Kurumaya fırsat bulamayan otlar üstüne

Dijital platformların yarattığı imkanlar ile sabırsızlık hali gerçek bir yumurta-tavuk açmazıyla ortak kültürün kuyusunu kazıyor.

Geçen hafta ortodontistlere yaptığım konuşmanın ardından izleyicilerden biri yanıma geldi. “Sizi ilk defa 1 hızında dinledim. Çok ilginç geldi.” dedi. Kısa bir duraklamanın ardından ne demek istediğini anladım. YouTube’da videoları sürekli 1,5; hatta 2 kat hızlandırarak izlediği için gerçek konuşma hızımı ve ses tonumu ilk defa duymuştu. Fırsatı olsaydı sahnedeki beni de “x2” tuşuna basarak yarım saatte tüketmek isterdi eminim.

ABD’de yaşayan bir arkadaşımla yazışırken Nuri Bilge Ceylan’ın “Kuru Otlar Üstüne” filmini ne kadar beğendiğimden bahsediyordum. “Belki seni zorlayabilir; 3 saat 17 dakika.” diye uyardım. “Sinemada asla izlemem. Dijital platforma gelirse atlaya-zıplaya seyrederim.” diye cevapladı. Ekranda beliren yanıta bakarken Yönetmen Ceylan’ın kurgu masasındaki çilesini düşündüm. Her eser sahibi gibi zihninde şekillendirdiği “o” izleyiciyi hayal ederek, her bir karesiyle ayrı ayrı ilgilenmiş olmalıydı. Fakat “o seyirci”, kutup ayısı kadar nadir bir türe dönüşmüştü çoktan.

“Mayıs Sıkıntısı”nı hiçbir sıkıntıya girmeden, arada Instagram Story’lerine bakıp, WhatsApp mesajları yanıtlayarak izlemiş; hatta belki “sıkıldığı” için kapatmıştı.

Yıllar önce video platformu Vimeo’da “3 saniyelik film özetleri” gibi bir kanala denk gelmiştim. James Cameron’ın (3 saat 14 dakikalık) Titanic’ine bakmadan edemedim. Video birer saniyelik üç sekanstan ibaretti: limandan ayrılış, Jake ve Rose’un öpüşmesi ve batış. Titanic denen film belki sahiden bundan ibaret. Fakat durum Woody Allen’ın Tolstoy’un bin 800 sayfalık romanına atfen “hızlı okuma kursuna gidip Savaş ve Barış’ı okudum. Olaylar Rusya’da geçiyordu.” esprisinden öte değil.

Özet geç!

Dijital müzik platformlarındaki şarkıların hepsini dinlemek için 600 yıla ihtiyacımız var. Her gün eklenen 100 binden fazla yeni şarkı da cabası. Bu gerçeğin kaçınılmaz sonucunun “seçicilik” olması beklenebilir ancak kullanıcıların genel eğilimi “atlamak”.

551 milyon üyesiyle bu alandaki en meşhur hizmet Spotify, eser sahiplerine telif ödemek için en az 30 saniye dinlenme şartı koşuyor (Ödediği de 0,003 ile 0.005 dolar arası). Gelgelelim dinleyicilerin çok az bir kısmı bir şarkıya bu kadar süre “katlanıyor”. 

Çözümü 2014 yılında “Vulfpeck” grubu buldu. Spotify’a özel yayımladığı “Sleepify” adlı albüm, tamamen sessizlikten ibaret 30 saniyelik 10 parça içeriyordu. İronik bir şekilde rekor sayıda dinlenen albüm, grubun turne için ihtiyaç duyduğu 20 bin doları fazlasıyla kazandırdı. Olay medyada geniş yankı bulunca, platform albümü yayından kaldırdı.

Yatırım bankası JP Morgan geçtiğimiz ay yayımladığı raporda Spotify’a yapay zeka ile üretilmiş bir albüm yükleyip cep telefonundan “loop” şeklinde sürekli dinleyerek ayda bin 200 dolar kazanılabileceğini iddia etmişti. Spotify’ın kurucu CEO’su Daniel Ek ise Twitter hesabında sistemin (artık) öyle işlemediğini ve bu senaryonun imkansız olduğunu söyledi.

Ortak kültürün sonu

Yine de analizler Spotify sonrası çağda ortalama şarkı süresinin yarıya indiğini gösteriyor. Bazı albümlerin dijital platformlara özel kısa versiyonları dahi bulunuyor. Aynı sebeple “intro” olarak adlandırılan giriş kısımları yok denecek kadar kısalmış durumda. Europe grubunun son geri sayımdan dem vurduğu 1986 tarihli “The Final Countdown” şarkısındaki 1 dakika 27 saniyelik giriş, bugün kimsenin cesaret edemeyeceği türden bir “çılgınlık”. Eğer Dire Straits kariyerine bugün başlasaydı, insanlık 2 dakika 4 saniye uzunluğundaki efsanevi girişiyle “Money for Nothing” şarkısından mahrum kalacaktı. (Ki ironik şekilde bu şarkı bizzat gelmekte olan ve müziği kökten değiştirecek bu yeni akımı eleştiriyordu.)

Size kıyamadığımdan en kısa girişli halini buldum!

Peki Tolstoy’un romanları, Ceylan’ın filmleri, Iron Maiden’ın albümleri yeni muhataplarına nasıl ulaşacak? Derdin dermanın ta kendisi olması misali ara çözümü yine teknoloji bulacak gibi. Örneğin TikTok’ta başlayan yeni bir akım, dizi ve filmleri birer dakikalık kesitlere bölerek onları bir şekilde “platformun ruhuna” uyduruyor. Daha cüretkar olanları ise sadece (kendince) önemli bulduğu kısımlardan parçalar oluşturarak yayınlıyor. İkinci türün daha çok tercih edildiğini tahmin etmek güç değil. Böylece aynı isim altında yüzlerce farklı remiksiyle izlenmiş ve dinlenmiş; ve her biri bambaşka algılar yaratmış alternatif bir kültür doğuyor.

Ben “Kuru Otlar Üstüne” filmini izledim. Belki siz de. Fakat ikimizin de aynı filmi izlemiş olmamız her geçen gün daha da düşük bir ihtimale dönüşüyor.

(13 Ekim 2023 tarihli Oksijen gazetesindeki yazım.)

Yorumlar

Görüşlerinizi paylaşın: