Vakit buldukça eski yazılarıma bakıyorum. Politik görüşlerim satır aralarına fazla ‘bulaşmış’ gibi geliyor. Ben her zaman özgür iradeye inandım. İnsanların yeterince bilgiye ulaştıktan sonra önünde sonunda mutlaka mantıklı, anlamlı olana yöneleceğini düşündüm (ulaştığı bilgilerin farklı görüşleri kapsayacağını varsayarak elbette).
‘Lafın tamamı deliye söylenir’ şiarına tutunduğum için karşı tarafa bir düşünme, esneme payı bırakmayı da seviyorum. Çünkü aslen kim olduğumuzu o küçük hareket alanlarında gösteriyoruz. Bir hata yapanı görünce kimimizin nasihat verip kimimizin kakalak ezer gibi kafasına tekme gömmesi bu yüzden.
Eğriyi-doğruyu aşağı yukarı hepimiz bal gibi biliyoruz ama hepimizin kendi aklınca mantıklı üslubu ve bol bol ‘ama’ları var. İşte ne oluyorsa o ‘ama’lar arasında oluyor. Her kusuru, her kabahati sihirli bir tılsım gibi çözen bir ‘ama’ var.
Sevdiğim ve tutunduğum bir başka şey de edebiyat. Dünyanın kendini nasıl tekrar ettiğini ve okumaya üşenen insanların aynı senaryoları nasıl yepyeni ve akıl almaz şeylermiş gibi algıladığını görmemi sağlıyor. İşin acı yanı bu topraklar böyle vakainüvis edebiyattan hiçbir zaman mahrum kalmamış. Ve halimize bakınca hayrını neredeyse hiç görememiş.
Son dönemdeki tartışmalara, taraflara, sevinen ve üzülenlere bakıyorum. Beni en çok sevinecek hiçbir şey olmadığı halde sevinenler şaşırtıyor. Düşmanlarının düşmanının kendi dostları olduğu yanılgısına ilk düşen onlar değil. Son da olmayacaklar.
İşte bu yüzden edebiyatı bazen yeniden akla düşürmek gerekiyor. İnternet böyle şeylere yaramayacaksa neye yarayacak, değil mi?
Zamanın, şartların, olay ve sonuçların değişmezliğini en yalın ağızla gösterenlerden biri de Nazım Hikmet. Gündeme içim ezilerek bakıp kendi kendime düşünürken aklıma bir şiiri geldi. Bütün şiirlerinin toplandığı kitabını kütüphaneden çıkarıp karıştırmaya başladım. (2 bin 81 sayfa!)
2 bin 81 sayfa, tığ gibi işlenmiş dize. Hayat rehberi.
Aradığımı 953. sayfada buldum. Sonra ilginç bir versiyonunun varlığını hatırladım. Şimdi işi, gücü, derdi, gündemi bir kenara bırakıp kulak verin bakalım ne demiş 1953 senesinde şairimiz.
https://soundcloud.com/kulakkurdu/en-m-him-mesele
[toggle title_open=”En Mühim Mesele” title_closed=”En Mühim Mesele” hide=”yes” border=”yes” style=”default” excerpt_length=”0″ read_more_text=”Read More” read_less_text=”Read Less” include_excerpt_html=”no”]Toprak doyurası gözleri doymuyor
Çok para kazanmak istiyorlar;
Öldürmemiz, ölmemiz lazım geliyor
Çok para kazanmaları için.
Elbet de aşikare yapmıyorlar bunu :
Renk renk fener asmışlar kuru dallara,
Yalanları salmışlar yollara,
Hepsinin de kuyruğu telli pullu.
Davullar dövülüyor pazar yerinde
Çadırlarda kaplan adam, deniz kızı, kesik baş,
Pembe donlu cambazlar tellerin üzerinde
Hepsinin de yüzü gözü boyalı.
Aldanıp aldanmamak,
İşte mesele.
Aldanmazsak : varız!
Aldanırsak : yok![/toggle]
Edebiyata vaktimiz olsaydı bugün bambaşka bir hayat yaşıyor olabilirdik. Ama çok daha mühim meselelerimiz var.
Birbirinden farkı olmayan tarafların; hepsinden öte başkalarının savaşlarında öldürmemiz ve ölmemiz lazım geliyor .
Çok para kazanmaları için!
Haydi o zaman. Onları bekletmeyelim.
Görüşlerinizi paylaşın: