M. Serdar Kuzuloğlu

“Ömrümüz daha fazla uzamayacak”

Sürekli şikayet etmemize rağmen hep daha uzun sürmesini dilediğimiz yaşamın süresini iki asırda iki kat uzatmayı başardık. Daha da ötesi mümkün mü?

Ben Oksijen gazetesini basılı haliyle okuyanlardanım. Hayatımdaki neredeyse her şeyin dijital; dolayısıyla dokunulamaz olmasının yarattığı temas açlığını bir nebze de olsa bastırıyor. Sayfalarda ilerlerken sırasıyla aşk ile haşrolan yaşamı, sağlıklı beslenmenin faziletlerini, uzun bir ömür uğruna dikkat edilesi ne çok şey olduğunu hatırlıyor ve moda dünyasının kendine has dertleriyle huzur buluyorum. Tam hayata dört elle sarılmışken ilerleyen sayfalarda ekonominin korkunçluğunu, çevreyi katletme uğraşlarını, iklim ve gıda krizlerini, halkın çaresiz isyanlarını okuyarak tekrar normale dönüyorum. Kültür ve sanatla umutlanmak için geçtiğim O2 eki ise bir türlü çözemediğim bulmaca sayfamızın hüznüyle sona eriyor.

Yaşama hangi sayfanın ruhuyla bakmalıyım, bilmiyorum. Çoğunuz gibi sağlık konuları benim de ilgimi çekiyor. Fakat artık sağlık da tek başına bizi kesmiyor. Uzun yaşamak istiyoruz. Aklıma hep o meşhur söz geliyor: “Herkes cennete gitmek istiyor ama kimse ölmek istemiyor”. Kitaplara, şarkılara konu olmuş bu kalıp, esasen ulaşmaya çalıştığımız hedefler uğruna üstümüze düşen sorumluluklardan kaçışımıza atıf yapsa da bizzat kendi yaklaşımı adına dahi düşünmeye değer.

Her fırsatta yakındığımız bu hayatı daha uzun yaşamak için sürdürdüğümüz gayretin meyvesi yabana atılır türden değil. Taş Devri’nden Sanayi Devrimi’ne dek 20 ile 40 yıl arasında gezinen ortalama insan ömrü, bilim ve teknolojinin tarımdan sağlığa etkileriyle bugün dünya genelinde 75 yıla dayandı. Gelgelelim Ayşegül Çoruhlu ve Mark Hyman’ı tatmin etmek mümkün değil.

Ölümsüz seçkinler

Bedenimizin kendini yenileyebilmesini sağlayan “telomer” adlı DNA uçları aynen maaşlarımız gibi her döngüde işlevini biraz daha yitiriyor. Böylece başlayan yaşlanma ise ölümle son buluyor. Telomerlerimiz yenilenmeyi en kusursuz koşulda 130 yıl sürdürebiliyor. Deniz kaplumbağası, ıstakoz ve balina gibi deniz canlılarının telomerleri bize göre çok daha uzun ömürlü. Hatta “hidra” adlı minik bir su hayvanı, kendini sürekli yenileyen kök hücreleri sayesinde biyolojik olarak ölümsüz yapısıyla uzun yaşam simyacılarının nirvanası. Basit bir ifadeyle: telomerlere hükmedebilirsek, ölüme de meydan okuyabileceğiz.

Ölümsüz bir yaşam (bence) teknikten çok felsefi tartışmalara muhtaç. Sonsuzluğun sıkıcılığı, ve yalnızlığı bir yana; bu ayrıcalığın kimlere tanınacağı, faniler için üreteceği fırsat eşitsizliği gibi yüzlerce soru ve konu var. 300 yıl yaşamak kimileriniz için heyecan verici bir fantazi olabilir. Bu ihtimal bana sadece Recep Tayyip Erdoğan’ın kırk dokuzuncu sefer başkan seçilebilmek için gündeme getireceği yirmi üçüncü anayasa paketi gibi şeyler fısıldıyor. Elitlerin sonsuzluğu, sıradanlar için (“Groundhog Day” filmi benzeri) sonsuz bir çile.

Sınıra dayandık

ABD / Illinois Chicago Üniversitesi Epidemiyoloji ve Biyoistatistik Profesörü Jay Olshansky’nin uzun yaşam konusunda epey ses getiren araştırmasına The New York Times gazetesinde denk geldim. Çalışma uzun ömür süreleriyle dikkat çeken İspanya, İsveç, İsviçre, Fransa, İtalya, Avustralya, Japonya, Hong Kong ve Güney Kore’de 1990 – 2019 yılları arasında doğanları temel alıyor (ortalama yaşamı kısa olmasına rağmen ABD de dahil edilmiş).

Demograf James W. Vaupel 2000 sonrası doğan çocukların ortalama 100 yıl yaşayacağını ileri sürüyordu. Son araştırmanın başındaki isim Olshansky de 1990’da yayımladığı (ve 969 yıl yaşadığı varsayılan Nuh peygamberin babasına ithafen “Metuşelah’ın Peşinde” adını taşıyan) makalesinde ömrün sürekli uzayacağını savunuyordu. Ancak bu yazıya konu son yayını bu fikirde değil. Tıp alanındaki bütün teknolojik gelişime rağmen Olshansky’ye göre insan ömrü dünya ortalamasında 87 yıldan öteye geçemeyecek (Erkeklerde 84, kadınlarda 90). Konuyla ilgili saygın bilimciler de araştırmanın temellerinin sağlam ve tartışma götürmez olduğu iddiasında.

Olshansky çalışmasında ortalama ömrü kademeli olarak 80’lere ulaştırmanın nispeten kolay fakat bunun ötesine taşımanın son derece güç olduğunun altını çiziyor. Hiçbir aksilik olmasa dahi iç organların işlevini yitirmesi bizi kaçınılmaz sona yaklaştırıyor. Önleyici tıbbın taktikleri de bu süreci değiştirmeye (henüz) yeterli gelmiyor.Sonsuz olmasa bile daha uzun bir ömür arayışı, daha iyi bir şeylerin olma ihtimali yüzünden sonsuza dek sürecek. Vaadimiz ve hayalimiz net: Bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız.

(18 Ekim 2024 tarihli Oksijen gazetesindeki yazım.)



Yayın Tarihi:


Yorumlar

3 yanıt

  1. melih özçelik avatarı
    melih özçelik

    Bu yaşam meseleşihep ilgimi çekmiştir amirim ve sürenin uzatılmasına yönelik bu anlamsız çabayı da anlamakta zorlanmışımdır. Evren ve sınırsız boyut kavramı beynimin bir köşesinde dururken, ancak algımız kadar anlayabildiğimiz ve anlamlandırabildiğimiz yaşamı uzatmaya çalışmak yerine, insan olduğumuzu hatırlayıp mutluluğun aslında başarı denilen şeyi kovalamak olmadığını özgürlük peşinde koşmanın gerekliliği konusunda çaba harcasak ,tanrı ve krallardan kendimizi azad edip gerçekten rahatça ifade edebildiğimiz ortamlarda bulunmaya çalışsak ,sanırım uzun yaşamaktn çok daha iyi bir iş yapmış oluruz. Mesele ne kadar uzun yaşadığın değil nasıl yaşadığın olmalı..

  2. mustafa iren avatarı
    mustafa iren

    Yazı için teşekkür ederim. İnsanın ömür uzunluğunu istemesi ilgi çekici bir konu.

    Ölümü daha iyi idrak edebilirsek ömrümüzü uzatmaktan ziyade daha verimli yaşamaya odaklanabiliriz diye düşünüyorum. Tabi ki elinde daha çok zaman bulunduran birisi az zaman yaşayana göre bir şeylere erişime hızı yavaş da olsa sonunda yürüdüğü yolda diğerleri elendiği için erişebilecektir. Fakat bu elde edilen şey artık insanı tatmin edecek mi orasını bilemiyorum.

    Yukarıdaki elitler ile ilgili sözün tersi olursa nasıl olur acaba diye de düşünmeden edemedim. Elitlerin ömrü kısalır ve sıradanların ömrü uzarsa, sıradanlar elit mi olmaya başlar yoksa durum şu andakinden daha mı kötü olur..

  3. Sedat avatarı
    Sedat

    ‘ben’ olgusu veya ‘ben hafızası’ elektrik sinyallerinin nöral ağlar içindeki döngüsüyle ayakta duruyor diye biliyorum. Benzer şekilde çalışan Sun’i metalik yapay zakaya bugün neler öğreten ve yaptıran insanoğlu biyolojik gerçeğine neler yaptırmaz? diye düşünmeden edemiyorum.

Görüşlerinizi paylaşın: