M. Serdar Kuzuloğlu

Mikroplarla beslenmeye hazır mıyız?

Giderek daha az sayıda insanın faydalanabildiği türden bir ayrıcalığa dönüşen “sağlıklı beslenme” birçok alternatif girişimin doğmasına ilham aynağı oluyor.

Rob Rhinehart, aklına gelen bir dijital projeyi hayata geçirmek için 2013 yılında üç arkadaşıyla eve kapanır. Harıl harıl çalışan dört kafadar, bir süre sonra ne kadar sağlıksız; hatta zararlı şeylerle beslendiklerini fark eder. Sağlıklı bir öğün hem zahmetli bir çabaya hem de zamana muhtaçtır ve ekibin böyle lüksleri yoktur.

Durum dayanılmaz hale gelince Rhinehart projeyi durdurur ve sadece onlara has olmadığından emin olduğu bu derde odaklanır. Sağlıklı ve dengeli beslenme için gereken temel bileşenleri listeler ve bunların kaynaklarını araştırır. Ardından bu gereksinimi yemek hazırlama, sofra kurma ve dahası yeme” ihtiyacı duymadan nasıl karşılayacağını düşünmeye başlar. Bir yazılımcı mantığıyla bakınca bir şeyler yemenin amacı vücudumuzun ihtiyaç duyduğu vitamin ve mineralleri almaktır. Dolayısıyla “yemek” nihayetinde sadece bir araçtır. Farklı bir yöntemle aynı sonuca varılıyorsa, bu yeni bir “ürün” anlamına gelecektir.

Sonuçta ortaya 39 bileşenden oluşan bir “sıvı gıda” çıkar. Toz formundaki özüt, suyla karıştırılıp içildiğinde günlük ihtiyacı tam da olması gereken oranda karşılar. Gıdanın takviyesi, gıdanın kendisi haline gelir.

Bu dört beslenme tembeli, birkaç hafta boyu denedikleri bu kokteyli ürüne dönüştürmeye karar verir. Ne var ki bunun için gereken 100 bin dolar sermayeden mahrumdurlar. Destek bulma umuduyla kitle fonlama platformu Tilt’te bir sayfa açılır. Dünyanın dört bir yanından gelen katkılarla ana sermaye 24 saat içinde toplanır. Kampanya sonunda toplanan fon 10 milyon dolara ulaşır. Ekip 1,5 milyon dolarlık ön sipariş almıştır! Büyüme kokusunu alan yatırım fonları 100 milyon değerleme üzerinden pay kapma yarışına girer.

Haftalık 65 dolar karşılığında beslenme “sorununu” çözmeyi vaat eden bu iksire olabilecek en manidar isim verilir: “Soylent”. İlham kaynağı Harry Harrison’ın 1966 tarihli bilim-kurgu romanınıdır. Hikayenin geçtiği hayali gelecekte herkes beslenme ihtiyacını (soya ve mercimekten yapıldığı söylenen) “soylent” adlı bir yeşil kraker ile gidermektedir. Ancak işin aslı pek de göründüğü gibi değildir. (Bu romandan uyarlanan 1973 yapımı “Soylent Green” adlı film, zihnimde en çok yer eden yapımların başında gelir). İsmi neden “manidar” bulduğumu da yazmak isterdim fakat eseri okumamış ya da filmi izlememiş olanlar için yüreğime taş basıyorum.

Soylent, kısa süre sonra “Open Soylent” adlı bir sitenin ilham kaynağı oldu. Bu platformda herkes kendi karışımlarının formülünü karşılıksız paylaşıyordu. Hepsi de geleneksel tedarikçilerden temin edilebilir bileşenlerden oluşuyordu.

2023 yılında “Starco Foods” tarafından satın alınan Soylent hem ürünü hem de yaklaşımıyla her zaman tartışmaların odağı oldu. Beslenmenin sadece karın doyurma ile ilgili olmadığından, bu yöntemin bizzat sağlıksız beslenmenin bir türü olduğuna kadar sayısız itiraza rağmen varlığını hala sürdürüyor.

Doyurucu mikroplar

Öte yandan beslenme ihtiyacı bugün çok daha karmaşık sorunlarla boğuşuyor. Ultra işlenmiş gıdalar, sağlıksız katkı maddeleri, pestisit kalıntıları, ağır metaller, mikroplastik tortular işin sadece bir yüzü. Diğer tarafta iklim krizinin etkileriyle maliyeti giderek yükselen süreçler var. Üretim ve tüketimde oluşan israf da cabası. Uzayıp giden bu liste, 10 milyara koşan dünya nüfusunun artan beslenme ihtiyacını karşılamak adına yeni çözümler ve girişimler için yeni fırsatlar doğuruyor. Beslenme alışkanlıklarını değiştirmenin dışındaki en büyük zorluk, yeri alınan besin kaynakları kadar lezzetli ve bol miktarda üretim yapabilmekte.

Buna yönelik fikirlerden biri alternatif protein kaynağı olarak mikroorganizmaları kullanmak. Temel hedef, et, süt ve yumurtanın yerini alacak “mikroplar” geliştirmek. Şu an bakteri, maya, mantar, yosun ve benzeri mikroorganizmalardan gıda üretme konusunda çalışan 80 farklı girişim bulunuyor. En popüler üyelerinden biri, (2023 yılının Ocak ayında değindiğim) bakterilerden protein tozu üreten Finlandiya merkezli “Solar Foods”.

Solar Foods ana bileşen olarak şeker tüketmeyen ve fotosentez yapmayan doğal bir bakteriyi seçmiş. Üretimin yapıldığı fabrika, atmosferden karbondioksit çekerek güneşten ürettiği elektrikle su moleküllerinden hidrojen atomlarını ayrıştırıyor. Fermantasyon tankında hidrojen, karbondioksit, kalsiyum ve fosfor gibi bileşenlerle çoğaltılan mikroplar pastörize edilip kurutuluyor. Böylece ortaya “Solein” adını verdikleri mantar benzeri ve yüzde 75 protein içeren gıda çıkıyor. Solein halihazırda birçok restorandaki yemeklerde; hatta süt yerine dondurmalarda kullanılıyor.

Benzer bir çaba, Britanya / Birmingham Üniversitesi’nde yürütülüyor. Onların hammaddesi ise deniz ve okyanusların bitki örtüsü olarak nitelendirebileceğimiz algler. Bu çalışmada  “Chlorella vulgaris” adlı tek hücreli bir yeşil alg, laboratuvar ortamında çoğaltılarak un ikamesine dönüştürülüyor. Besleyicilik adına bir eksiği olmasa da farklı tadı ve üretilen ekmeklerin “yeşil” olması gibi zorlayıcı koşulları var.Beslenme bahsinde muhafazakar damaklardan değilim. Yine de “yemek” denen şeyin “karın doyurma” ile kısıtlanması benim için büyük bir feragat. Bu tavır, sağlıklı beslenebilen mutlu azınlıktan olmanın şımarıklığı da olabilir. Fakat güzel bir sofrada, sevdiklerimle beraber, lezzetli bir yemeği her zaman tercih edeceğimi biliyorum. Belki bu ihtiyaç da ayrı girişimlerin ilham kaynağı olur.

(07 Şubat 2025 tarihli Oksijen gazetesi yazım.)



Yayın Tarihi:


Yorumlar

2 yanıt

  1. Selçuk avatarı
    Selçuk

    Patagonyadan okundu ve beğenildi.
    Slds
    Selçuk.

  2. Enes Inceoz avatarı
    Enes Inceoz

    Amirim elinize sağlık, her zamanki gibi üzerine düşündürten bir yazı olmuş, ben de bu yazınızın üzerine geçtiğimiz yıl ODTÜ’ de aldığım ESS504 kodlu Environment, Society and Technology adlı Dr. Kürşad Tosun hocanın dersinin bir haftasında Dr. Melike Kuş hocanın yaptığı sunumu anımsadım ve o sunumu buldum, dilerseniz sizle de paylaşabilirim.

    Sunumda, hocanın da bir parçası olduğu Nature Conservation Center’dan (https://dkm.org.tr/en) bahsederek başlayan Melike Hoca, tarım arazilerinin korunması için birçok koruma yaklaşımından söz etti. Bunlar; Conservation Agriculture, Organic Farming, Agroecology, Agroforestry, Ecosystem-based Adaptation, ve Climate Smart Agriculture idi (Not: Kronolojik olarak sıraladım).

    Ecosystem-based Adaptation’da (Ekosistem tabanlı adaptasyon), toprağın altında ve üstündeki bioçeşitliliğin (mantar, bakteri, biyolojik ve kimyasal süreçler, vb.) korunmasına değindikten sonra, windbreaker denilen, tarım arazilerinin etrafındaki şiddetli rüzgarlardan ve beraberinde getirdiği toz ve diğer zararlı parçacıklardan ürünleri korumak için tarım arazisinin etrafına farklı yüksekliklerdeki ağaçların ekilmesinden ve rüzgarın penetre edememesinden söz etmişti.

    Bunun yanı sıra bir digital framingden söz eden hoca, Konya Ereğli, Kulu, Cihanbeyli pilot bölgesindeki çiftçilerle bir çalışma yürüttüklerinden söz etmişti, bu çalışmada tarım arazilerine konulan vericilerle düzenli olarak çiftçilere telefon yoluyla birçok değerli ve tarımdaki verimi artırabilecek bilgiler aktarılmaya çalışılmış. Bunlardan bazıları; tarladaki terleme-buharlaşma oranları, topraktan kaybolan su miktarı, ay bazında tarlaya dekar başına düşen yağış miktarı, haftalık bazda sıcaklıkların ürünlerin yetişmesi için verim oranları gibi kıymetli bilgilerdi.

    Ben de sayenizde bu bilgilere tekrar balıklama dalmış oldum, teşekkürler amirim!

Görüşlerinizi paylaşın: