Barcelona mekanlarım

Dünyanın en güzel şehirlerinden birine dair aklımda kalan ayrıntılardan oluşan bir derleme.

Hem iş hem de seyahat vesilesiyle en sık ziyaret ettiğim ülkelerden biri İspanya. Gezdiğim şehirleri arasında en sevdiğimi en sık ziyaret ediyor olmam da cabası.

Barcelona (yoksa Barselona mı demek gerek?), 45 milyonluk İspanya’nın Akdeniz’e bakan Kuzeydoğu bölgesinde, 1 milyon 600 bin nüfusuyla bir Türk’ün algısında ‘küçük’ ölçekli kalsa da ülkenin nüfus açısından ikinci büyük şehri.

Biraz tarihe bakalım

Tarihi 2 bin yıl öncesine kadar giden Barcelona bir iddiaya göre tarihin gördüğü en büyük savaşçılardan Kartacalı Hanibal’ın babası Hamilcar Barca tarafından Barcino ismiyle milattan önce 230 yılında kurulmuş. Diğer bir efsaneye göreyse Hanibal’a karşı savaşa giderken birleştiği diğer kahramanlarla birlikte gücün ve iktidarın simgesi olan Altın Post’u arayan Jüpiter’in oğlu Herkül (ya da Yunan mitolojisindeki ismiyle Herakles’in) olayda parmağı vardır. Jüpiter bu sürek avı sırasında kaybolan 9 gemisinden birinin peşinde aranırken şimdiki Barcelona dolaylarında izi bulur. Gemi karada bir tepeye oturmuş ancak mürettabata bir şey olmamıştır (Lost?). Savaşçılar mecburen düştükleri o toprakları o kadar sevmiştir ki, yerleşme kararı almışlardır. Yerin adını da 9. Gemi anlamına gelen Barca Nona koymuşlardır.

Bandı hızla ileri alırsak, Barcelona birçok uygarlığa ev sahipliği etmiş, birçok çağı ve iktidarı görüp geçirmiş tarih dolu bir kent.

Önemli bir diğer özelliği de İspanya (Krallığı)’nın Galiçya, Bask, Aragon, Mança, Endülüs, gibi 17 otonom bölgesinden biri olan Katalonya’nın başkenti oluşu. Anadilleri İspanyolca değil; Katalonca. Kendilerini İspanyol olarak da adlandırmıyorlar; hatta çoğu İspanya’dan ayrılmak, bağımsız olmak azminde. Kökeni 1979’a dayanan bir anlaşmanın 2006’da onaylanmasıyla kendi hükumet ve anayasalarını oluşturma safhasına kadar geldiler.

Faşist Franco döneminde de iktidara boyun eğmeyen halleriyle de benden takdir toplamışlardır.

Yine lafı uzattım. Oysa derdim size tarih bilgisi vermek değil. Ama Barcelona’nın öyle sıradan bir şehir olmadığını da bilin istedim.

Barcelona, İspanyolcam biraz daha ümit verseydi kesinlikle yaşamak istediğim yerlerin başında gelebilirdi. İnsanıyla, doğasıyla, tarihiyle, mimari dokusuyla, yaşam tarzı, yemekleri, mekanlarıyla eğlenceli, rengarenk, romantik, davetkar, gizemli…

Defalarca gidip geldiğimden ve her sene iş için en az 1 kere ziyaret etme fırsatı bulduğumdan sürekli yeni yer keşfetme derdine düşüyorum. Ama her seferinde mutlaka uğradığım yerleri paylaşmak istedim. Umarım keyiflerimiz paraleldir ve size de bir gün faydası olur.

Öncelikle klasik ‘gez-gör’ yerleri vardır. Bunları her şekilde bilir, öğrenir, gezersiniz diye çok ayrıntısına girmiyorum ama hadi yine de adet yerini bulsun (sadece isimlerine yer veriyorum):

  • Santa Maria del Mar
  • Büyülü Çeşme (ya da sihirli?)
  • Poble Espanyol
  • Antoni Gaudi‘nin elinin değdiği her şey. (Ayrıca bir yazıyı onun için yazmayı isterim)
  • La Rambla (Barcelona’nın İstiklal Caddesi diyelim kolaycı bir yaklaşımla)
  • Katalunya Meydanı
  • Barcelona Plajı (yürüyüş yapmak için bile tercih edilebilecek kilometreler boyu enfes bir parkur)
  • Port Olympic (ve bu noktadan teleferiğin sizi taşıdığı tepe)

Bu klasik noktaları Barcelona resmi rehberinde çok daha detaylı inceleyebilirsiniz.

Gelelim benim mekanlara. Baştan söyleyeyim; hayatta 4 tane keyfim var ve onlardan aldığım zevki hiçbir şey bana vermiyor: puro, şarap, suşi ve peynir. Dolayısıyla benim mekanlarım genelde bu dörtlü üstüne yoğunlaşıyor. Bunların çok genel zevkler olmadığını bildiğimden en genele hitap edebilecek kısımlarıyla yetinmek niyetindeyim:

PURO: Dünyanın tütünle (dolayısıyla puroyla) tanışmasında İspanyolların büyük rolü var. Kraliçe İzabella’dan aldığı para ve topladığı ekiple 1492’de okyanusa açılan Kristof Kolomb’un ekibinden Luis de Torres ve Rodrigo de Jerez, bugünkü ismiyle Bahamalar’daki San Salvador adasında ilk defa tütünle karşılaşır. Yerleştikleri (bugünkü ismiyle) Küba adasında da bu ilginç bitki karşılarına çaresiz ilgilenmeye başlarlar. Denizciler yerlilerden içmeyi öğrendikleri tütünün kısa sürede bağımlısı olur. Bu salgın İspanya, Portekiz, Fransa, İtalya, Britanya güzergahında devam eder. Gördüğü ilgi sonunda tütünün ticari ekimi de başlar ve bu endüstrinin tohumları atılmış olur. (bence puro hakkında ayrı bir yazı yazmalıyım)

İspanya bu öncülüğünden ötürü tütünün dünyaya açılan kapısı haline gelir. Bu özelliğini hala da koruduğu söylenebilir. Aynen İsviçre gibi dünyanın en seçkin purolarını bulabileceğiniz nadir yerlerden biridir. Barcelona’da da neredeyse her yerde Tabac tabelalı tütün dükkanları bulabilirsiniz. Hepsinde zıvanadan tütüne, purodan makaslara, humidordan kültablalarına, sigaradan pipoya kadar geniş bir seçki bulmanız mümkün. Purolar genellikle iyi şartlarda saklanmıştır ve fiyatları İsviçre’den çok daha hesaplıdır.

Puroya meraklıysanız La Rambla Caddesi 100 numaradaki Gimeno‘ya bir uğramanızı tavsiye ederim. Biraz daha az çeşit barındırmakla birlikte Catalunya Meydanı’ndaki devasa El Corte Ingles binasının alt katındaki puro dükkanı da fena sayılmaz. Fakat saklama koşullarından dolayı kimilerinin bayağı kötü durumda çıkabileceğini; iyi kontrol etmenizi tavsiye ederim (gerçi bir puro tiryakisi için bu tavsiyeye herhalde gerek yoktur).

Gimeno’da birçok markaya ait puroyu bulabilmek mümkün.
  • Çok yakınındaki Casa Pastor da tavsiye edeceğim purocular arasında.
    Hayli kısıtlı sayıda kişinin ilgisini çektiğini düşündüğüm için puro faslını burada kapıyorum. Bilmiş olun yine de.

GENEL ALIŞVERİŞ: Barcelona’da alışveriş sınırsız seçenekler var. Giyim-kuşam için Türkiye’de olmayan bir şey kalmadı elbette (H&M hariç). Eğer tek noktada birçok şeye bakma peşindeyseniz biraz önce adını andığım Catalunya Meydanı’ndaki El Corte Ingles’i mutlaka ziyaret edin. Orası peynirden vidaya aklınıza gelebilecek HER ŞEYİ bulabileceğiniz bir alışveriş mabedi. Şehrin birçok yerinde irili ufaklı şubelerine de rastlamanız mümkün. Beni bu tip alışveriş heyecanlandırmadığı için burada çok da yer ayırmak istemiyorum.

El Corte Ingles, alışverişin Disneyland’i.

İÇKİ: İspanya denince birçoğunun aklına sangria gelse de benim olayım şaraptır. Süpermarketlerde çok uygun fiyatlara mükemmel lezzetler bulmanız mümkün. İspanyol şaraplarında üstünde Rioja (Rioha diye okunur ve kırmızı anlamına gelir) yazan hiçbir şişede hayalkırıklığı yaşamadım. (La Rioja, İspanya’nın kuzeyindeki otonom bölgelerden biri. Bölgeye adını veren kırmızıya çalan kurak toprağında yetişen üzümler her yıl 250 milyon litre şaraba can veriyor) Masrafı yüzünden çoğu üretici tarafından artık tercih edilmeyen meşe fıçılarda bekletildiğinden bu bölge şaraplarının kendine has bir tadı var. Rioja şarapları temelde 4 kategoriye ayrılır: 1 yıl ya da daha az fıçıda beklemiş genç şarap sadece Rioja olarak etiketlenir. 2 yıl bekleyenin etiketinde ‘crianza’ yazar. En az 1 yılı meşe fıçıda olmak üzere 3 yıl bekleyene ‘Rioja Reserva’ etiketi yapışır. En az 2 yıl meşe fıçıda, 2 yıl da şişede bekleyeneyse ‘Rioja Gran Reserva’ denir ki, yazarken bile ağzıma tadı, burnuma kokusu gelir.

Ben içki olarak SADECE kırmızı şarap içiyorum. Birkaç kere dijestiv olarak aldığım Bailey’s dışında başka bir içkinin tadını bile bilmem (iki defa da bira içmişliğim vardır). Beyaz şarabı da şaraptan saymam (şarabı kırmızı yapan imalatta suyu sıkılırken ezilen çekirdeğidir. Çekirdeği ezmedikçe her üzümün suyu o sarı / beyaz tondadır) Dolayısıyla beyaz şaraptan da anlamam. Zaten Rioja bölgesinde de beyaz şarap yok denecek kadar azdır. Benim bu kısıtlı ilgi alanımdaki favorilerim arasında La Rioja Alta, Castillo de Ygay Gran Reserva, Lagunilla Reserva gibi seriler yer alıyor. Bizim duty-free mağazalarında da bazı Rioja şarapları satılıyor. İstanbul’da bazı şarapçı ve restoranlarda da denk geliyorum ama o mütevazı şarapların üç haneli fiyatlara nasıl ulaştığını anlayamıyorum. O şaraba o kadar para vermeyi de züppelik ya da cehaletten başka bir şeyle açıklamak mümkün değil. Vergi falan beni ilgilendirmiyor. İçmem, olur biter. Şarap içmediği için kimse ölmemiş ki 😉

ÖNEMLİ BİR NOT: Şaraptan zerre kadar anlamasanız da İspanya’da kötü şarap bulamayacaksınız. Daha iyi ya da daha kötü olacak ama asla ‘kötü’ olmayacak. Dolayısıyla rahat olun.

YEMEK: Benim gibi yemeyi seviyorsanız (ki buradan kastım bir şeyler yemek değil, özel bir ortamda, dostlarla, uzuuuun sohbetli, bol lezzetli bir ayin) İspanya; elbette Barcelona sizin için biçilmiş kaftan. Sınırsız seçenekler, unutulmaz lezzetler, uygun fiyatlar ve uzun yeme süreleriyle Barcelona mekanları sizi kesinlikle üzmeyecek.

İspanya mutfağı denince akla ilk gelen Tapas, aşağı yukarı bizim meyhane mezelerine karşılık geliyor. Anlamı ‘kapak’. Bir rivayete göre Kral Alfonso döneminde meyhanelerin sadece şarap servis etmesi yasaklanınca şarapla kadehinin tepesinde ekmek üstüne konulan göstermelik atıştırma lokmalarından çıkmış. Bir diğer iddiaysa ağzı açık duran kadehin içine meyve sinekleri düşmesin diye her yudum sonrası tepesini ekmekle kapatan Endüsüs şarap tutkunlarına bağlıyor kökenini. Her iki durumda da işin içinde şaraba bir yarenlik var.

Türk damak tadına da çok yakın onlarca çeşidiyle tapas kültürü eminim ilginizi çekecek. Ben deniz ağırlıklı olanlara vurgun olmakla birlikte meşhur domatesli ekmek, biber, mini sosis ve jamon’suz bir masa asla kurmam. Domuz sevmiyorsanız / yemiyorsanız seçenek sayısı 4-5 tane azalıyor ama çok da sorun değil. Örneğin o küçük yeşil biberlerin hafif yağda öldürülüp deniz tuzuyla servis edildiği tabağa (padron) kim doyabilir bilemiyorum.

Geleneksel bir tapas bar. Bir lezzeti denemek için önünüzdeki camekandan işaret etmeniz yeterli. Sakince, keyfini çıkara çıkara…

Tapas konusunda karşınızda yüzlerce seçenek bulunmakla birlikte İngilizce bilen garsonların olduğu, İngilizce menünün olduğu, dolayısıyla şehre ve dile yabancı biri için nispeten daha tercih edilebilir bir yer olarak Taller de Tapas zincirini tercih edebilirsiniz. Asla pişman olmazsınız. Fakat aynen Türkiye’deki gibi, en leziz şeyler genellikle en salaş yerlerde çıkar. Esnaf lokantası hesabı. Tercih sizin.
Ağzımı fazlasıyla sulandırdığı için Tapas konusunu burada kapatıyorum. Gittiğinizde, yediğinizde, beni hatırlayın lütfen!
Barcelona’da deneyebileceğiniz bir diğer geleneksel lezzetse benim bir türlü ısınamadığım Paella. Aslen Valencia bölgesine ait bu yemeği içinde birçok garnitürün bulunduğu bir pilav olarak özetleyebiliriz. Paella’nın bizim pilavdan farkı bütün malzemelerin hemen hemen aynı anda pişirilmesi. Tarz olarak bizim pilavdan çok İtalyan risottosuna benzediğini söyleyebiliriz. Paella’yı klasik Valencia usülü, deniz mahsüllü veya karışık türde sipariş edebilirsiniz. Yalnız karışığı biraz ‘fazla karışık’ olduğu konusunda uyarayım. Bana ağır geldiği için tercih etmiyorum. Fakat mutlaka tadılması gereken bir lezezet.

Geleneksel usül bir paella. Pişirildiği wok benzeri tencereyle servis ediliyor. Mutlaka en az 2 kişi söylenmesi gereken yemeklerden. Zaten kimse tek başına böyle bir şeyi deviremez herhalde. İçinde zilyon tane garnisi olan koca bir tencere pilavdan söz ediyoruz.

Şehrin bir diğer ‘oral zevki’ ise deniz mahsulleri tabakları. Eğer midye, istiridye (çok çeşidi var kendi içinde), karides ve böcek olarak adlandırılan tarz şeyleri seviyorsanız, çok taze ve çok uygun fiyatlı menülerle kolestrol ve pürin fazlasından pembeye dönüşebilirsiniz (afrodizyak meselesini de unutmayalım!). Barcelona bu konudaki en zengin seçeneklere sahip şehirlerden biri. Daha detay vermeye gerek yok sanıyorum. (bu tip restoranlarda bizde ismen karşılığı olmayan pek çok deniz canlısını, otunu da tadabilirsiniz. Bütçeniz elverdiği ölçüde hepsinden tatmanızı tavsiye ederim)

Böyle tabaklar uğruna yardan da serden de geçilir.

Barcelona’da günlerinizi sadece yeyip içerek de geçirmek mümkün. Bir gün yeme-içme, bir gün gezme- tozma da fena olmayabilir 🙂 (Midenizin size dua edeceği bir geleneksel restoran da Tribeca‘dır. Notlarınız arasında bulunsun)

ŞARKÜTERİ: Bu terim aslında Fransızca ‘charcuterie’ kelimesinin Türkçedeki yanlış telaffuzundan geliyor. Aslında şarküteri, domuz eti ve domuz mamülleri satan yer (hatta kasap) anlamına gelir. Bizdeyse daha çok meze, salam, sucuk, pastırma gibi nispeten ‘özel’ tatlar barındıran yerler için kullanılıyor. Oysa bunun da Frenkçe bir karşılığı var: Delicatessen. Latince’deki delicatus kökeninden türeyen ve Almanca’da ‘lezzetli yemekler’ anlamına gelen ‘delikatessen’den geliyor. Amerikalılar böyle uzun kelimelere alerjik olduğundan ‘deli’ deyip geçiyorlar (konu dağıtmakta var mı üstüme, söyleyin?).
Barcelona’da her iki janra ait sürüyle yer bulmanız mümkün. Ben kendi favorimi paylaşayım: Set de Gotic . İçinde olmak bile bana mutluluk veriyor. Küçücük, tarih kokan bir mekan. (C/Montsio 5. Tel: 93 301 53 08).

PAZAR: Bizdeki sabit halk pazara denk gelen bir örnek olan La Boqueria, La Ramblas caddesinde sahile inerken sağ tarafınızda kalıyor. Hem yerel hem ithal meyve ve sebzelerden oluşan reyonlar, küçük tapas dükkanları, jamoncular, balıkçılar, et reyonları, deniz mahsulleri… Eminim şimdiye kadar hiçbir pazarda göremeyeceğiniz kadar bol çeşit ve lezzeti burada bulacaksınız.

La Boqueria sabit pazarı gözünüze de damağınıza da unutamayacağınız tadlar bırakacak.

Eğer gözünüz keserse (paranız yeterse) Latin Amerika’dan ithal kirazları deneyin (Şubat ayına denk gelen fiyatlarını ben söylemeyeyim burada, sürpriz olsun). Kırmızı üzüm size şarkı söyletir. Dilimlenmiş hazır meyve tabaklarını affetmeyin. İçerdeki birkaç küçük tapas dükkanında ayaküstü bir iki atıştırın. (Şehirde bu kadar renkli olmamakla birlikte daha birçok benzer pazar kuruluyor)

BONUS: Eğer eviniz için mobilya, aksesuar tarzı şeyler alacaksanız Jardin d’Ulysse (Rambla de Catalunya, 40), benim gibi objelere, posterlere, tablolara, t-shirtlere ve bilimum acayip şeye meraklıysanız Art Montfalcon‘a MUTLAKA uğrayın (sitedeki ürünler mağazadakinin çok küçük bir kısmı). İlginç objeler ve ev gereçleri konusunda benim tanımlamakta zorluk çektiğim ve ÇOK paramı döktüğüm özel tasarım ürünleri satan Vinçon‘u da sakın ihmal emeyin (sakın!). Gaudi’nin meşhur apartmanının hemen bitişiğinde yer alıyor. En az o kadar etkileyici bir bina ayrıca.

Barcelona’ya dair anlatacağım daha yüzlerce şey var ama yazının ulaştığı uzunluğa baktım da içime attım hepsini. Müzeleri, sergileri, ilginç dükkanları, kiliseleriyle koca bir şehri bu birkaç maddeye sıkıştırmak istemezdim.

Umarım buraya kadar okumuşsunuzdur ve eğer görmediyseniz bu muhteşem Akdeniz şehrini görüp bunları yaşama fırsatına ulaşırsınız.

Hatta, kalkın gidelim işte; nasıl da canım çekti!

Yorumlar

20 yanıt

  1. Cem Alp avatarı

    Tapas icin benim de bir onerim var: Cervecería Catalana. Turistler tarafindan pek bilinmez ama kapisinin onu sirasini bekleyen musteri doludur. Rezervasyon defterine adimizi yazdirip, 1 saat beklemek zorunda kalmistik. Fakat o lezzet icin degmisti. Adres: Carrer de Mallorca 236, Barcelona, CT 08008

  2. Uğur Gürses avatarı

    Cerveceria Catalana’ya uğranmamışsa kayıptır; turistik programlara, uğranılacak ‘gez-gör’ rotası olarak dahi eklenmelidir!

  3. Burak Bardakci avatarı

    Barcelona deyince icki olarak Sangria (icine meyve parcalari vs atilan, sekerle karistirilip soguk sekilde icilen kirmizi sarap) geliyor benim aklima. Super bir tadi var.

  4. hevesli bardak avatarı

    Sonuna kadar okudum ve gerçekten gitmek istiyorum hemen şimdi.

  5. Can Dirgen avatarı

    Barça maçınada gitseydin keşke 🙂

  6. Lyz avatarı

    Öncelikle kesinlikle Barselona demek lazım, nasıl London değil Londra diyorsak…

    İkincisi henüz yazıyı tam okumadım ama resimlerden ağzım sulandı… 🙂

  7. Gökhan Kaya avatarı

    Benim de sushi için bir önerim var. Barri Gòtic’deki ara sokaklardan birinde oldukça iyi bir sushici var Carrer del Cometa’da. (Koordinatları: 41.381881, 2.178741)

  8. pelin ayan avatarı

    Serdar; keyifleri pazar görmeye kadar benzeyen- puro dışında- biri olarak kesinlikle çok yararlanacağım. Bakalım benim dönüşümde yeni keşifler olarak bu yazıya neler ekleyebilirim? Harika bir keyif yazısı! Tebrikler, teşekkürler 🙂

  9. fatihto avatarı

    elektronik ürünler için barcelona nasıl bir şehir? Türkiye’ye göre avantajlı mı?

  10. […] pek çok kişiden çok güzel mektuplar alıyorum. Şunları da bilmiş olun:Londra mekanlarımBarcelona mekanlarım(Tek seferde yazdığım bu yazı yaklaşık 4 saatimi aldı. Yorulduğum için okuyup kontrol […]

  11. […] Londra, hem işim gereği en sık ziyaret ettiğim şehirlerden hem de her kişisel fırsatta Barcelona ve New York ile birlikte aklıma gelen ilk seçeneklerden.Londra hayatınızı adamanız gereken […]

  12. semra avatarı
    semra

    bence abartmışsınız.

  13. […] Barcelona mekanlarım […]

  14. Kazım avatarı
    Kazım

    Çok teşekkürler,bakalım göreceğiz…..

  15. Nur avatarı
    Nur

    Çok samimi ve sıcak yazınız için teşekkürler eylül ayında ziyaret etmeyi planladığım barselonayı ucundan tanımış oldum umarım bende bu kadar keyif alırım.

  16. […] Tutkunu olduğum bir diğer tasarım dehası ünlü İspanyol (pardon Katalan) Mimar Antoni Gaudi. Bir gün yolunuz Barcelona’ya düşerse kendi imzasını taşıyan Güell Parkı, La Sagrada Familia kilisesi ve Casa Mila adlı apartmanını görmenizi çok isterim (aslında görmenizi istediğim başka mekanlar da var). […]

  17. […] Londra, hem işim gereği en sık ziyaret ettiğim şehirlerden hem de her kişisel fırsatta Barcelona ve New York ile birlikte aklıma gelen ilk […]

  18. Erhan Candan avatarı
    Erhan Candan

    Yazınız süper, Özellikle yemek konusunda “Örneğin o küçük yeşil biberlerin hafif yağda öldürülüp deniz tuzuyla servis edildiği tabağa kim doyabilir bilemiyorum” kısmına sonuna kadar katılıyorum.. İnanılmaz bir lezzet..

  19. […] konusundaki seçeneklerimiz de değme restoranlarla boy ölçüşebilecek seviyedeydi. Ben Rioja bölgesinden bir kırmızı şarap görünce diğerlerine bakmadım bile (nefisti). İçmedim ama menüde tek […]

  20. Ali Rıza Karaöz avatarı
    Ali Rıza Karaöz

    2020 yılı Corona hastalığı ile geçerken bugün tam da aklımdan geçen İspanya vb. ülkelere seyahat kim bilir ne zaman mümkün olur sorusuydu. Bu yazıyı okuduktan sonra soru korkuya dönüştü maalesef seyahat yasakları uzun süre devam eder mi diye. Ey hayat! Sen şavkı sularda bir dolunaysın!

Görüşlerinizi paylaşın: