Ben sokakta oynayarak büyüyen kuşaktanım. Bugünlerde ‘piranha havuzunda yüzerdim’ demek gibi algılanıyor. Sokakta oynamaya has ayrıntılardan biri de öğlen ya da akşam saatlerinde pencerede beliren anne, anneanne ya da babaanne bağırtısıydı. Çocuklar feryat-figan yemeğe çağrılırdı.
“Serdaaaaaar! Yemeğe gel!”
Aşağıdan bağırarak verilen cevap da soru kadar standarttı.
“Yemekte ne var?”
Sanki başka seçeneğimiz varmış da kafamıza yatmazsa gidip orada yiyecekmiş gibi sorduğumuz bu soruya asla cevap alamazdık. Penceredeki kadın işaret parmağını ağzına götürüp ‘sus’ işareti yapardı. Ne yendiğinin etrafa duyrulmasının ayıplandığı dönemlerdi. Hatta et pişeceği zaman komşuya kokusu gitmesin, canı çekmesin, görgüsüz demesin diye mutfak pencereleri kapatılırdı.
Bugün şehir sokaklarında çocuklar kalmadı. Yan sokaktaki okullarına bile servisle gidip geliyorlar. Yiyip içtiklerimizi etraftan saklama huyu da unutuldu. Artık besmeleden de önce tabağınızı Instagram’da paylaşmak zorundasınız. Hatta bunun için özel sosyal ağlar bile var.
Sonsuz ve doyumsuz merak
Yemek paylaşımlarına yönelik tepkiler de cılızlaşıyor. Bir dönem Foursquare paylaşımlarına kızanlar gibi.
“Bana ne?” sorusu sosyal medyanın en büyük günahı. Bazıları bunu unutuveriyor. Sosyal medya, istisnasız her şeyin takip edilesi olduğu bir luna park. Her şeyin bir müşterisi var. Ayıp, kusur, günah yok. Zamanla hepsi (bu yazının konuları bile) normalleşecek.
Yine de bugün garipsediğim şeyleri kayda geçirmem (ve elbette paylaşmam) gerekiyor. Kameralarımızı Doğu’ya çeviriyoruz. Uzakdoğu; ama özellikle Çin, Güney Kore ve Japonya her zaman enteresanlıklara gebe. Bu yazının konusu da bu garip akımlardan biri.
Yeme de ekranda seyret
Güney Kore’de 2009’da başlayan ve yayılmaya devam eden hayli ilginç bir akım var. (Kore standartlarına göre) güzel, alımlı kızlar, oğlanlar web kamerasının karşısına geçip yemek yiyor ve sohbet eşliğinde bunu internetten canlı yayınlıyorlar. Milyonlarca kişi de ekranın diğer ucunda, merak ve ilgiyle bu yemek yeme sürecini seyrediyor (???).
Kore’de bu trende ‘Muk-bang’ deniyor. Türkçesiyle ‘yemek yayını’. İngilizceye ‘Gastronomic Voyeurism’ olarak geçmiş. Yani ‘Gastronomik Röntgencilik’. Bu akımda seyredenlerin ne hissettiğini ya da motivasyonunu anlamak güç. Kimileri bunu Korelilerin yalnız yemekten nefret etmesine bağlıyor. Bu akımın en popüler ismi Diva (gerçek ismi Park Seo-Yeon). Her gün on binlerce kişi yemek yiyeceği anı (seyretmek için) sabırsızlıkla bekliyor. Aşağıda bir örneğini göreceksiniz (01:06 anında bir Türk bağlanıyor bence). Uzakdoğuluların fena gürültülü yemek yediği konusunda da uyarımı baştan yapmış olayım.
https://www.youtube.com/watch?v=8EkPOACOs0U
Sadece Youtube’da 10 bine yakın takipçisi olan Diva’nın yayınlanmış onlarca videosu var. Bazıları 1 saatten de uzun (hani internette uzun video sevilmiyordu ya; onu unutun. Mesele -hala- ne izlediğiniz). Diva’ya dönersek, nasıl yapıyorsa o yarım porsiyon haliyle neredeyse benden bile fazla yiyor. Seyredince göreceksiniz.
Elbette Diva örneklerden sadece biri. Aynı zamanda en iyi kazananlardan. Bu yayınlardan aylık geliri 10 milyon Won; yani bugünün kuruyla yaklaşık 20 bin Lira! (bu kazanç reklam ve izleyici bağışlarından geliyor).
Diva, kendisiyle yapılan röportajlarda izleyicilerinin yüzde 60’ının kadın olduğunu; önemli bir bölümünün de bu tip yemekleri parasızlık ya da imkansızlık (örneğin tedavi gördüğü hastanenin yemeklerine mahkum olmak) yüzünden izlediğini söylüyor.
Olay o kadar büyük bir çılgınlığa dönüşmüş ki Güney Korelilerin meşhur canlı video sitesi Afreeca‘da bu tip yayınlar ağırlık kazanmaya başlamış. Günlük 3 milyon ziyaretçi toplayan sitede 5 binden fazla kanal muk-bang paylaşıyor.
Ve ben yorumlarınızı fena halde merak ediyorum.
Görüşlerinizi paylaşın: