Nicholas Carr, 2008 yılında The Atlantic dergisinde epey tartışma yaratan bir yazı kaleme almıştı. “Google bizi aptallaştırıyor mu?” başlıklı makalesi, Google parantezinin de dışına çıkarak genel anlamıyla internetin zihnimize yönelik etkilerini irdeleyen bir sorgulamaya dönüştü. Carrr, internetin sağladığı bilgi bolluğuna karşılık sebep olduğu dikkat dağınıklığı, odaklanma sorunları ve düşünme yeteneklerindeki aşınmanın altını çiziyordu. Ona göre bu bireysel erozyon, dolaylı olarak toplumsal etkilere de sebep oluyordu. İnternetin kullanım pratiği derin okumayla gelen “derin düşünme” yeteneğini de yok ettiği için, zihinsel eylemleri mekanik ve algoritmik bir düzeye indirgiyordu. Dolayısıyla anlam arayışının yerini işlem hızı alıyordu.
Teknolojik ilerleme bizi daha daha fazla şey hakkında daha bilgili hale getirirken, diğer yandan hiçbir şey hakkında yeterli bilgi sahibi olmayan “sığ” bireylere dönüştürüyordu. İnternet kuşağı, Yönetmen Stanley Kubrick’in “2001: Bir Uzay Efsanesi” filminde vurgulandığı gibi “makinelerin insanlaştığı, insanların makineleştiği” ürpertici bir hal alıyordu.
Carr’ın da makalesinde değindiği gibi yeni teknolojilerin yarattığı endişe internete has değil. Benim aklıma ilk gelen, bisikletin icadından sonra yaşanan tartışmalar oluyor. 19. yüzyılın sonlarına doğru bisikletlerin hızla yaygınlaşmasıyla dönemin uzmanları özellikle kadınların yüksek hız yüzünden gözlerinin çökeceği, hatta sarsıntılar sebebiyle rahimlerinin sarkacağı gibi evhamlara kapılmış. Daha da ötesinde bisikletler sayesinde “özgürleşecek” kadınların toplum kurallarına karşı gelip ahlaksızlaşacaklarından endişe edilmiş.
Günümüzün bisikletleri
Finlandiya Parlamentosu geçtiğimiz hafta ilk ve ortaokullarda cep telefonlarını kısıtlayan düzenlemeyi kabul etti. Önümüzdeki dönemde yürürlüğe girecek yasa kapsamında öğrencilerin ders saatlerinde telefon kullanması tamamen yasaklanıyor. Ders saatleri dışındaki kullanımı ise öğretmenlerinden alacakları izne bağlı. Hem kadrosu hem de sistemiyle eğitim alanında örnek gösterilen Finlandiya’nın bu hassasiyeti bir yere kadar anlaşılabilir. Fakat akıllı telefonlardan tamamen kopuk bir hayat, çocuklar için dahi kolay değil.
Dijital cihaz ve platformların suçlandığı konuların başında “okuma alışkanlığını yok etmek” geliyor. Ancak bir başka açıdan bakıldığında sosyal ağlar sayesinde okuma ortalamamız tarihte hiç olmadığı kadar artmış durumda. Sosyal ağlardaki paylaşımları düşününce aynı sonuç “yazma” eyleminde de kendini gösteriyor.
Elbette esas mesele, ne okunup yazıldığı. Fakat orada da durum göründüğü kadar karanlık olmayabilir. Örneğin her fırsatta yerden yere vurulan TikTok, “#BookTok” etiketi altındaki paylaşımlar sayesinde halihazırda birçok ülkenin en çok satan kitaplarını belirliyor. Belki yüz binlerce kişi, bu sayede kitaplarla tanışıyor. Öyle ki kimi kitap satış zincirleri TikTok’ta popüler olan başlıklara yönelik özel raflar oluşturuyor.

Kitapların niteliği tartışılabilir. Ancak okuma pratiği yaratması adına gözardı edilemeyecek bir etken olduğu da ortada. Eskisi kadar belirleyici olmasa da amatör yazarların dijital kitaplarını yayımlayan Wattpad platformu da yine benzer bir etkiye sahip.
Video çağının bilgisi
Müzmin bir iyimser olarak yaşanan süreci bilgiye ulaşmak için alternatif yöntemler yaratma çabası olarak okuyorum. Kişisel bir örnekle açıklayayım. Mobil uygulamasındaki profil ikonuna bastığınızda çıkan sayfanın sonunda, YouTube’da bir şeyler izleyerek geçirdiğiniz süreyi göreceksiniz. Baktığımda kendi günlük ortalamamın 7 saat 16 dakika olduğunu gördüm. Büyük kısmı arkaplanda, radyo misali oynayan videolardan oluşsa da bu dehşet verici bir süre. Peki bu bir zaman israfı mı? Hiç sanmıyorum. İzlediklerimin listesini paylaşabilseydim, muhtemelen hak verirdiniz.
Tartışmaların temelinde yatan sorun bilginin reddedilmesi değil; tüketim şekli ve algılama kapasitesi. Google çağında arama sonuçlarında ilk sayfalarda çıkabilmek verilen mücadele içeriklerin okuyucu için değil, Google algoritması için yazılmasına yol açtı. Herkesin yüzünü yapay zeka araçlarına döndüğü bugünlerde ise tam aksine herkes içeriğini onlardan esirgemenin yollarını arıyor.
Sosyal ağların yarattığı ilgi (dopamin) bağımlılığı beynimizi sürekli daha kısa ve illa ki ilgi çekici olanlara mahkum kıldı. Platformların algoritması da bunun üstüne kurulduğundan artık anında ilgi uyandırmayan bir şeyin yayılma imkanı neredeyse kalmadı. Derin düşünme gibi zihinsel emek gerektiren her şey, becerisine yönelik henüz yeterince bilgiye sahip olmadığımız yapay zeka botlarına devredildi. (Bu uzun yazıyı sabırla okuyabildiğiniz için, sizi istisna tutuyorum.)
Araştırmalara göre 20. yüzyıla dek küresel çapta her 10 yılda bir üç puan artan IQ seviyesinin düşmeye başlaması, bu olağan şüphelilerin çok öncesinde; 1975 yılına denk geliyor. Buna sebep olan çevresel faktörlerin başında dijital teknolojilerin yanısıra eğitim sistemindeki ve beslenme düzenindeki değişiklikler de gösteriliyor.

Bugünkü endişe ve tartışmalarının, gelecekte bisikletin icadıyla doğanlara benzemesi pekala mümkün. Çözümse belki Nicholas Carr’ın makalesinde hatırlattığı filmin repliğinde gizli: Makineler insanlaşabilir fakat insanlar makineleşmek zorunda değil.
(9 Mayıs 2025 tarihli Oksijen gazetesi yazım.)
Görüşlerinizi paylaşın: