Bazı filmlerde ‘sessizlikle doldurulmuş’ uzun boşluklar olur. “Acaba ne olacak?” diye merakla beklersiniz. Hatta böylesi anlarda daha önce hiç fark etmediğiniz ayrıntılar belirir. Avının nereden uç vereceğini gözleyen avcı misali dikkatiniz keskinleşir. Çünkü mutlaka bir şey olması gerekmektedir. Zihinler, birbirine değmeyen salkım tanelerini sevmez.
Belki de bu yüzden -sanılanın aksine- sessizlik ve boşluklar insana anlaşılması zor bir huzursuzluk verir.
Gazetede her hafta sektirmeden koca bir sayfayı dolduracak kadar haber ve köşe yazısı yazdığım yıllarda, imrendirici bir şekilde ‘arada bir’ kalem oynatan büyüğümüze bunun sebebini sormuştum. “Paylaşmaya değer bir şey olmayınca yazmak işkencedir” diye cevaplamıştı.
Böylesi makul kaprislerin sadece üstadlara hak görülmesi ne acı.
Çünkü gerçekte kalem işçisinden (şimdilerde ‘içerikçi’ diyorlar) beslenenlerin onun çektiği ızdırap ile ilgilenmesi söz konusu değildir. Akşam ekranda dizi yayınlanacaktır; oturup senaryosunu yazacaksın. O hafta gazetedeki sayfan boş mu çıkacak? Geç çabuk yazının başına. Aybaşında dergi raflarda olmalı, Cuma’ya kadar yazını teslim etmen gerekiyor; sakın unutma! Adam radyosunu açtığında ne dinleyecek? Hazırlanmaya başla yavaştan.
Hiç ara vermeden aralıksız senelerce yazdım. Gönül rahatlığıyla itiraf ediyorum ki birkaç kere yazmaya değer bir şey bulamadığım da oldu (ve mecburen yazdım). Radikal gazetesinin kapatılmasıyla yaşadığım -suçluluk dolu- o hafiflemeyi anlatmam hiç de kolay değil.
Neyse ki ‘hasret’ uzun sürmedi. Haftanın Özeti meşgalesi sayesinde (yani bu yazıyı yazmadan 141 hafta önce) hayatıma çok daha ağır bir yük aldım. Bu sayede son 3 senedir Cumartesi gecelerim -bazen sabahlara dek- bilgisayar ekranı karşısında özetin son şeklini vermekle geçiyor. Haftanın (Pazar dahil) diğer her günü ise en az 4 saatim haber, makale, araştırma okuyup ayıklamak ve onları birbirine bağlamaya ayrılmış durumda. Bayram, tatil, Yılbaşı, yaz, kış, darbe, deprem demeden. Kimi zaman internete erişebilmek için trajik durumlara düşerek.
Hala her an onu daha rafine, faydalı ve işlevsel hale getirmek için kafa yoruyor, editör arkadaşlarımı yetiştirebilmeye çabalıyor ve (çoğunuzu şaşırtacak seviyede yüksek) maliyetini karşılayabilmek için ek işlerin peşinde koşuyorum. Neyse ki (Dünya Halleri adıyla başka bir adrese taşıdığım) bu çaba hayatımda en keyif aldığım, faydasına inandığım işlerimden biri oldu.
Özetle bu taraftaki -neredeyse 8 aylık- huzursuzluk veren sessizliğin sebebi bu. Yazacak bir şeyim olmamasından ya da canımın istememesinden değil. Vakit ve enerji yokluğundan.
Üstelik sanmayın ki vicdanım rahattı. İstisnasız her gün sosyal medyada ya da sokakta karşılaştığım birileri “blogu neden boşladın?” diye iğneleyip durdu. Twitter‘a, Instagram‘a yazdıklarım benim gibi onları da kesmiyor belli ki. Dedim “Yazacağım… Yakında!”.
Bu bir özür metnidir.
Diyeceğim şu ki: yeni yazılar pek yakında! 🙋♂️
Görüşlerinizi paylaşın: