Hastaneleri, doktorları, tedavi süreçlerini sevmem. Sadece ilaçla kontrol edilebilecek iki kronik hastalığım olmasına rağmen ilaç kullanmam. Sebebi çocukluk hatıraları olsa gerek.
Bugünkü halime bakınca inanması zor gelebililr ama çocukluğumun bir bölümü zayıflığın en ileri sınırında geçti. O yıllardan aklımda en net kalan şey hastalıklardı. Dirençsiz vücudum sürekli hasta olurdu. Aklınıza gelen her türlüsüyle boğuştum. Bütün aşıları oldum, ilaçları yuttum, iğneleri tattım. O kadar zayıftım ki kemiğim kırılıyor ve aylarca iyileşmiyordu. Onu düzeltmenin hediyesi beni hayatımın kalan kısmında hep boynu bükük bırakacak kilolarım oldu.
Hastalıklardan nefret etmek için bir ‘kalıcı’ sebep daha…
Geçen hafta Pazartesi günü Sosyal Medya‘nın 17. bölümünün çekiminden sonra gribin geleneksel sinyalleri peşpeşe gelmeye başladı. Randevularımı iptal edip evde dinlenmeye çekildim. Hiçbir işe yaramadı. Ciddi bir sinüzit ve tansiyon atağıyla öyle bir hale geldim ki gözümü acil serviste açtım.
Bu dinlenme boyunca uzun zamandır elimin gitmediği 2 kitabı bitirdim (Steven Johnson / Where Good Ideas Come From ve Chris Guillebeau / The Art of Non-Conformity) ve 10’dan fazla film izledim.
Bunlardan biri de Jason Reitman’in Up in the Air‘di.
Filmde bir dönemki yaşamıma dair çok ayrıntı buldum. Ama bir sekans ayrıca dikkatimi çekti. Paylaşmak istedim (yani şu ana kadar okuduğunuz her şey bu kısacak alıntı içindi. Pişman değilsiniz umarım?).
Hayatı uçaklarda ve otellerde geçen (ve bundan fazlasıyla memnun olan) Ryan Bingham, bir otel barında kendisi gibi sürekli iş seyahatleri yapan Alex Goran ile tanışır. Tek gecelik niyetiyle başlayan ilişkileri zamanla kesiştikleri her şehirde buluştukları bir hal alır.
Bingham evliliğe, uzun süreli ilişkilere ve ev yaşamına inanmamaktadır. Goran’ın durumu net olmamakla birlikte kafasında bazı hayalleri vardır.
Bingham’ın yanına işi öğrenmesi için verilen genç Natalie Keener (Anna Kendrick) ise uğruna birçok fedakarlıkta bulunduğu erkek arkadaşının kendisini bir SMS ile terketmesiyle bunalıma girmiştir. Bu olayın bunalımında Keener, Bingham ve Goran’a nasıl bir eş hayal ettiklerini sorar.
Ryan geçiştirir. 34 yaşındaki Alex’in genç Natalie’ye cevabı ise kendine has detaylar içerir (*).
Dürüst olmak gerekirse 34 yaşına geldiğinde fiziksel beklentiler uçup gider. Gizlice senden daha uzun olması için dua edersin. Götün teki olmazsa iyi olur. Arkadaşlığından keyif alacak biri olsun, iyi bir aileden gelsin istersin. Oysa gençken bunları düşünmezsin bile.
Çocuk isteyen biri. Çocukları seven biri, isteyen biri. Çocuklarıyla oynayacak kadar sağlıklı biri olsa…
Lütfen benden daha çok para kazansın! Şimdi değilse bile ama inan bana bir gün bunu sen de anlayacaksın. Aksi felaketin davetçisidir.
Kafasında biraz saçı olsun diye umarsın. Ama bugünlerde olmazsa olmaz bir şey de değil.
Güzel bir gülüş… Evet; güzel bir gülüş. Güzel bir gülüş her şeyi çözebilir…
Benzer şeyleri sohbet ettiğim birçok kişiden dinlediğim için ilginç geldi. Orta yaş yeni hayatın keşfedildiği ve ne kadar az zaman kaldığının farkedildiği tamahkar ve kesinlikle ilginç bir dönem.
(*) Bu bölümü kendim çevirdim. Tam karşılığı olmayabilir ama derdini anlatıyor.
Görüşlerinizi paylaşın: