz.

Çok değil; 20 sene öncesine bakabilmek için elimizdeki seçenekler (çoğunlukla) ‘tarama yapılamayan’ tozlu gazete TV ve dergi arşivleri (girebilirseniz), kitaplardan okuyabileceğimiz ve yaşayanlardan dinleyebileceğimiz silik, soluk anılar.

Tarihin yazılı olma şartı, artık dijitalleşmeye dönüştü. Çoğumuz için dijitalleşememiş içerik, var olmamakla eşdeğer. Belleğimiz dijital içerikle başlayıp bitiyor. Oysa bilginin hala ne kadar az kısmını dijitalleştirebildiğimizi bilsek, üzülürdük.

Örneğin Türk siyasi tarihinin en önemli olaylarından biri olan şu suikast girişimi bugün olsa? Veri miktarını şu an elimizde kalanlarla mukayese edebilir misiniz?

http://www.youtube.com/watch?v=URp4iF-NdUQ

Osmanlı dönemindeki Marmara depremleri haberler içinde bir küçük satırdan ibaret. Gözümüzde canlanmıyor bile. Oysa artık doğal afetlerden halk ayaklanmalarına her şey, her an, dört bir koldan kayıt altında. Bugünün gelişmelerini hava, para durumundan tutun genel ruh hallerini yansıtan mikro-blog mesajlarının analizlerine kadar uzayan, binlerce farklı parametre yardımıyla geleceğin herhangi bir anında okumak mümkün.

Her anımızdan biraz daha haberdar olduğumuz ve hakkında bu kadar çok veri ürettiğimiz bu çağ, geçmişin izlerini eşelemek isteyenler için sonsuz oyuncaklı bir çocuk bahçesini andırıyor.

‘Gerçek orada bir yerlerde’.

Yorumlar

3 yanıt

  1. adnan avatarı

    Eskiden sudan sebeblerle adam asıyorlardı ve adalet yok etmekle gelmez. Çözüm üreten siyasilere ihtiyac var.

  2. Emre YILMAZ avatarı

    Saygılar abi,
    Gerçekler bazen yüzlere vurulduğunda can sıkıcı olabiliyor, yazını okurken birkez daha düşündüm ve bu gerçekler fazlasıyla canımı sıktı. Hani öfkeden, kaçmak isteğinden falan değil. Sadece, sadece bu kadar geniş bir tarih mevcut fakat herkes aynı dönemlerinde aynı şeyleri yaşıyor. Geçmiş görülmediğinden bırak geleceği, anımızı yaşayamıyoruz daha iyi şekilde. Dediğin olaysa, hani gelecekte bu yazılarımız büyük kaynak oluşturacak söylemi, yine kar etmeyecek gibi duruyor. Diyorsun gerçek orada bir yerlerde ama üstü kapalı gerçekleri görmekte ne kadar gafil kaldıysak artık ve yanılsamalar dolandıysa gözümüze ne derecede, artık yalanlarda görünmüyor gibi.
    Geçmişin değerini hatırlattığın için teşekkürler…

  3. Musa avatarı

    gerçekten adnan bey doğru bir sö söylemiş.

Görüşlerinizi paylaşın: