Optimus Tactus ve klavye sanatı

Art Lebedev Stüdyosu’nun ses getiren konsept tasarımları arasında en ilgi çekici ürünü şüphesiz Optimus. Dünyanın en pahalı ve yetenekli klavyesiyle tanışın.

Art Lebedev Stüdyosu yıllardır ibret ve hevesle takip ettiğim bir tasarım ofisi. Moskova’daki keyifli ortamlarından istikrarlı bir şekilde dünyanın ağzının sularını akıtan şeyler yaratıyorlar.

Bunlardan birisi de Optimus klavye. Çıkış mantığı benim de zamanında hep düşündüğüm bir şeydi. (şaka gibi ama ‘şerefsizim aklıma geldiydi’). Ama benim çıkış noktam OLED’li klavye değil Alman kökenli Das Keyboard idi. Das Keyboard’un mantığı tuşlarının üstünde hiçbir işaret olmaması (129 dolar).

Tam bu anda bir şeye değinmem gerek. Ben gazeteciliğe başladığım 1994 yılında F klavye diye bir şeyle tanıştım. O zamana kadar Sinclair, Atari, Amiga, Commodore gibi bilgisayarlarda standart QWERTY ile gün geçiriyordum.

Ama gazetede (mecburen) F (‘ef’ değil, f) klavye öğrendim. Artık gazetelerde bile Q klavye kullananlar var. O zamanlar öyle değildi ama.

Tuş sanatını öğrenelim

F klavye insanın yazma hızını o kadar arttırıyor ve harf dizilimi yüzünden o kadar rahat ettiriyor ki vazgeçmem mümkün olmadı. Ne var ki bütün bilgisayarlarım Q klavye. Ama tuşları ezbere bildiğim için klavye düzeni işletim sisteminde F olarak tanımlı. Yani sizin QWERTY bastığınız yerde bende FGĞIO çıkıyor. Çok uzattım; konu bu değil oysa ki.

Özetle benim için tuşların üstünde yazan sembol, harf ve rakamların hiçbir anlamı yok. Das Keyboard mantığı da böyle. Üstelik nicedir unuttuğumuz klikli sistem kullanıyor. Böyle bir klavyede yazı yazmanın keyfini tatmayan bilmez; tadan unutamaz.

Optimus’un ilk konseptinde tuşların içinde mini OLED ekranlar bulunuyor. Böylece örneğin bir oyun oynarken oyunun kullanmadığı bütün tuşlar kapanıyor, ilgili tuşlarda da mesela oyundaki silahların sembolleri ya da o oyunun komutları çıkıyor. Ya da Photoshop çalışırken sadece ilgili semboller tuşlarda beliriyor, gerisi kararıyor.

Optimus’un yeni konsept klavyesi Tactus ise işi bir adım daha öteye götürerek tuşları da kaldırıyor. Yaptığınız işe göre sanal klavye çıkıyor. Ya da sanal bir kutu, palet, ikon, bilmem ne beliriyor. Mucizevi bir şey! Yukarıdaki resimden daha iyi anlayabilirsiniz. Aynı klavyenin bir saniyede ne kadar farklı şekillere gelebileceğine dair etkili bir örnek.

Gerçi 1,237 euro etiketiyle Optimus Maximus bile yeteri kadar pahalıyken Tactus neye gelecek tahmin bile edemiyorum. Ama teknolojiye bir kerelik hoyratça harcama yapma şansım olsa, kesinlikle bunu alırdım…

Böyle bir şeyi herhalde benim yerime yaratıcısı Art Lebedev’in ağzından üstelik yanında Veronica varken dinlemek daha güzel olmalı:

Optimus Tactus keyboard ve Art Lebedev’in mucizeler dükkanı.


Yayın Tarihi:

Kategori:


Yorumlar

5 yanıt

  1. bloggErdal avatarı

    klavyeye bir diyecek yok da.blog bu hızla giderse yanda RSS akışı bulunan Yahoytu gölgede bırakır.şimdiden söyleyeyim 🙂

  2. AoRGuN avatarı

    Vay canına 🙂

  3. eFe avatarı

    klavyeler şam şeker olmuş da biz bunu Türkiye’de nereden edinceğiz böyle ürünler satan bir site biliyorum ; bibakim.com..

    Başka bir yer var mı acep ?

  4. Uğur Önder Bozkurt avatarı

    Optimus Maximus’a bile fitim. Dümdüz olmasına gerek yok. (ilk gördüğümden beri hayalimin klavyesi zaten)

  5. Serkan Alemdar avatarı

    15 yıldır böyle bir teknolojinin çıkma olasılığını hissediyor ama -o zamanlar- ne olduğunu tam olarak tarif edemiyordum. Şu an tanımlanabilir durumda.

    İlk olarka klavye müthiş evrensel bir olay. Yani demirbaşın ötesinde bilgisayar/mobil zamazingo sahibi herkesin içgüdüsel olarak hakim olduğu bir “uzuv”. Hatta faresiz yapabilirken klavyesinin yapamazsınız. Şöyle ki klavyenin takılı olmadığı bir PC’de “Keyboard not detected. Press F1 to continue” gibi bir gerçekle karşı karşıyayken…

    Tapılası bir totem olarak görülebilir kolaylıkla. Elimin altından işlevsel ve ergonomik olarak bir ton klavye geçmiştir. Logitech’in herhangi bir klavyesi, Microsoft’un standart dizilimli klavyeleri, A4 Tech’in güzel çabaları ve Creative Prodikeys-PC Midi derken, iyi bir klavyenin nasıl olması gerektiğini hissedecek kadar refleks vizyonum oluşmuş durumda. Ergonomi, ekonomi ya da fiyat / performans kavramlarını özümsemiş bir PC kullanıcısı olarak (Mac için fiyat/performans söz konusu değildir) klavyenin her türlü saygıyı hak eden bir tür yaratık olduğunu iddia edebilirim. Hatta dokunmatik ekranlardan bile daha işlevseldi (multi-touch screen çıkmadan önce). Çünkü kolunuzu kaldırıp, parmağınızı ve elinizi sağa sola savurarak seçenekleri işaretlemek yerine, daha az zaman kaybettiren klavye-mouse ikilisinin kısayollarıyla hayatınız daha kolaylaşacaktır. Sadece parmak ve milimetrik bilek hareketleriyle… Herneyse.

    Konunun bir hayli dışına çıkmış gibi gözüküyorum sanırım. Ama neyden bahsettiğimi bildiğimi anlatmak amacıyla lafı bu kadar uzattım. Hah! Neydi o? O.. Yüzküsür OLED ekrancıklı klavyeler. Optimus’un muhteşem gözüken buluşu/oyuncağı Mayıs 2007’de fantastik bir ürün olarak piyasaya duyuruldu. İlk gördüğümde “vay anasını bunu da yaptılar ha?” dedim. Ardından “ne gereği varki?” ve “zengin oyuncağı” ya da “diyelim para veririm ama sonra?…” İçimde buruk bir hüzün oluştu. Önümdeki ve geçmişteki klavyelerimi düşündüm. Klavye basit bir alettir. Yeterince uzun süre kullandıysanız artık ona “bakmak” gibi bir ihtiyaç duymazsınız. 10 parmak kurslarına gitmenize gerek yoktur. Hatta ünivesitede 7 sene zaman geçirdikten sonra bile vatani görevinizi 15 ay gibi bir sürede tamamlıyorsanız -ki büyük ihtimalle Bl.Yzc. sıfatı altında- geyik muhabbetine kahkahalar savururken hala daha parmaklarınız sizden bağımsız hareket ediyor ve düşündüğünüz herşeyi o bakmadığınız ekrana yansıtıyordur.

    Hadi fare-mouse bir yere kadar da klavyede oled ekranın ne işi var? O 100- 110 adet, 1 cm²’lik alanda renk veya parıltı görmek neyi ifade edecek? Oyunlarca kullanmadığınız tuşları görmemek ne kazandıracak? Zaten oyuna kafayı takmış bir insan gene klavyeye bakmayacaktır. Virtüöz müzisyen gibi gözleri amaca odaklı, tuşları sadece “hissedecektir”. 1500€ / 2200$ gibi bir parayı normalde bakmadığım ve durduk yerde acayip şeker bir şekilde parıldayarak dikkatimi dağıtacak, şapşal bir klavyeye niye vereyim şimdi? Kaldı ki ben bu mesajı o zamazingo çıktan 4 sene sonra yazıyorsam, yani hala daha ucuzlamayıp (biraz önce sitesine baktım) hala yaygınlaşmayan bir teknolojik oyuncakla niye ilgilenelim? Tabi şöyle bir problem var; yorum yazdığın yazının aslında 2008 senesine ait olduğunu henüz farketmem, gecenin bu vaktine kadar çalışmanın ne tür dezavantajları olduğunu da bir hayli vurguluyor. Hmmm. Farketmez. İlk çıktığında da aynı şeyleri düşünmüştüm. En azından haklı olduğumu farkettim. Umarım yorumu buraya kadar okumamışsınızdır. Gerçi çok geç oldu ama yapacak bir şey yok. Sabrınız için teşekkürler.

Görüşlerinizi paylaşın: