Çoraplara meraklıyım. Bunun bir psikolojik kökeni var mı bilmiyorum. Zorlasak bir yere illa bağlanır. Kadın çoraplarına ayrı bir hastayım. Çaktırmadan epey koleksiyon takip ediyorum.
Eşim dün bana bir çorap almış. Paketini incelerken logosu dikkatimi çekti (dikkat çeken çorap logosu yok denecek kadar azdır). Tekniğine, mantığına bakarken İsveç’te tasarlandığını da öğrenmiş oldum.
Ürün ve sunum tasarımı açısından özenli çoraplar hakkında hafızamda kalan son güzel örnek ABD’nin meşhur giyim zinciri Urban Outfitters (sanki Türkiye’de de -Norveç kökenli- Jack&Jones’ta ilginç şeylere denk geldim gibi hatırlıyorum ama tekrar bakacağım. Nasıl gariban bir markaysa Türkiye’de link verebileceğim bir online dükkanı yok. Gerçi dünya politikasına bakınca anlaşılan onlar değil de; onların gözünde Türkiye gariban).
Paketin diğer yüzünü çevirince daha çarpıcı bir detay ortaya çıktı.
Organik (yetiştirilen) pamuktan üretilmiş; eyvallah. Fabrikası ekolojikmiş; gübre, zirai ilaç ya da ağartıcı kullanılmamış, güzel. Tasarımı kendine hasmış (çakma değilmiş) ve uzun süre kullanılabilmesi için çaba sarfedilmiş. Helal olsun. Daha altlara inince -daha küçük yazılarda- içinde naylon da olduğunu öğreniyoruz. Biraz daha alttaysa bu yazının ilham kaynağı karşılıyor bizi: Responsibly Made in Turkey. Yani güveni hak edecek bir şekilde Türkiye’de üretilmiş.
Kimileriniz için klişe; hatta saçma gelecek bir soruyla başlayacağım: neden bloglara konu olacak, sosyal medyada hakkında bahsedilecek 5-10 çorap markamız çıkmadı şimdiye dek? Diyelim ki bir tane var; kendini neden duyuramaz? İsveç’te bir blog sahibi oturup bizim bir çorap markamız hakkında oturup yazı yazmış mıdır mesela?
Peki neden?
Pamuğumuz mu yok? Fabrikamız mı? Makinamız mı? Biliyoruz ki var ve yüksek standartlarıyla nam salan ülke ve markalar üretim için seçiyor. Desenini çizecek tasarımcımız mı eksik yoksa satın almayı yapacak elemanımız mı? İhracat bilgisinden mi kısıtlıyız yoksa yaratıcı reklam / pazarlamadan mı haberimiz yok? Ya da hepsi var da hayalleri, cesareti, umudu ve hedefleri yeterince büyük sermaye sahiplerimiz mi eksik?
Cevaplarını biliyorsunuz; HEPSİ VAR.
Yukarıda gördüğünüz ürünün hayata geçmesi için aklımıza ilk etapta gelen ihtiyaç listesinin, insan gücünün ve birikimin hepsine sahibiz (hatta gördüğünüz gibi yapmıșız). Ama ilk sorunumuz bunların bir araya gelemiyor oluşu.
Optimizasyon çağının açmazı
Bu yüzden Ege’nin, Marmara’nın zeytinlerinin önemli bir kısmını İtalya ve Yunanistan alıp kendi markalarını taşıyan ambalajlarda satıp dünyaya nam salıyor. Bu bahse dair uzatılmış örnekleri eminim çok duymuş, okumuşsunuzdur.
Amacım milliyetçilik falan da değil asla. Seçmeden sahip olduklarımla övünmenin saçmalığını erken yaşta öğrendim. Fransa’da, Ermenistan’da ya da Yeni Zelanda’da doğmuş olabilirdim (kendisiyle böbürlenmeyen bir millete denk gelmedim henüz).
Hayıflandığım şey şu: optimizasyon, kaynak paylaşımı, beraber çalışma, lojistik gibi yakın zamana kadar iş dünyasının en yüksek maliyetli hayalleri bugün internet sayesinde neredeyse sıfır maliyete inmişken birbirinden bu kadar kopuk değerler üstüne bu kadar beyhude (boşa) çaba neden?
Türkiye’nin en değerli markaları arasında burada doğmuş ve sınır dışına taşmış kaç marka biliyorsunuz? Aklınıza gelen sayı bu ülkenin (ekonominin) ölçeğine yakışıyor mu?
Türkiye’de üniversite mezun oranı %11 (Avrupa’da %37). Türkiye’deki üniversite eğitim kalitesine girmeyeceğim; onu istiyorsanız aşağıda yorum kısmında siz yapın. Biz yine de Bologna, Ruprecht-Karls, Trinity College ya da Ecole Polytechnique mezunu ayarında eğitim almış %11 oranlı gencimiz var diyelim. Bu gençlerin çoğu hayatında hiçbir iş yapmamış. El bebek, gül bebek yetiştirilmiş; hala ana-babasından harçlık alıyor. Çoğu para nasıl kazanılır, iş hayatı nasıldır bilmiyor (onun için hiçbir işi beğenmiyor, sürekli iş değiştiriyor, aileye dert açıyor). Tamamına yakını istediği için değil, puanı yettiği için hayatının en az 2 senesini -muhtemelen asla yapmayacağı- bir işin eğitimi almak için harcamış.
Peki ne olacak bunca umutla bunca çaba harcamış o gençler?
Büyük ihtimalle işsiz kalacaklar (keşke sadece onun derdi olsa). 2013’te üniversite mezunu işsiz sayısı 600 bin kişiye ulaştı. 600 BİN! Yani işsiz her 5 kişiden biri üniversite mezunu. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre sağlık, eğitim ve hukuk dışındaki alanların mezunlarına hayat oldukça zor. Bir dönem iyice gözden düşen devlet memurluğu, polislik, askerlik gibi meslekler yeniden umuda dönüştü. Ülke yıllar sonra yeniden devletleşme şiarına tutundu. Spordan bankacılığa kadar istisnasız her sektör bir devlet (hükümet diyelim) iktisadi teşekkülü olarak faaliyet gösteriyor.
Ticaretin cesedine ruhu kim üfürecek?
Demek ki mesele iyi tasarımcıya, gözükara girişimciye, satış, pazarlama bilen uzmana, sermayeye, bankaya sahip olmak değilmiş. Hemen akla bu bahsin en keyif verici “efendim bu bir devlet politikası olmalı” bahanesi gelmesin. Hakkını da yemeyelim devlet hibe ve teşviklerle, sektörel eğitimlerle, KOSGEB, Kalkınma Ajansı, İhracatçılar Meclisi ve benzeri kurumlarının çabalarıyla iyi-kötü bir şeyler yapıyor.
Fakat nasıl hücrenin bütün bileşenlerini bir araya getirdiğimizde hayat bulmuyorsa, bu ‘helva yapma’ formülü de işlemiyor işte. Bu çabaya ruh (can) verecek tılsımda hala bir şey eksik demek ki. Ve bu kesinlikle bir oran sorunu da değil; bileşen eksikliğimiz var.
Çabamız onun ne olduğunu bulmak olmalı.
Siz ne dersiniz?
Görüşlerinizi paylaşın: