Uykuyla olan derdim malum; uyuyamayanlardanım. Ama garip bir şekilde, nadiren de olsa içine düştüğüm derin uykular hep tatsız haberlerle uyanmama sebep oluyor.
Dün çalıştım, okudum, akşam bir arkadaşımla güzel bir yemek yedim, ardından bir TV yayınına konuk oldum. Gecenin yarısı eve döndüm, biraz daha çalışıp sabah 5’e kadar internetten radyo yayını yaptım, sabah 8 gibi de ‘uyumaya’ karar verdim (aklıma düşen şey de ilginçmiş hani).
Niyetim uzun bir uyku değildi ama öyle oldu. Garip rüyalardan eşimin sesiyle uyandım.
“Yurtsan ölmüş?”
Düşündüm; hayatımda 1 tane Yurtsan var ve ölmeye fena halde yakın bir hayat sürüyor. Ama ölümle oturduğu kumar masasında kimi zaman blöf kimi zaman hileyle o kadar çok kazandı ki ihtimal veremiyorum resti çekip iflas ettiğine.
Ama öyleymiş.
Yurtsan Atakan bir meslektaşım. Üstelik en eskilerinden. O yıllarda gazete ve (genel akım) dergilerde teknoloji ve internet hakkında yazan birkaç kişiden biri. Öldüğünü haber aldığınız biriyle anılarınız geliyor aklınıza ilk olarak.
Türkiye’de bilişimin sektör olmaya başladığı doksanlar. Firmalar, yöneticiler parlıyor, internet diye bir şey popülerleşiyor, dev bütçeli, iddialı şirketler kuruluyor… Reklam piyasası patlamış, TV, radyo programları, gazete ekleri, lisanslı dergiler, borsada teknoloji hisseleri uçuyor… Tam bir ‘altın çağ’.
Yurtsan o dönem Hürriyet’te. Gücünün zirvesinde. Hürriyet denince akan sular duruyor, nehirler yarılıyor. Ben Posta’da başladığım yazılara Radikal’de devam ediyorum. Radikal’in en güçlü dönemi. Yanımızda her daim Şahin Artan. Dünyanın en naif ve berrak beyinli adamlarından. Aktüel dergisinde Cyberman köşesini hazırlıyor.
Başka dertlerin unutturduğu kişisel dertler
Üçümüz de hayatımızı bu sektöre ve gelişmelere adamış; deli gibi koşturuyoruz.
Tansu Çiller döneminde sonradan evrile evrile bugünkü internet filtresi, Telekomünikasyon Kurulu ve TİB gibi yapıların genlerini üretecek İnternet Üst Kurulu oluşturuluyor. Bakan eski Emniyet Müdürü Necdet Menzir. Bizi yaklaştırmıyorlar. Niyeti biliyoruz. Atlayıp Ankara’ya gidip önemli karar toplantılarından birine girmeye çalışıyoruz. Kapıda bekletiyorlar. Sonra basına açık ve kapalı iki oturum gibi garabetler çıkıyor… Ama istediklerini de yaptırmıyoruz.
Aynı mücadele Bülent Ecevit iktidarında bugünün internet sansürüne dönüşen 5651 sayılı yasa taslağı döneminde verilecek.
Huysuz Yurtsanla çok anımız var. Çok da kavgamız.
O dönemin en azgın sigara tiryakisi. ABD’de yanımda birçok mekanda kavga etmişliği var sigara içirtmiyor diye. ABD gibi ‘kuraltapar’ bir diyarda dahi sigara içmenin yasak olduğu yerde çıkarır yakardı (bir şey de olmazdı).
Hala F (ef değil; F) klavye kullanan birisi olmama rağmen F klayve mücadelesi bana bile yorgunluk vermişti.
Takıntıları vardı. Çok derinleşir, sabitleşirdi takıntıları. Çok.
Teşhisin acı habere dönüştüğü gün
Bir gün Boğaziçi Üniversitesi’nde bir panele davetliydik. Panelin bitiminden sonra evlere dönerken boğazında bir sorun olduğunu ve iki saat sonra doktor randevusu olduğunu söyledi.
O günkü muayene ardından kanser teşhisi konduğunu çok sonra öğrendim.
Yemek borusuna yerleşmişti. Kötü huyluydu ve hızla ilerliyordu. ABD’de yapılan ameliyatta yemek borusunun bir kısmıyla, midesini aldılar. Yemek yemeyi öylesine seven bir insana verilecek en büyük cezaydı. Artık yatamıyordu çünkü yedikleri ağzına geliyordu. Oturarak uyumak zorundaydı. Çok kilo vermişti.
Sigarayı bıraktı. Bıraktığı andan itibaren öyle bir tütün düşmanı oldu ki kendini sigarayla ve içenlerle mücadeleye adadı.
Bu zorlu süreçte kendine birçok yeni takıntı edindi. ‘Küçük lüfer avlamayın soyu kuruyor’ diyenleri tersledi, GDO’lu gıdalar zararlıdır diyenleri azarladı, Ekşi Sözlük ile amansız bir kavgaya girdi.
Her biri için ‘yapma, etme’ minvalinde epey konuşmamıza rağmen sonuca bir etkisi olmadı. Bence bütün o didişmelerin altında başka bir sebep vardı. Bunlar onu hayata bağlıyordu.
O yiyemez, içemez haline inat kendini gurmeliğe adadı. Şarap konusunda eni konu uzman oldu.
Yıllar boyu bu kadar çok cephede savaşırken kafam netti. Yurtsan artık kanseri yenmişti.
Bu süreçte Hürriyet’ten (Uzan dönemi) Star gazetesine geçti. Aynı dönem grubun iddialı girişimi Netbul.com’un başındaydı. Sonra Akşam gazetesi dönemi başladı. Arada bir internet içerik işi kurdu. Sonra Digital Age dergisinin Yayın Yönetmeni oldu. Ve daha bir sürü şey…
Bir dönem ortak bir iş yaptık başka bir teknoloji gazetecisi dostumuzla. Sonra olmadı; bayağı kavgalı ayrıldık. Birbirimize çok ağır şeyler söyledik. Koptuk. Sonraları içimize gömdük kırgınlıkları, barıştık. Eski dosttan düşman olmuyor.
Bütün bunları takip ederken en azından biz kanseri unutmuştuk. O da unutmuş muydu bilmiyorum ama kendini hatırlatmakta gecikmedi o illet. Aynı yerde tekrar etmişti. Türkiye’de doktorlar ameliyata yanaşmadı. Tekrar ABD’ye gitti ve ikinci ameliyatını oldu. Döndükten birkaç ay sonra Salam World ile ilgili bir canlı yayında beraberdik. Kararmış, kurumuş; neredeyse bir deri bir kemik kalmıştı. İlk ameliyat sonrasından daha da kötüydü. Çok kötüydü. Arkadaşınızı öyle görüp de ‘o konudan’ hiç bahsetmemeye çalışmak nasıl kötü bir şey bilemezsiniz.
İnadına da yaşıyordu ama. Akşam gazetesinde yazmaya devam ediyor; Twitter’da kavgalarını sürdürüyordu. Huysuz herif etrafla didiştikçe yaşam enerjisiyle doluyordu adeta. Kafasını bir şeylere takanlara; taktığıyla yılmadan mücadele edenlere, derdi, davası olanlara saygım onunla beraber arttı.
İşte bugün, birkaç saat önce o güzel uykumdan bu huysuz adamın öldüğü haberiyle uyandım.
Yurtsan Atakan öldü.
‘Huzur içinde yatsın’ derler ya; en çok ihtiyacı olanlardan biriydi. Oğlu aklıma geldi, daha bir kötü oldum. Çok seviyordu onu. Babanın evlada, evladın babaya doyduğu bir an olur bilmiyorum.
Allah rahmet eylesin. Yarın cenazesi varmış öğlen.
Son gazete yazısına baktım. Son Twitter mesajına. Eminim imkanı olsa bir veda yazısı yazardı (yoksa inadına yazmaz mıydı?) Ya da bir tane yazıp ailesine bırakmış mıdır? Yazı adamı için önemlidir son yazılar.
Hepsi bir yana meslektaşlarımızın cenazelerini kaldırır olmuşuz demek ki.
Karmakarışık işler…
Görüşlerinizi paylaşın: