Mesleğim gereği çok geziyorum. Uçakları, havayollarını, otelleri, bekleme salonlarını bilirim. Elimden geldiği kadar da birikimlelrimi paylaşmaya çalışıyorum. Sık seyahat etme sürecinde bir süre sonra (bu bir süre genelde bir iki yıla denk gelir) gezmek kavramı heyecanını yitirir, sıradanlaşır, iş haline gelir. Hele aynı yere 4-5 defa gittiğinizde alelade bir şeye dönüşür. Benim eve gelip kirli çamaşırları sepete atıp, duş alıp yeniden uçağa yetiştiğim çok günlerim oldu. Böyle bir ritmin keyifli olduğunu kimse iddia edemez.
Ama zevk için de olsa, mecburiyetten de olsa ilk seferinden son seferine kadar bir Türk’ün en büyük derdi şüphesiz vize almaktır. Dünyanın neredeyse tamamı biz aşağılık Türkleri asil topraklarına sokup pislettirmeden önce hesap sormak, olur vermek, kulağını çekmek, etini burmak ister.
Bunun için konsoloslukların önündeki küçücük kapılarda, yazın güneşin, kışın yağmurun-karın altında sıra beklemeli, anamızın örekesine kadar belgeler hazırlamalı ve (genellikle) Türk düşmanı bir Türk görevli karşısında en sevimli halimizi takınıp bütün o aşağılanmaları sineye çekmek, hakaretlere, iğnelemelere göğüs germeliyiz.
İtiraf edeyim 1993 senesinde ABD için alacağım ilk vize dışında ben hiç böyle şeyler yaşamadım; hatta vize işlemleri için konsolosluğa bile gitmedim. Gazeteciler çok seyahat ettiği ve genelde iş amaçlı davetli olduklarından böyle bir ‘lüksü’ yaşama fırsatım oldu. 2-4 senede bir Avrupa, 4 senede bir Britanya için, 10 senede bir de ABD için vize evrakları hazırlamam gerekiyor, hepsi bu.
Ama etrafımda duyduğum vize alma maceraları resmen tüylerimi diken diken ediyor. Arabayla konsoloslukların yanından geçerken sıra bekleyen insanları görmek bile içimi burkuyor.
Kongo, Zambiya, Gana, Gürcistan, Azerbaycan, Cibuti, Haiti, Namibya, hiç farketmez… Bir Türk elini kolunu sallaya sallaya seyahat edemez. Hele ki Avrupa Birliği üyesi ülkelerin bu konudaki tavrının hukuken tartışıldığı bir ortamda seyahat özgürlüğünün birilerinin iki dudağı arasında olması cidden düşündürücü.
Ah, tabi unutmayalım, izin istemekle de olmuyor; bir de haracını vereceksiniz. Örneğin AB üyesi ülkeler için (Britanya hariç, Belçika, Danimarka, Almanya, Estonya, Finlandiya, Fransa, Yunanistan, İslanda, İtalya, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Malta, Hollanda, Norveç, Avusturya, Polonya, Portekiz, İsveç, İsviçre, Slovakya, Slovenya, İspanya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan’da geçerli) schengen vizesi alacaksanız 60 avrodan başlayan bedelleri gözden çıkarmak zorundasınız. Bunun 500 liraya kadar ulaştığı durumlar söz konusu.
Neresinden tutsanız elinizde kalan bir konu… Seyahat ederken bile çile çekmemiz şart mı?
Görüşlerinizi paylaşın: