Eksojen obezite teşhisi konmuş pek çok kişi gibi ben de aynalarla ilişkimi kesmiştim. Bu kaçışa bir meslektaşım son verdi. Dijital kameralar yeni çıkmıştı ve artık yerli-yersiz, özgürce fotoğraf çekebiliyorduk. Bu hoyratlıktan payıma düşeni bir karenin öznesine dönüşerek aldım. Yıllardır görmemeye çalıştığım bedenim habersiz çekilen o fotoğrafta tüm “heybetiyle” karşımdaydı.
Kendimle yüzleştiğim o an kilo vermeye karar verdim. “Diyet ve Beslenme” raflarında dizili kitaplardan günler boyu notlar çıkardım. Her şeyi değiştiren, Dr. Ozan Tuncer’in “Zayıflama Diyetleri Çöpe” kitabı oldu. Şuna benzer bir cümle ile beni özetliyordu: “İdeal kilosunda olanlar acıkınca yer, doyunca durur. Olmayanlar ise acıkmadan yer, doysa bile durmaz”.
Zayıflama diyetleri çöpe atıldığı için, kendi başıma bir prensipler listesi belirledim. 1,5 senede verdiğim 50 kilo ile yepyeni bir hayata başladım. Bu serüvendeki ikinci sayfa, tamamen tesadüf eseri keşfettiğim “aralıklı oruç” oldu. 6 senedir aralıksız süren bu düzen, bedenimde ve zihnimde ummadığım kadar olumlu etkiler bıraktı.
Artık obez değil; “şişman” unvanına sahiptim. Fakat terk ettiğim o mahallede halen 1 milyar kişi yaşıyor. Türkiye, yüzde 33’lük oranla ligin on yedinci sırasında. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 1990’dan bugüne çocuk ve ergenlerdeki obezite 4 kat artmış durumda. Obezite yalnızca estetik bir kaygı değil. Tetiklediği tip 2 diyabet, kalp / damar hastalıkları, kanser, hipertansiyon, inme ve kireçlenme gibi yan hastalıklar sebebiyle toplam maliyeti 4 trilyon dolara ulaşan bir ekonomik yük.
Görünen o ki “daha az ve sağlıklı yiyin, daha fazla hareket edin” türü tavsiyeler kimsede işe yaramıyor. Hepimiz derdimizi, çaresini ve üstümüze düşenleri gayet iyi biliyoruz. Sorun, bilmek ile yapmak arasındaki göz korkutan mesafe. Neyse ki artık o dert de üstümüzden kalktı. Üstelik bir “sürüngen” sayesinde!
Diyabet bahanesiyle
Güney Amerika’da yaşayan ve “Gila Canavarı” ya da “Boncuklu Kertenkele” olarak bilinen bir zehirli sürüngen üstünde 10 yıl çalışan iki bilimci, hayvanda “GLP-1” hormonuna benzeyen bir molekül keşfetti. “Exendin-4” adını verdikleri bu bileşen aynen “GLP-1” gibi kandaki glikoz (şeker) seviyesini dengeleyen insülin ve glukagon salımını düzenleme, midenin boşalmasını geciktirme ve iştahı bastırma gibi süreçleri yönetebilmekteydi.
Zamanla ilacın diyabeti tedavi etmekle kalmayıp, kilo vermede de gayet işe yaradığı fark edildi. Yüksek tansiyon tedavisi için geliştirilen Viagra’nın cinsel performansa yönelik etkisinin keşfiyle yaşananların burada da tekrarlanacağına kimsenin şüphesi yoktu. Diyabet odaklı “exendin-4” tabanlı ilk ilaç 2005 yılında onay aldı.
Danimarkalı ilaç devi Novo Nordisk, işin zayıflama kısmına odaklanarak yıllarca, büyük bir gizlilikle çalıştı. 2017’de Ozempic, 2021’de Wegovy adlı ilaçların onayını aldı. Bu ikilinin diyabet ve kilo verme konusundaki başarısı Novo Nordisk’i Avrupa’nın en değerli şirketine dönüştürdü. Halihazırda farklı markalar altında klinik deney ya da onay aşamasında 27 emsal ilaç var.
Kamuoyunda “zayıflama ilacı” olarak bilinen bu ürünlerin hepsinin ortak vaadi iştahta azalma, kalıcı tokluk hissi ve kilo kaybı. Örneğin yine Danimarkalı Zealand Pharma’nın “amilin” hormonunu taklit eden deneysel ilacı 16 haftada yüzde 8,6 oranında kilo kaybı vaat ediyor. ABD’li Altimmune şirketinin 2028’de piyasaya çıkması hedeflenen glukagon ve GLP-1 içeren ilacı klinik deneylerde 48 haftada yüzde 15,6 kilo kaybı sağladı. Lilly şirketinin vücudun şeker parçalayan GIP hormonunu içeren seçeneği ise deneylerde yüzde 24 kilo kaybı ile dikkat çekiyor.
Gıda ve moda sektörleri zorda
Uzun süre tok kalan, acıktığı zaman çok az yiyen ve hızla kilo veren kitleler gıda ve moda sektöründe de etkilerini hissettiriyor. GLP-1 bazlı ilaç kullananlarda görülen en ortak değişim yağlı ve tatlı gıda tüketimindeki düşüş. Bu azalma oranı gazlı içeceklerde yüzde 36, atıştırmalıklarda yüzde 38, çikolatada yüzde 34. Aynı kitlenin meyve-sebze tüketiminde ise yüzde 42 artış gözlenmiş. Morgan Stanley’nin raporu, bu ilaçlar sebebiyle 2035 yılında şekerli ve tuzlu atıştırmalık pazarının yüzde 3 küçüleceğini iddia ediyor.
Daha az sayıda ve miktarda beslenen “Ozempic Kuşağı” için küresel gıda üreticilerinin tamamı şimdiden birçok seçenek üretti. Küçük porsiyonlu ve proteinden zengin bu ürünler sektörün en büyük etkinliklerinden Sweets&Snacks Fuarı’nın en hızlı büyüyen kategorisi oldu.
Moda sektörünün de kafası epey karışık. Sektörün öncüleri “beden olumlama” (body positivity) akımının baskısıyla sadece ürünlerinde değil; defile ve kataloglarında da kilolu ve obezlere alan açmıştı. Ancak bu ilaçlarla yeniden tetiklenen “zayıflık” akımı yüzünden hemen hepsi (mecburi bir yük olarak gördükleri) “kapsayıcılık” sorumluluğunu sırtından atmak üzere. Bu ilaçların yaygınlaştığı ülkelerde küçük bedenli yeni gardrop oluşturan müşteriler üreticilerin yüzünü güldürüyor. İkinci el mağazaları ise elden çıkarılan “büyük beden” stoğunu nasıl eriteceğinin derdinde.
Ayrıntıdaki şeytan
Birkaç miligram ilaçla iştahı köreltmek ve kilo vermek kulağa cazip gelse de tarafların gönüllü olarak gözardı ettiği kritik bir ayrıntı var. Kilonun “neyin kaybıyla” eksildiği.
Geleneksel obezite tedavisinde hekimler beslenme diyetinin yanısıra mutlaka egzersiz gibi yaşam tarzına yönelik değişiklikleri de salık veriyor. Ancak bu yöntem, ilaç tabanlı yeni nesil tedavilerde gözardı ediliyor. Sonuçlar pek parlak sayılmaz. Bu ilaçlarla tedaviyi egzersiz ve beslenme diyetiyle desteklemeyenlerde yüksek oranda kas ve kemik kaybı gözleniyor. Verilen kilodaki yağ oranı ise yüzde 25 – 40 aralığında kalıyor. Uzmanlar bu süreçte protein ağırlıklı beslenme ve kasları geliştirecek hafif egzersizler yapma konusunda hastaları uyarıyor. (Onay bekleyen yeni nesil ilaçların bir kısmı kas kaybı sorununu bertaraf ettiğini iddia ederken, bir kısmı da kalp ve karaciğer işlevlerinde gelişme vaat ediyor.)
Diğer bir sorun hızlı kilo verme sebebiyle ciltte yaşanan çöküntüler. “Ozempic kalçası” ya da “Ozempic suratı” şeklindeki aramalarda göreceğiniz pörsümeler plastik cerrahlar için yeni bir gelir kapısı oldu.
Tamamı “tip2 diyabet ilacı” olarak satılan bu ürünlerin uzun dönemde ortaya çıkabilecek yan etkileri şimdilik endişe verici bir bilinmezlikten ibaret.
(10 Ocak 2025 tarihli Oksijen gazetesi yazım.)
Görüşlerinizi paylaşın: