M. Serdar Kuzuloğlu

Küresel platformların yerel sınavları

Uluslararası internet hizmetleri ulusal politikalardaki ani değişimlerine ayak uydurma sancısı çekiyor. Ve alabildiğine bocalıyor. Turpun en büyüğü ise bizim heybede.

25 Aralık 1995’te Türk bandıralı bir yük gemisi Bodrum’un 6 kilometre açığındaki Kardak Kayalıkları’nda (Imia) karaya oturdu. Yunan kurtarma ekiplerinin yardım talebi kaptan tarafından Türkiye karasularında oldukları gerekçesiyle geri çevrildi. “Figen Akat” isimli gemi bir süre sonra kendi çabalarıyla kurtularak seferine devam etti. Tarihi bir gerilim safrası bırakarak.

Türkiye ile Yunanistan’ı savaşın eşiğine getiren ve “Kardak Krizi” olarak anılan süreç böylesine sıradan bir olayla başladı. Olayın ardından her iki taraf kayalığın kendisine ait olduğunu iddia etti. Yunan medyasının ateşi iyice harlamasıyla bir papaz ve belediye başkanı kayalığa çıkarak milli marş eşliğinde Yunanistan bayrağı dikti. Hemen ardından çıkarma yapan bir grup Türk “gazeteci” işi bir adım öteye taşıyarak Yunan bayrağını indirdi ve göndere Türk bayrağını çekti.

Bunun üzerine Yunan Deniz Kuvvetleri olaya dahil oldu ve kayalığa asker çıkararak civarı ablukaya aldı. Türkiye yanıtını helikopterler ve Sahil Güvenlik gemilerinin de eşlik ettiği bir operasyonla verdi. Başarılı bir şaşırtma taktiğiyle SAT komandoları kayalığa çıktı, Yunan bayrağını indirip sancağı yeniden ele geçirdi. Bu esnada keşif için havalanan bir Yunan helikopterinin düşmesi üç askerin ölümüne yol açmıştı.

Kaçınılmaz bir savaşa doğru gidildiğini anlayan dönemin ABD Başkanı Bill Clinton, iki tarafı da sükunete davet ederek daha önemli konulara odaklanmalarını salık veriyordu. Kardak Krizi tarafların ortak çabalarıyla 30 Ocak 1996 tarihinde son buldu. İki ülke bayraklarını ve askerlerini toplayıp ülkelerine döndü.

Üstünde hiç kimsenin yaşamadığı 10 dönümlük sarp ve çorak bir kayalığın NATO üyesi iki ülkeyi savaşın eşiğine getirmesi kimilerine çılgınlık gibi gelebilir. Fakat kıta sahanlığı denen mesele devletler arası ilişkilerdeki en hassas konulardan biri. Çin’in sınırlarını genişletmek için tonlarca toprak ve kaya taşıyarak Güney Çin Denizi’nde yıllardır inşa ettiği yapay (askeri) adalar da aynı stratejinin ürünü.

II. Körfez Krizi

Dijital çağdaki emsal krizler için ne asker gerekiyor ne de mühimmat. Yine de dijital hizmetler üzerinden yürüyen kansız diplomasi savaşları da en az geleneksel örnekleri kadar sorun yaratabiliyor. Şu günlerde ABD ile Meksika’yı karşı karşıya getiren “Körfez Krizi” gibi.

20 Ocak’ta görevi ikinci kez devralan ABD Başkanı Donald Trump, imzaladığı bir kararnameyle 400 yıldır “Meksika Körfezi” olarak anılan bölgenin ismini “Amerika Körfezi” olarak değiştirdi. Kanunlar gereği ülkedeki bütün haritalar bu şekilde güncellendi. Dünyanın en çok kullanılan haritası Google Maps ise (küresel bir platformdan beklendiği şekilde) bir süre ölü taklidi yaptı. Ancak tepkisiz kalmanın mümkün olmadığını anlayan şirket arayı yine “dijital” bir çözümle buldu. Kararnamenin geçerli olduğu ABD’den bağlananlar bölgeyi “Amerika Körfezi”, dünyanın kalanı ise (Uluslararası Hidrografi Kuruluşu’nun da tescil ettiği şekilde) “Meksika Körfezi” olarak görecekti.

Her şeyi çözmesi beklenen bu adım iki tarafı da tatmin etmedi. Meksika Devlet Başkanı Claudia Sheinbaum, Google’ın Kamu Politikalarından Sorumlu Başkan Yardımcısı Cris Turner’a bir mektup yazarak kararı kınadı ve açıklama istedi. Turner, hukuki yükümlülüklerini yerine getirdiklerini belirterek konuyu mahkemeye taşımaya hazırlanan yönetim ile bizzat görüşme talebinde bulundu. Sözkonusu bölgede ABD’nin yüzde 46, Meksika’nın ise yüzde 49 payı olduğunu hatırlatan Başkan Sheinbaum, konuyu Birleşmiş Milletler’de gündeme getirmeye hazırlanıyor.

Çeşitliliğin sonu

Trump yönetiminin dijital platformlar üzerinde yarattığı etki (ve baskı) bununla da sınırlı değil. Yeni hakim zihniyetten takvimler dahi payını almış durumda. Geçtiğimiz günlerde Google Takvim hizmetinin özel gün ve haftaları gösteren bölümünden siyahlara, kadınlara ve LGBTQ+ kesimine ait olanlar sessiz sedasız kaldırıldı. Google Sözcüsü Madison Cushman Veld, karara gerekçe olarak sözkonusu özel günlerin iş modelleri için “sürdürülebilir” olmamasını gösterdi. Artık takvimde sadece ulusal bayramlar ve günler yer alacaktı.

Çeşitlilik ve kapsayıcılık alanında nam salan Facebook, Instagram ve WhatsApp’ın çatı şirketi Meta da durumdan vazife çıkarmakta gecikmeyenlerden. CEO Mark Zuckerberg, işe alımlarda LGBTQ+ toleransına son verdiklerini ve mecralarında bu kesime yönelik nefret içeren yorumlara yönelik yaptırımları kaldırdıklarını açıkladı. Gerekçesi gayet netti: “ABD’de çeşitliliğe, eşitliğe ve kapsayıcılığa yönelik hukuki ve siyasi şartlar değişti”.

LGBTQ+ kesiminin maruz kaldıkları sizi hiç ilgilendirmiyor olabilir. Zaten önemli olan kısım da bu değil. ABD’nin hukuki ve siyasi şartları yarın sizin mensubu olduğunuz gruba, cemiyete, ülkeye, siyasi görüşe ya da dine yönelik değişme ihtimalini akılda tutmakta fayda var. Hem ayranım dökülmesin hem yoğurdum ekşimesin çağı çok geride kaldı. Sıranın kendine gelmesini beklemek bugüne dek hiçbir mağduru kaderinden kurtarmadı. Her ayrıntısıyla malum bir “sarı öküz” hikayesi bu anlayacağınız.

Küresel egemenliğe ve trilyonlarca dolar değere ulaşan bu dijital devler yelkenlerini serbest piyasanın bayraktarı ABD’nin (kendine has) özgürlükçü rüzgarıyla şişmişti. Artık rüzgar terse dönüyor. Yürütmeye çalıştıkları bu hassas diplomasi rotası ise ne yeni ne de ABD’ye has. Örneğin İfade Özgürlüğü Derneği’nin raporuna göre Türkiye’de 5651 sayılı yasanın 8/A ve 8/B maddeleri uyarınca yüz binlerce sosyal medya hesabı, web sitesi ve dijital içeriğe yönelik erişim engeli uygulanıyor. Bunların bir kısmında mahkeme kararı dahi yok. Fakat bu platformlar hepsini sorgusuz sualsiz uyguluyor.

Yarın kimin konuşturulup kimin susturulacağı, hangi toprağın kime ait olacağı, o toprakların nasıl anılacağı, insanların ve kurumların nasıl sınıflandırılacağına karar verecekler. Daha doğrusu onlar adına verilen kararları uygulamaya koşulsuz rıza gösterecekler. Yakın zamana dek baskıcı rejimlerle anılan bu koşullar Donald Trump dönemiyle birlikte tüm ülkelerde olağan bir tutuma; bir süre sonra da platform bazlı otosansürlere dönüşecek.

Komisyondan geçerek TBMM’de görüşülmeye başlanan Siber Güvenlik Kanunu teklifinde bahsi geçen SOME adlı “Siber Olaylara Müdahale Ekibi” ve bağlı olacağı yeni Siber Güvenlik Başkanlığı, her türden dijital veriye sınırsız erişim hakkıyla en azından bizim bu küresel yapılar üstündeki bürokratik yükümüzü hafifletecek gibi görünüyor. Darısı ABD’nin başına. Kimse SOMElenmekten mahrum kalmamalı.

Siz yine de kontrol edin bakalım Google Maps’te Kardak Kayalıkları hangi devlete ait görünüyor?

(21 Şubat 2025 tarihli Oksijen gazetesi yazım.)



Yayın Tarihi:

Kategori:


Yorumlar

2 yanıt

  1. melih özçelik. avatarı
    melih özçelik.

    Değilmi kidijital platformların sahipleri var. Bunu bilerek hareket etmek gerek. yada kullanmayacaksın..(nasıl olacaksa ?) Kimse bizi internet kullanmaya yada internet üzerindeki uygulamaları kullanmaya zorlamıyor. ne demişler “at sahibine göre kişner.. sen ne yaparsan yap.. her malın bir sahibi ve alıcısı (alıcıları) var..

  2. Sedat avatarı
    Sedat

    Soyut kavramlar üzerinden dertleşme veya ortak barışçıl bir norm etrafında birleşme daha makul daha kapsayıcı olduğunu düşünüyorum. Sosyal medya araçlarının özgürlük yanlısı tavrı da adı üstünde yanlı. Bizim sözde çağdaşlığa veya dindarlığa dem vuran tv kanalları gibi.
    Vurdulu kırdılı, kavgalı, tahkir.ve tahrik edici görüntülerin özgürce(!) dolanmasına göz yumulan ve sonuçta gütmek ve yolmak için bedavaya(!) kurulan hatta kuruluşları da openal gibi şaibeli olan Sosyal medya araçlarının özgürlüğü de her kesin tabiatına göre özünü özgürce gürleştirecek geleceğe umutla yeni filizler yeşertecek cinsten değil. Sosyal medyaların ağalık veya derebeyliklerden farkı yok ki (Vahşi Amarika’yı tam özüne döndürme arayışı içerisinde olan) “sarı kafa” kendine rakip gördüklerini eliyor. Al birini vur ötekine misali. Keşke elin Sosyal medyasının insafına kalan özgürlük yerine kendi platformlarımızı kurabilseydik. İki veya üç boyutlu sanal ortamlar kurmayı kaçırdık bari sanal gerçeklik ortamlarını veya yukarıda belirttiğim normlar üzerine kurulu kimsenin kimseye baskı ve üstünlük kurmasına mahal bırakmayacak algoritmalarla inşa edilmiş yeni bağımsız akıllı şehirlerimizi kurmak için adımlar atabilse idik. Elin eline bakmaz özgürlük(!) dilenmezdik. Velhasılı kelam gerçekten dünyayı ve bilgiyi seven her kesimden insanlar bir akıllı şehri üretecek ortak akıl seviyesine gelmişlerse sarı kafaların bunda kabahati yok. Nörolojik ağları bedevi yaşama göre kurulan beyinlerden medeni yaşamlar çıkmaz. Medeni insanlar bedeviyeyet ancak akıllıca kaçarak kurtulabilirler.
    Diye düşünüyorum 🙂

Görüşlerinizi paylaşın: