M. Serdar Kuzuloğlu

Varlık içinde insan yokluğu

Nüfus gelişmiş ülkelerde düşerken gelişmemiş ülkelerde artıyor. Çalışabilir nüfus erirken, emekli yükü artıyor. İklim şartları fakir ülkelerdeki milyonları göçe zorluyor. Zengin ülkelerde yabancı karşıtlığı artıyor. Kaderi “teknoloji” belirleyecek.

Sanayi Devrimi yüzde 80’i tarımla uğraşan halkın büyük kısmını fabrikalara ve onların çalışmasını sağlayan madenlere kaydırdı. El emeğinin yerini makinelerin aldığı bu dönüşümün merkez üssü İngiltere’de işgücü açığı sebebiyle çocuk işçi ve madenci oranı yüzde 50’ye ulaştı. Erkeklerin (nedense) yarısı kadar maaş alan kadınlar da yüzde 30 gibi hatırı sayılır bir orana sahipti. Günlük ortalama çalışma süresi 14 saate varıyordu.

Sanayi Devrimi’nin yarattığı bolluk ve bereket, onun ateşini daha da harlamak için uğraşan bilimsel ve teknolojik çabalarla birleşti. Ölümcül hastalıklar azaldı, yaşam şartları iyileşti, ortalama ömür uzadı, şehirler daha güvenli ve hijyenik hale geldi. Daha büyük şehirler daha fazla insan, daha fazla insan daha fazla üretim ve tüketim anlamına geliyordu. Ancak devamında hiç hesapta olmayan bir şey oldu: iyileşen yaşam şartları ve uzayan ömre paralel olarak doğurganlık azaldı. Bu gerileme bugün öyle bir seviyeye ulaştı ki artan nüfusa bağlı kaygılar yerini hızla eriyen nüfusa yönelik tartışmalara ve çözüm önerilerine bıraktı.

Dünya nüfusu 8,2 milyarı geride bıraktı. Bu kitlenin sağlık, güvenlik, eğitim, istihdam gibi ihtiyaçlarını görmezden gelmek imkansız. Ancak küresel çaptaki esas sorun, doğurganlığın azalması ve nüfusun kendini yenileyememesi. Üstelik bunun sebebi kıtlık, savaş ya da salgın hastalık değil; “yaşam şartlarındaki iyileşme”. Zira yaşam süresi, eğitim seviyesi ve gelir düzeyindeki artış, dünyanın her yerinde doğurma eğiliminde belirgin bir düşüşe sebep oluyor.

Fakir nüfus artıyor

Bir ülkede nüfusun yerinde sayabilmesi için dahi kadın başına en az 2,1 çocuk doğması gerekiyor. Gelgelelim bu orana yaklaşabilen hiçbir gelişmiş ülke yok. 0,72 doğurganlıkla en kritik durumdaki Güney Kore’yi 1,24 ile İtalya izliyor. Madalyonun diğer yüzündeyse karşımıza Afrika ve Asya ülkeleri çıkıyor. Afrika kıtasında kadın başına ortalama 6,7 çocukla lider Nijer. Onu Çad, Somali, Kongo, Nijerya takip ediyor. Asya’da ise Afganistan 4,3 doğurganlık oranıyla başı çekiyor. Devamında Yemen, Filistin, Irak ve Pakistan var.

Türkiye’de 2001 yılında 2,38 olan doğurganlık oranı, 2023’te Avrupa Birliğinin de altına düşerek 1,51’e geriledi. Türkiye İstatistik Kurumu bu eğilim ışığında nüfusun 2044 yılında 89 milyon kişiyle zirveyi görerek gerilemeye başlayacağını ve 2100’de 55 milyonun altına düşeceğini öngörüyor.

Demografik projeksiyonların bir diğer katmanında çalışan / emekli oranı var. Almanya 2100 yılında çalışan nüfusun üçte birini; İtalya, İspanya ve Yunanistan yarısını kaybetmiş olacak. Japonya ve Çin daha da fazla. Sağlıklı bir ekonomide 4 çalışana karşılık 1 emekli olması beklenir. Türkiye’de 1,5 çalışana 1 emekli düşüyor. Fransa daha da ürpertici: 1,3. Bozulan teraziyi dengelemek için devlet katkısı, onun için “parasal genişleme”; yani yok yere para basmak (enflasyon) gerekiyor.

Mesele doğurganlığın gerilemesi, çalışan nüfusun azalıp emekli nüfusun artması ve uzun yaşama bağlı hastalıkların sağlık sistemi üstündeki baskısı ile de kısıtlı değil. Halının altında bir de “iklim krizivar. Araştırmalar 2050 yılına dek en az 210 milyon kişinin iklim şartlarına bağlı sebeplerle yaşadığı bölgeyi terk etmek zorunda kalacağını iddia ediyor. Bu kitlenin tamamına yakını Afrika, Güney Amerika ve Asya’da. Yani aynı zamanda nüfusun en hızlı arttığı ülkeler.

Varoluş bunalımı

Özetle önümüzdeki dönemde gelişmiş ekonomiler varlığını sürdürebilmek için şu ana dek kendilerinden mümkün olduğunca uzak tutmaya çalıştığı düşük refah seviyesindeki ülkelerin “insanlarına” muhtaç kalacak. Siyasi, ekonomik ve kültürel hazırsızlık bir yana; nüfusu eriyen müreffeh ülkelerdeki göçmen karşıtı söylemin yükselişi, sancılı bir geçiş sürecinin ipuçlarını veriyor.

Bu tablodaki en belirleyici değişken, Sanayi Devrimi’ndekiyle aynı. “Teknoloji” önümüzdeki dönemde hiç olmadığı kadar belirleyici olacak. Otomasyon, insansı robotlar ve yapay zeka sektörü öngörülene alternatif bir gelecek vaat ediyor. İnsanın aklına ve bedenine ihtiyaç duyan iş ve süreçlerin teknolojiyle yürütüleceği bir yaşam gayet olası bir ihtimal. Bu seçenek bir yanıyla düşük bütçeli distopik film senaryolarını çağrıştırıyor: Varlıklı, sağlıklı ve mutlu bir azınlığın yalıtılmış şehirlerde yaşadığı, milyarlarca insanın giderek azalan kaynaklara ve yaşam alanlarına mahkum kaldığı bir hayat. Üstelik bu iki kesimin birbirine en ihtiyaç duyacağı bir dönemde!

Bu senaryonun belirleyicisi “insanlığa hizmet eden teknoloji” ile “bir grup insana hizmet eden teknoloji” arasındaki fark olacak.

(4 Nisan 2025 tarihli Oksijen gazetesi yazım.)


Yorumlar

4 yanıt

  1. melih özçelik avatarı
    melih özçelik

    Küresel zengin elitlerin nasıl hesaplar peşinde olduklarını kestirmek zor değil.. Robot teknolojisi gelişecek Zenginler “Neom” tarzı şehirlerine çekilecekler Dışarda kalanın canı çıksın. Herşeyi köleler ve robtlar yapacak Bunun esajlarını da yıllardır Distopik filmler vasıtasıyla veriyorlar.. Bu güne kadar ne dediler de olmadı ? ABD -Çin savaşında artan gümrük vergileri sanki ekonomik düzenin 80 öncesi karma Ekonomi sistemine dönüşün sinyallerini veriyor O zaman ABD pazarına mal sattmak deveye hendek atlatmaktan zordu.. 80 öncesi nasıldı hatırlayalım.. AET in ekonomi politikları karma ekonomi(devlet destekli özel şirketler) ve Sosyal demokray halkçı siyaset. tekrar buna dönülürse sermaye akışkanlığı yavaşlar ve dünya tekrar eski ABD hegomonyası günlerine geri döner.. Peki. Biz neden bundan vazgeçtik kardeşim.Global ekonomi diyerek Bir avuç zengini dahada zenginleştirip Dünyaya hükmetsinler diyemi ? Umalımda vakit çok da geçmiş olmasın. Her ulus kendi yağıyla kavrulsun Küreselciliğin sebebi savaşlar sona ersin. İnsanlar Mutlu mutlu yaşasın..

  2. Deniz Güman avatarı
    Deniz Güman

    Fakirlik mi yoksa savaş şartları mı? Hangisi acaba doğurganlığı arttırıyor, etkiliyor olabilir? Aralarında bir ilişki var mı acaba?Bende bunu merak ettim. Doğum oranın arttığı yerler arasında Afganistan, Filistin ve Afrika ülkeleri olması benim biraz şaşırttı doğrusu. Bende bunu araştıracağım.

    1. M. Serdar Kuzuloğlu avatarı

      Buna yönelik genel kabul şöyle: Fakir ülkelerde çocuk sayısı ailenin ücretsiz işgücünü (de) temsil ettiği için bir bakıma “insan kaynağı / sermayesi” işlevi görüyor. Savaş hallerindeyse hayatta kalma, soyunu sürdürme güdüsü genellikle çocuk sahipliğinde artışa sebep oluyor.
      Şartlara ve kültürlere özel ek gerekçeler de vardır elbet.

  3. Enes Inceoz avatarı
    Enes Inceoz

    Bu yazıyı okurken aklıma lisede coğrafya derslerinde uzun uzadıya değerlendirdiğimiz nüfus piramitleri geldi. Çan şekli piramitler, arı kovanı piramitler vs. O piramitler ülkelerin demografik yapısının değişimiyle ilgili ciddi mesajlar veriyordu. Hatta eğitim seviyesinin en belirleyici faktörlerden biri olduğundan bahsetmişti hocalarımız.
    Bence günümüzde Z jenerasyonunun hayatını inşaa etmesi bir önceki jenerasyonlara nazaran daha fazla emek ve zaman gerektiriyor ve bu da aile kurmak çocuk sahibi olmak vs. gibi hedeflerden bizim jenerasyonumuzu daha da uzaklaştırıyor ya da geciktiriyor. Ben bu aşamadaki zorluğun da her jenerasyonla birlikte katlanarak devam edeceğini öngörüyorum, zira geçmişte eğitim almak, çalışmak, meslek öğrenmek bir şeyleri başarmak için önemli bir kriterken günümüzde, tıpkı sizin “Meritokrasi” bölümünüzde söylediğiniz gibi bir şeylere erişmek için çok da önemli bir faktör teşkil etmiyor. Çevremde master yapmakta olan akranlarım iş bulmakta zorluklar çekerken, lise terk tanıdıklarım otomobil sahibi olup bedelli askerliğini kendi cebinden ödüyor, üstüne bir de yüklü bir birikim yapabiliyor.
    Sonuç olarak eğer eğitim seviyesi ciddi bir faktörse, bu sistemin de değişeceğini öngörüyorum, bence ileride herkesin, her ailenin çocuklarının eğitim alınması, okuyup yetiştirilmesi “fakülte bitirilmesi” konusunda bir hassasiyet taşımayacağını çünkü bunun faydadan çok, maddi anlamda zararlar getirdiğini, engellere yol açtığını düşünecekler, çünkü “sistem” buna yol açıyor. Bu durum da tekrardan erken yaşlarda evlenilmesi ve çocuk sahibi olunması gibi sebeplere yol açabilir, bunun öne çekilmesi doğurganlık oranında bir değişime yol açar mı sorusu da kafama şimdi takıldı, yaşayıp göreceğiz.

Görüşlerinizi paylaşın: