Ne kadar sık yazmalı?

Okumayı-yazmayı hep sevdim. 1996 yılından bu yana periyoduna göre gazete ve dergilerde haftalık, aylık sayfalar hazırlıyorum. Bu bir iş. Karşılığında para alıyorum. Benim gibi işi yazmak olan insanların yazdıklarını okumak için  okurlar da gazete ve dergilere para veriyor. Dolayısıyla ticaretin gerektirdiği bütün kriterler bu sürecin içinde. Yazar – okur – reklamveren ilişkisi bunlardan sadece biri.…

Okumayı-yazmayı hep sevdim. 1996 yılından bu yana periyoduna göre gazete ve dergilerde haftalık, aylık sayfalar hazırlıyorum. Bu bir iş. Karşılığında para alıyorum. Benim gibi işi yazmak olan insanların yazdıklarını okumak için  okurlar da gazete ve dergilere para veriyor. Dolayısıyla ticaretin gerektirdiği bütün kriterler bu sürecin içinde. Yazar – okur – reklamveren ilişkisi bunlardan sadece biri. Basını kapsayan kanunlarla tekzip, sansür, para ve hapis cezası gibi birçok hukuki düzenlemeyi de unutmayalım.

Blog ise apayrı bir şey.

Bilginiz ve niyetiniz varsa bedava ya da ücretli çözümlerle bir varsayıma dayanmakla beraber dev medya kuruluşlarıyla aynı kitleye bir blog sayesinde ulaşabilirsiniz. Bu denkliği radyo, televizyon, gazete, dergi ya da başka bir geleneksel mecrada hayal bile etmek mümkün değil.

Blogcunun kişi, kurum ya da markalara eyvallahı yoktur. Bence olmamalıdır. (Elbette burada Türkiye’de pek örneği bulunmayan ticari-kollektif bloglardan değil; kişisel bloglardan bahsediyorum)

Örneğin benim için bu blog gazetede, dergide yazamayacağım, radyoda, televizyonda konuşamayacağım şeylere dair bir arka bahçe.

Blogun gazete sayfasından bir diğer farkı da periyodik olmaması.

Medyanın her mecrasında her şey önceden belirlenen bir periyodda yayınlanmak zorundadır. Onun için para veren okur, reklamveren, sponsor vardır…

Okur tarafında belki de hiç düşünülmeyen şey, yazarın hayatında her zaman yazacak bir şey olmadığıdır. Kimi dönemler sıradandır. Bırakın yazmayı, konuşmaya değer bile bir şey olmaz. Ama o köşe, sayfa,  dolmak zorundadır. İçeriği boş yazıların, radyo ve televizyon programlarının en büyük sebebi de budur.

Teknolojiyle ilgili yazdığımdan dolayı ben bu tip bir sıkıntıyı neredeyse hiçbir zaman yaşamadım. Ama 40 yıldır neredeyse her gün köşe yazanların her seferinde dolu dolu yazmasını nasıl beklersiniz?

Yurtdışında; özellikle batıda bizdeki anlamda köşe yazarı yoktur. Belirli konulardaki uzman yazarlar, yazmaya değer bir şey olduğunda yazar. Ama ilginç bir tezat olarak bizde okurlar takip ettikleri yayınları yazarlarına göre seçer.

Unutturduğumuz esas konumuza dönelim.

Mecburiyetten yazmak işkencedir.

Yüz binlerce blog zaten her gün milyonlarca sayfa içerik üretiyor. İnternet nüfusunu besleyen yeteri kadar kaynak var. Blog denilen şey periyodik bir yayın değildir. Aklınıza güzel bir şey gelmiyorsa ya da aklınıza gelen şeyi o an hakkıyla yazamayacaksanız, bırakın kalsın. Sık yazma adına boş boş şeylerle doldurmaktan iyidir.



Yayın Tarihi:

Kategori:


Yorumlar

5 yanıt

  1. Caner Onoglu avatarı
    Caner Onoglu

    http://taraf.com.tr/makale/7966.htm

    Sevan Nişanyan yukarda linkini verdiğim yazısında bu soruya cevaben şöyle diyor:

    “..Söylemek için yanıp tutuştuğun bir söz varsa yaz, yoksa yazma. Söylediğin her sözün YENİ (daha önce söylenmemiş) bir söz olmasına dikkat et. İster dünyanın sınırlarından söz et, ister dün yediğin patatesten, farketmez. Daha önce hiç kimsenin söylememiş olduğu TAZE bir şey söyleyebiliyor musun, ona bak.”

  2. Mea avatarı
    Mea

    “Örneğin benim için bu blog gazetede, dergide yazamayacağım, radyoda, televizyonda konuşamayacağım şeylere dair bir arka bahçe.”

    Bu bağlamda belki ilginizi çekebilir: Birçok yayın kuruluşu gazeteci ve çalışanlarının sosyal ağlarda faaliyetleri için genel ilkeler tayin ediyor.
    BBC: http://www.bbc.co.uk/guidelines/editorialguidelines/advice/personalweb/
    Washington Post: http://paidcontent.org/article/419-wapos-social-media-guidelines-paint-staff-into-virtual-corner/ (temel ilke: Post gazetecisi her zaman Post gazetecisidir)
    NYTimes: http://www.poynter.org/content/content_view.asp?id=157136
    (gazeteye yazmayacaklarını yazmamalılar, FB arkadaş seçiminde dikkat: politika muhabiri hem Obama, hem Cain sayfalarına katılmalı)
    Wall Street Journal: http://beatblogging.org/2009/05/14/wsj-looks-to-the-past-for-new-social-media-policy/
    AP: http://www.wired.com/images_blogs/threatlevel/2009/06/apsocialnetworkingpolicy.pdf (FB, twitter’a katılmaları teşvik ediliyor, AP çalışanları olduklarını belirtmeleri gerekiyor, dahili bilgiler vermeleri yasak, politik yorumlar veya tartışmalı konulardan uzak durmaları tavsiye ediliyor.)
    Bloomberg: http://www.businessinsider.com/bloomberg-lps-insane-twitter-rules-for-employees-2009-5

  3. Abdullah Özgün avatarı

    Benim de uzun zamandır rahatsız olduğum bir meseleydi. Bu yüzden köşe yazılarına çok temkinli yaklaşıyorum ve genelde gözüme çarpan birkaç cümle, yazının okunabilir olup olmadığını belirliyor, ona göre devam ediyorum. Bu konuyu dile getirmenize sevindim. Ama aslında bunu blogunuzda değil, gazetenizdeki köşede yazmanızı beklerdim.

  4. Burak Özdemir avatarı

    Son cümle cuk diye oturmuş yerine :).

  5. […] Ser­dar Kuzuloğlu’nun bir yazısı duygu­lara ter­cü­man oldu: Ne kadar sık yaz­malı? “Mecburiyet­ten yaz­mak işkencedir” diyor özetle. Pazartesi, 23 Kas 09 • blog […]

Görüşlerinizi paylaşın: