Kimileri doğal kaynakların ele geçirilmesi adına olduğunu şiddetle reddetse de en basitinden ‘Kara Elmas’ın keşfinden bu yana Ortadoğu’nun çektikleri malum. Üstelik yaygın kanının aksine petroün keşfi yakın geçmişe dayanmıyor.
Sabrınız varsa birkaç paragrafta iki yüz yıllık bir tarihi özetlemeye çalışacağım.
4 bin yıl öncesinde Heredot metinlerinde Babil’in duvar ve kulelerinde (yarı-katı bir petrol formu olan) asfalt kullanıldığı, şehrin her tarafında petrol kuyuları olduğundan bahsedilir. 9. yüzyılda Bağdat yolları asfalttan mamuldur. Bilinen en eski petrol kuyusu Çin’dedir ve milattan önce 350 yılına aittir. Bugün Azerbaycan’ın başkenti Bakü’deki petrol yatakları Marco Polo’nun anılarında dahi bolluğu, bereketiyle anılır.
Gel gelelim o dönemler kimse asfalt ve duvar yapımında kullanılan bu doğal kaynak için şeytani planlar kurmaz.
Ta ki 19. yüzyıla kadar.
Rus kökenli Dubinin kardeşler 1823’te fabrikalarında petrolden gazyağı üretmeyi başarır. 1854’te ABD’nin Yale Üniversitesi’nden Profesör Benjamin Silliman petrolü damıtmanın yöntemini bulur ve bir anda dünyanın dört bir tarafında petrol bambaşka kullanım alanlarına kavuşur. 1859’da ABD topraklarında petrol kuyuları açılır. O dönemki ABD petrol kapasitesi yıllık 2 bin varildir (bugün 2 milyar varilin üstünde). 1861’de o dönem dünyanın petrol ihtiyacının yüzde 90’ını karşılayan (ve bugün dahi Azerbaycan’ın dönüşümünde rol oynayan) Bakü’de Ruslar ilk modern petrol rafinerisini kurar ve damıtma işlemine başlar.
Petrolün petrol olması…
Petrolün stratejik öneme sahip olması 20. yüzyılda gerçekleşir. 1939-1945 yılları arasındaki 2. Dünya Savaşı’nın en önemli bileşenlerinden biri haline gelir. Bombardımanlarda bile öncelikli hedefler rafineriler ve petrol kuyularıdır.
Osmanlı’nın parçalanışı, bugünkü Ortadoğu’nun nice irili-ufaklı muharebe ve savaşla şekillenmesi ve sonrasında yaşanan olaylar birazcık tarih okumuş herkesin malumu. Detaylarına burada girmeyeceğim.
Bugün üretim açısından dünyanın en büyük petrol ülkeleri sırasıyla Suudi Arabistan, Rusya ve ABD. Ve çoğu kişinin bilmediği bir ayrıntı olarak ABD’nin arka bahçesinin yaramaz çocuğu Venezuella dünyanın en büyük petrol rezervinin sahibi (Hugo Chavez ile haybeye uğraşmıyorlar anlayacağınız).
Yazının konusu petrol değil ama anafikri tamamlaması açısından popüler ve bütünleyici bir örnek oluşturuyor. Petrolün önemi bugün ulaşımdan üretime, günlük ihtiyaçlardan kozmetiğe kadar aklınıza gelen her konuda temel bileşenlerden biri olması. Örneğin ulaşım araçlarının yüzde 90’ı petrole bağlı. Sanayii tarafını, elektrik üretimi siz düşünün (Petrolsüz bir hayatı tam olarak hayal edebileceğinizi sanmıyorum).
Ülkelere ait petrol yataklarından bahsederken o kaynakların o ülkelerin olduğu hissine kapılabiliyoruz. Mantık bunu gerektiriyor çünkü. Oysa hepimiz bal gibi biliyoruz ki o kaynaklar –de fakto olarak- toprağından fışkırdığı ülkenin değil, tepesine çöreklenen uluslararası, yarı-karanlık, sahipleri bile bilinmeyen dev şirketlerin.
Öyle olmasaydı dünyanın en gelişmiş, en müreffeh ülkeleri denince aklımıza İran, Suudi Arabistan, Venezüella gibi farklı bir sıralama gelmesi gerekirdi.
Ne kadar kıt, o kadar değerli
Petrolü önemli kılan şey yaygın kullanım alanı kadar kısıtlı olması. Bugün değerli maden olarak nitelendirdiğimiz her şey nadirliği oranında kıymetleniyor.
Son yılların en popüler madeni altına bakalım. 2011’de çıkarttığı altına göre ilk 10 ülke şöyle sıralanıyor (rakamlar ton cinsindendir):
1 | Çin | 355 |
2 | Avustralya | 270 |
3 | ABD | 237 |
4 | Rusya | 200 |
5 | Güney Afrika | 190 |
6 | Peru | 150 |
7 | Kanada | 110 |
8 | Gana | 100 |
9 | Endonezya | 100 |
10 | Özbekistan | 90 |
Çıkan bunca altın ne oluyor diye merak ederseniz, ilginç bir dağılım öyküsü var.
3 milyar yıllık sabrın sonu
Karbonun 1 ile 3 milyar yıllık süreçten sonra dönüştüğü bir form olan elmas doğal olarak çok daha nadir, çok daha kıymetli (ve elbette çok daha pis olaylara sahne oluyor). Yukarıdaki altın üretimiyle kıyaslamanız için dünya çapındaki yıllık toplam elmas üretiminin sadece 26 ton olduğunu hatırlatayım. Yani çok çok ender bir formdan bahsediyoruz.
Eğer gerçek sahipleri elmastan nasiplenseydi (belki bir kısmınızın adını bile duymadığı) şu ülkeler de bambaşka bir hayat yaşıyor olacaktı:
- Angola.
- Orta Afrika Cumhuriyeti.
- Liberia.
- Sierra Leone.
- Fildişi Cumhuriyeti.
- Kongo.
- Zimbabwe.
Ama dünyanın kaymağını yeme konusunda gerçekler biraz farklı.
Buraya kadar okuduysanız teşekkür ederim. Çünkü esas mesele şimdi başılyor.
John Craig Venter Amerikalı bir biyolog ve Celera Genomics adlı şirketin sahibi. Celera ve sahibi Venter, distopik bilim-kurgu filmlerindeki karanlık şirket ve patronu klişesinin tam karşılığı (ben öyle görmüyorum).
Venter, Genom Araştırma Enstitüsü‘nün (ya da daha bilinen ismiyle J. Craig Venter Enstitüsü’nün) kurucusu. Bu enstitü, Venter’in sahibi olduğu Celera şirketinin ana faaliyet alanı olan ‘genetik olarak kişiselleştirilmiş tedavi‘ konusunda araştırmalar yürütüyor.
Venter’ın özelliği, kendisini adadığı tüm sağlık sistemini (dolayısıyla dünyanın kaderini) değiştireceğine inandığı bu arayışta kendisini denek olarak kullanması. Şirketi Celera’nın kuruluş amacı insan geninin tamamını düşük maliyetle ve kısa sürede çözerek ticari olmayan kullanımlar için bütün insanlığın kullanımına sunmaktı. Bu hedefe planlanandan 3 yıl önce ulaştı.
Keşfin sonuçlarını J. Craig Venter dönemin ABD Başkanı Bill Clinton ile beraber Beyaz Saray’da bir basın toplantısıyla açıkladı (Aşağıda 40 dakikalık bu tarihi basın toplantısının kaydı var. İnsanlık tarihinin bu kadar önemli anlarından biri için çok da uzun sayılmaz. Clinton gerçekten etkileyici anektodlarla bezeli güzel bir konuşmayla duyuruyor bu yeni çağı).
Aşağıdaki animasyondaysa insan genine yönelik meşhur araştırmanın birkaç dakikalık özeti var. Ne yazık ki Türkçe değil. Ancak hücre yapısı, genler, kromozomlar ve DNA hakkında güzel (özet) bilgiler içeriyor. DNA’nın nasıl proteinlerin üretimini tetikleyip bir dizi olay sonucu nasıl yeni yapılanmalar oluşturduğunu görselleştirerek anlatıyor. (Keşke böyle şeylerin Türkçesi de olsa, değil mi?)
İlginç bir ayrıntı olarak kendi DNA’sını açtığı bu araştırma sonucunda Venter’in genetik olarak Alzheimer, göz bozukluğu ve şeker hastalığına yatkın olduğu ortaya çıktı.
Her şeyi değiştirecek ‘bir şey’
Venter daha sonra laboratuar ortamında kendine ait bir teknikle, kimyasal bileşenleri kullanarak basit bir bakterinin DNA dizilimiyle yapay ortamda daha önce var olmayan, yeni bir bakteri yarattı (yaratmak yoktan var etmektir, Allah’a mahsustur tartışmalarına girmeyelim . Çünkü orada işler hem yolundan sapıyor hem de Allah’a havale etmemizi gerektiren soruları tetikliyor. İçiniz rahat ettiyse ‘türetti‘ de diyebiliriz. Bu -bence- çok önemli değil).
Peki bu ne demek? Bunun için dün paylaştığım Ernesto Sirolli‘ye ait TED konuşmasından bir alıntı yapmam gerek.
1860 yılında New York’un geleceğini kestirmek için toplanan uzmanlar 100 sene içinde şehrin yok olacağını öngörür. Çünkü taşımacılık için kullanılan atlara bağlı sistemlerden yola çıktıklarında 1960 yılında New York nüfusunu taşımak için 6 milyon ata ihtiyaç duyulacağı ortaya çıkar. Bu ne üretim, ne besleme, ne saklama, ne de yemleme açısından mümkün değildir. Oysa 40 yıl sonra 1900’lerde ABD’de 1.001 (bin bir) tane otomobil markası vardır. Teknoloji kendine ait çözümler bulmuş ve New York’u beklenen kıyametten kurtarmıştır.
Venter’a ve DNA’lara dönelim. Venter hayalini gerçekleştirebilirse değerli madenlerden yakıtlara kadar pek çok şeyi yapay; hatta mevcut doğal formlardan çok daha verimli, dayanıklı, ekonomik, temiz, doğayla uyumlu halde üretmek mümkün olacak (insan, hayvan ya da yedek organ üretme kısımlarına hiç girmiyorum). Litresi 10 kuruşa mal olacak ve benzinin yerini alacak bir maddenin egemen güçleri, devletleri ve kartelleri; özetle bütün dünyayı, insanlığı nasıl dönüştüreceğini düşünün! (1860’ta New York’taki uzmanlara otomobili hayal ettirmek gibi, değil mi?).
Böyle bir gelecek mümkün. Üstelik sandığımızdan çok daha yakın olabilir.
Ben yazıyı bu geleceğe bakmak için başlamıştım ama şimdiden almış, yürümüş. Dolayısıyla biyoetik, komplo teorileri, kara bilim gibi kavramları da içeren bu heyecan verici kısma yönelik tahmin, öngörü, fantezi ve hayalleri sizin yorumlarınıza bırakıyorum.
Söz sizde.
Görüşlerinizi paylaşın: