‘Tartışma’ kelimesinin zihinde tetiklediği olumsuz bir anlam var. Çekişmeyi, didişmeyi çağrıştırıyor. Oysa kökünde gayet masum bir arayışı temsil ediyor. Tartışmanın kökü karşılıklı tartmak. Amaç fikirleri, görüşleri, lafları, kelamları teraziye koyup tartmak; hangisinin ağır bastığını bulmak.
Pek çok örnekte gördüğümüzün aksine bağırma, karşı tarafı susturma, şiddet uygulama, tehdit ya da rezil etme tartışmada üstünlük adına bir fayda sunmuyor. Bize unutturulmuş olabilir ama susmanın ne büyük bir erdem olduğunu koskoca bir ülkenin dev bir imparatorluğun sömürgesinden kurtuluş öyküsünde gördük.
Mevlana’nın bir sözü de sessizlik adına dikkate değer: “Sessizlik Allah’ın dilidir. Diğer bütün diller yetersiz tercümelerdir“. Ama başka bir fırsatta şu cümleyi de ekler belleğimize: “İnsan düşünceden ibarettir, gerisi sadece et ve kemiktir“.
Susabilmek nadiren gücümüzün yettiği büyük bir erdem. Ama konuşmak, fikir tartmak da bir o kadar insani. Bizi et ve kemikten ayıran fikirlerimizi dile getiremediğimiz ortamların bize hediyesi baskı ve zulümdür. Fikirlerimizden dolayı linç edildiğimiz, dışlandığımız, susturulmaya, hatta (hiç yabancı olmadığımız bir sonuç olarak) öldürüldüğümüz bir ortamın ‘insani’ olduğundan söz etmek mümkün değil.
Bir süredir yazmak istediğim bu konuyu bana hatırlatan Kanal 24 Televizyonu Yayın Yönetmeni Yiğit Bulut’un bir üniversite konuşmasında başına gelen oldu. (Bir ara bilgi olarak Yiğit Bulut çok haz ettiğim biri değil. Aynı gazetede ve televizyonda çalıştığımız bir dönemde iki üç selam, ayaküstü birkaç kelimelik sohbetin dışında bir ilişkim de olmadı).
Şemsiye destekli kürsü dokunulmazlığı
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde yaşanan olayda Yiğit Bulut davetli olduğu bir ortamda kürsüye çıkmış kendisini dinlemeye gelen öğrencilere bir şeyler anlatıyor (içeriğini bilmiyorum). O sırada bir öğrenci söz alarak Yiğit Bulut’un savunduğunu iddia ettiği Tayyip Erdoğan’ı, AKP hükümetini ve polisleri halka yaptığı zulümden, parasız eğitim taleplerine karşı duyarsızlığından dolayı protesto ediyor. Buraya kadar her şey makul ve kabul edilebilir. Ama sonra hiç beklenmeyen (ya da tam tersi; beklenen) bir şey oluyor.
İnternette bu olayın haber kameralarından kaydı var. Ama ben (bu grubun içinden biri tarafından kaydedildiğini düşündüğüm) bir öğrenci / seyirci kaydını paylaşmak istiyorum.
Seyrettiğiniz gibi 38. saniyede sözlü protestonun ardından arkadaşımız (ve arkasında oturan diğer arkadaşı) cebinden çıkardığı yumurtayı Yiğit Bulut’a doğru fırlatıyor. Bu yazıyı tetikleyen de o an işte.
Bir kaç detayın altını çizelim:
- İki taraf da bu olay için hazırlıklı. Öğrenciler büyük ihtimalle grup olarak üniversite yönetimi (ve zarbolar) tarafından tanınıyor. Böyle bir ‘beklenti’ mevcut.
- Öğrenci / izleyici konuşmayı izlemeye cebinde yumurtayla gelmiş (hiçbir konferansa katılırken aklıma gelmez). Yani Yiğit Bulut orada hoşuna giden bir konuşma da yapsa arkadaşımız kafaya koymuş, eylemini yapacak, yumurtayı atacak.
- Öğrenci söz aldığı andan itibaren Yiğit Bulut’un sahnede hemen yanında sayabildiğim kadarıyla 7 sivil koruması var. 7 korumaya ihtiyaç duyacak bir hayatım olmaz umarım (ama bu aslen kimin ayıbıdır onu da sorarım).
- Soru / yorum başladığı andan itibaren sahnenin hizasından gri takım elbiseli biri sağ koridordan yukarı doğru çıkıyor, öğrencinin yanına geliyor ve birazdan olacaklar için pozisyonunu alıyor.
- Yumurtanın cepten çıkma anında öğrencinin hemen yanında sivil giyimli, okulun özel koruması ve resmi polislerden oluşan bir başka ekip çıkıyor ve üstüne çullanıyor. Bunlar da bir 10 kişi kadar var.
- İHA kamerasının kaydında 17. saniyeye denk gelen bu anda Bulut’un yanındaki iki sivil koruma yıldırım hızıyla şemsiye açıyor. (Yani koruma tedbirleri bile alınmış. Refleksi de Superman’i aratmayacak türden)
- Yumurta Bulut’a gelmiyor.
- Protestocu öğrenciler hiçbir insana yakışmayacak şekilde karga-tulumba, itile kakıla sivil ve üniformalı ekip tarafından dışarı çıkarılıyor (bu insanlık dışı muamele sadece bize has değil). Bu sırada ağızlarından “AKP defol, üniversiteler bizimdir”, “AKP’ye son, sermayeye köle olmayacağız” gibi sloganlar duyuluyor.
Konuya dönelim.
Yiğit Bulut’u, AKP iktidarını, polisi, askeri, milletvekillerini, eşcinselleri, transeksüelleri, Ermenileri, cüceleri, şişkoları, Kürtleri, müslümanları, Alevileri, sokak köpeklerini, onu, bunu, ötekini, berikini sevmeyebilirsiniz.
Peki bu onların varlık ve kendilerini ifade etme hakkını ellerinden almanıza hak verir mi?
Seninle benim aramda kocaman bir fark var (mı?)
Yumurta odaklı bir iletişimi sadece hislerini yumurta atarak ifade edenlerle yürütebilirsiniz. Ama konuşan birine yumurta atmakla ağzını bağlamak arasında temelde bir fark yok. Yapmaya gayret ettiğiniz şey onu şiddet kullanarak bastırmak çünkü.
Aynı mantıkla devam edelim. O salondaki protestocu gençlerin elinde yetki olsa kendilerine uygulanan baskı ve şiddettin aynısını Yiğit Bulut’a uygulayacaklardı. Hatta muhtemelen üniversitelerine gelip fikrini ifade etmesine izin bile vermeyeceklerdi.
Hükümeti protesto edenlerin ağzına gözüne biber gazı sıkan polis ile fikrini söylediği için mecliste üstüne yürünen Vekil arasında ne fark var? Kendisini eleştirenleri hapse atan bir diktatör ile inançları uğruna giyinenleri eğitim; hatta yaşam hakkından mahrum bırakanları ayrı tutabilir misiniz? Konuşmasın diye eylemcinin ağzına bez tıkanla görüşlerini beğenmediği için bir siteyi hack ederek işlemez hale getiren arasında sahiden fark var mıdır?
İnsanoğlu fikirden ibarettir. Hiçbir istisnası olmadan; içeriği her ne olursa olsun düşünmeyi ve fikirleri ifade etmeyi engelleyen her eylem insanlığın mezarına çakılan yeni bir çividir. Fikirler (varsa) karşıt fikirlerle tartılır.
Gücü / iktidarı elinde tutan fikirler karşıt fikirleri şiddet kullanarak bastırmaya çalışıyorsa o gücün kökeninde bir meşruiyet ya da mantık eksikliği ararım.
Fikirlerimizi özgürce ve insana yaraşır bir şekilde tartışabildiğimiz bir ülke hayaliyle…
Görüşlerinizi paylaşın: